Acıları, üzüntüleri ve mutlulukları içinde barındıran insanların neler yaşadıklarını anlatmadıkları sürece bilemeyiz. Anlattıkları zamanda insanların başından nelerin yaşandığını öğreniyoruz.
Bizim başımıza gelse biz ne yapardık? Nasıl davranırdık? Hiç kendimize soruyor muyuz?
Yazar Hande Ertekin ‘Altıncı Göz’ Kitabında farklı hayatları yaşayan 6 kadının nasıl bir araya geldiğini, yollarının nasıl kesiştiğini ve kadınlara empati yapmayı anlatıyor.
Yazar ve televizyoncu Hande Ertekin ile ‘Altıncı Göz’ üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi beğenerek okuyacağınızı umuyoruz.
İyi Okumalar.
Son kitabınız ‘Altıncı Göz’ anlamlı bir günde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde çıkması eleştirmenler veya okuyuculardan gelen tepkileri nasıl buldunuz? Ya da sizin dışınızda bir başka kadın yazar böyle anlamlı bir günde kadınlar hakkında kitap çıkarsa siz ne düşünürdünüz?
Kadınların başarıları ile her zaman çok mutlu oluyorum sanki kendim bir işte zafer kazanmışım hissi ha+63sıl oluyor, o sebeple başka bir yazar Kadınlar gününde kitap çıkarsa tabi ki destekler ve mutlu olurum, sadece kitap değil kadınların her alanda ki başarısıyla gurur duyarım… Altıncı Göz doğalı ve şuana kadar olan tepkiler gayet güzel, Ama her zaman eleştirilere açığım daha iyi olmak ve kendimi geliştirmek için her fikre düşünceye saygım sonsuz
Kitabınızda 6 kadının hikâyelerini anlatıyorsunuz, bu kadınların arasında sizin de gerçek hikâyeniz var mı? Veya hikâyede anlattığınız herhangi bir kadının yerinde olsanız siz nasıl davranırdınız?
Romanımdaki 6 kadından 3’ü yaşanmış hayat hikâyesi, 3’ü tamamen benim hayal gücüm, hiçbiri benim hayatım değil fakat beynimde ki ve kalbimde ki kadınlar hepsi… Tutsak edilip evlatlarından ayrı kalmak zorunda kalmış bir kadının başından geçenler var mesela kitapta, adı Pembe, onun yerinde herhalde hiçbir kadın olmak istemezdi bende istemezdim ve şuan kitabı yazdıktan sonra bile düşünüyorum etkisindeyim, başıma onun yaşadıkları gelse nasıl tepki verir ve öyle güçlü dururdum ne yapardım inanın bilmiyorum… Sevdiklerini kaybetmiş 20 yaşında bir kız var sonra Heja, anne ve babasını elim bir şekilde kaybettikten sonra başına öyle şeyler geliyor ki bu kadarı da bu yaşta bir genç kız için çok fazla diyecek okuyanlar… Diğer karakterler kitabın sürprizi olsun ama bunu sadece bir kadın başarabilirdi diyeceğimiz hayatlar var içinde… Acı, aşk, mutluluk, hüzün her duyguyu okuyup yaşayacak okur…
Kadınların ruh hallerini, acılarını, yaşam öykülerini anlatırken, hem kadın hem de yazar olarak zorlanmadınız mı? Ağladığınız, acı çektikleriniz oldu mu? Bu kadar da olmaz dediklerinizin arasında yazarken siz, kendinizi nasıl bir duygu içerisinde hissettiniz?
Yazarken kendimi o ana ve yazdığım karaktere o kadar kaptırıyorum ki ağladığım, güldüğüm, gerçekmiş gibi hissettiğim, kızdığım çok an oluyor… Kadınların olaylar karşısında ki tepkilerini yazarken, bir kadın olarak, karakterlerle tabi ki empati yapıyorum,” ben olsam ne yapardım” sorusunu mutlaka kendime soruyorum ve yapacaklarımı, yapmak isteyip yapamadıklarımı, hayal gücümle ve yazar kimliğimle harmanlıyorum, bazen kendimle çeliştiğim o sebeple karakterle kavga ettiğim anlar oluyor, bazen de tam bende olsam böyle yapardım dediğim anlar oluyor, hayal gücünün gücü… Bazı durumlarda her kadın aynı hisse kapılır, verdiği tepkiler tabi ki yapıya göre değişiklik gösterir, kimi daha şiddetli, kimi daha sakin, kimi daha intikamcı, işte orası tufan… Fakat aldatılmış hiçbir kadın, “ohhh beni ne güzel aldattı demez” ya da şiddete uğramış hiçbir kadın, “ellerine sağlık acımadı ki” demez bu gibi durumlarda her kadın yaralanır, canı acır fakat tepkisi farklı olur… İşte o noktalarda Altıncı göz’ü okuyan herkes, “Ya ben olsam ne yapar, nasıl tepki verirdim?” Diyecek tıpkı yazarken benim dediğim gibi.
Yolları kesişen kadınlar birbirlerine ters düştükleri oluyor mu? Yoksa hemen birbirlerine ısınıp acılarımız hepimizin diyerek güçlerini birleştiriyorlar mı?
Kimsenin ilk görüşte birine hemen güvenmesi ve sarıp sarmalaması kolay değil… İlk tanışma anı görsel olduğu için, birinin kalbini yaşadıklarını bilmeden, dış görünüşüyle ahkam kesmek insanoğlunun mayasında var, e tabi ki Altıncı gözdede var tereddütler gel gitler, ama sonrası deyip susayım J
Kitabı yazarken ben öyle değil şu yöntemle başarırdım, yapardım gibi düşüncelere kapıldınız mı?
Tabii… Herkesin yaşadıkları karşısında verdiği tepkiler karakteriyle doğru orantılı… Deminde dediğim gibi bazı yaşananlara her kadın aynı şekilde üzülür, acı çeker, asla görmezden gelemez ama tepki her kadında farklı farklı boy gösterir… Benim kabul edemeyeceğim ama yazdığım karakterlerin kabul ettiği durumlar illa ki oluyor, ya da aman affet be kızım dediğim ama asla affettirmediğim anlar…
6 Kadının hikâyesi yazılmış diğer kadın hikâyelerinden farkları size göre nelerdir?
Bu soruyu doğru cevaplamak için yazılmış bütün kadın hikâyelerini okumuş ve biliyor olmam lazım yazılan her şeye saygım var, bugün biyografini yaz dediklerinde oturup düşünüyoruz öyle değil mi? Sayfalarca bir hikâye anlatmak özellikli bir durum, bence yemek zevki gibi kitap sevmek… Kimine benim yazdığım düz gelir kimine aşk gelir, kimine bazı yazarlar sıkıcı gelir, aynı yazara başkası hayrandır, sonuçta yazılanı sevmek zevke göre göreceli ama hepsine saygı duymak lazım çünkü kolay değil… Ama Altıncı Göz için bir şeyler söyleyecek olursam Romanımda her duygu durumu var, bizim kendimizi sorgulamamızı sağlayacak, kadınlarımıza içindeki gücü hatırlatacak, Her batışın bir doğuşu olduğunun en güzel kanıtıdır Güneş, bize umutsuzluğa kapılmamız gerektiğini tekrar tekrar gösterecek… Ben belki kadın hikâyeleri yazdım ama erkeklerinde okuması lazım Altıncı Göz’ü “ben olsam nasıl davranırdım?” sorgulamasını onlara da yaptırıyorum çünkü kitapta…
‘Zevce’ ve ‘Konu Aşksa’ tutkulu aşktan bahsediyorsunuz, ‘Altıncı Gözde’ Aşk izleri var mı?
Aşksız kadın olur mu J Aşk her daim var ve hep olsun… En şizofrenik ama en yaşanılası duygu Aşk…
Televizyon dünyasında 25 yıl hangi konumlarda çalıştınız?
1996 Yılında girdim sektöre… Uzun yıllar haber merkezlerinde duayen habercilerin yönetmeni olarak çalıştım haberciliğin en habercilik olduğu yıllarda… 12-13 senedir de yöneticilik yapıyorum… En son yöneticisi olarak çalıştığım kanal bazı imkânsızlıklardan ötürü kapandı, üstüne zaten pandemi denk geldi, 1,2 teklif aldım ama bu riskli dönemde çalışmaya değer görmedim gelen teklifleri, kanımı kaynatmadı kendimi ait hissetmem ve değerimin bilinmesi lazım bende kabul etmedim, benim için çalışacağım yerde huzur ve mutluluk önemli, çalışma arkadaşlarımın da mutlu olmasını isterim ve bunun için çabalarım, mutluluğun olmayacağını hissettiğim hiçbir işe başlamam kıstasım o… Gerekirse evimde otururum ama huzurumu bozmam, ekip ruhu önemli çünkü bizim işte verim alabilmek için, kendimi ve ekibimi iyi ve güvende hissetmek isterim, savaşın alasını reytingini geçeceğim diğer kanallarla veririm, ama aynı kanalda çalıştığım insanlarla neden savaşmak zorunda kalayım öyle değil mi o bana ters o zaman arıza oluyorum işte biraz… Böyle sadece mutluluk huzur falan diye söyleyince de tuzun kuru galiba gibi algılanmasın hiçte değil ama aynaya bakınca dik duran kadını seviyorum o her şeye değer… İlla değerimi bilecek, kendimi ait hissettiğim işler ve yöneteceğim kanallar yine olacak zamanı var sadece.
Televizyonlarda çalıştığınız ilk dönemlerdeki televizyonculuk ile şimdiki dönem arasındaki farklar nelerdir? Örneğin habercilik açısından baktığınızda aradaki farklar ve dizilerde şiddet yanlısı artışları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teknoloji olarak değerlendirirsek şimdi uzay üssü, ben ağırlığımca betacam kasetle montaja girerdim, şimdi her şey bilgisayarda… İçerik olarak değerlendirirsek maalesef o dönemden kısır… 90’lı yıllarda yapılan habercilik, programcılık çok başkaydı, bizler mesleği idealist haberciler, televizyoncular olarak yetişerek saatlerce çalışarak öğrendik, ben o dönemki müdürlerimin karşısında hala bacak bacak üstüne atmam, bir gün zam istediğimi, nasıl gelip gidecem dediğimi hatırlamam, bize verilen işi yapardık biz ıhh demeden ve güzel işler çıkardı ortaya, tek hedef izleyiciye doğru, dürüst, tarafsız işler sunmaktı yorumsuz… Hakkını yiyemeyeceğim, o ekolden gelen bazı kişiler bugünde hala başarılı güzel işlere günümüzde imza atıyor ama sayı bence çok azaldı… Biraz tek tip programcılık var, biri başarılı yapıyor, ötekiler izleyici bunu istiyor deyip önüne arkasına başka bir şey ekleyip süsleyip benzerini sunuyor izleyiciye… Hele o şiddetti insanlara güzel bir şeymiş gibi gösteren mafyatik dizilere uyuz oluyorum, çocuklarımıza ufak yaşlardan itibaren şiddeti özendireceğimize toplumsal cinsiyet eşitliğini öğretelim, mutlu olmalarını hedefleyelim…
Televizyonlarda yöneticilik yapmanın riskleri nelerdir?
Çalışırken sizi sever gibi gözüken düşmanınız çok oluyor insan egoları devreye giriyor çünkü ister istemez orda da insanları ikiye ayırıyorum ben iyiler ve kötüler olarak, o yüzden deminde dedim ya huzur önemli diye… kötülerin hakimiyet sürdüğü yerde olmamayı tercih ederim.., Çünkü ben hastalıklı bir televizyoncuyum sabah 6’da ilk yayınla giderim işe son yayın kaçta biterse gece 1 mi 2 mi o zaman çıkarım, izinsiz çalışırım, bu kadar yoğun çalışıp kanalın bütün sorumluluğunu alırken de etrafımda mutsuzluk, kavga, kötü kalp istemem, en riskli iş bende çünkü tüm kanalın sorumluluğu ekrana çıkan noktadan, sunucunuzun yaptığı yorumdan, sorduğu sorudan bile siz de sorumlusunuz kolay değil, onun hatası deyip atamıyorsunuz üstünüzden… İşime aşığım ben hele bir de keyifle ekiple koordineli çalışarak yapabiliyorsam tutmayın beniJ
Güncel Kadın okurlarına iletebileceğiniz mesaj ne olabilir?
İçlerinde ki çocuğu hiçbir zaman öldürmesinler ve kadın isterse başaramayacağı hiçbir şey yok bunu asla unutmasınlar…