Öyle insanlar ve aileler vardır ki hayran olduğumuz, o ailelerin ferdi olmak isteriz.
Hayranlığımız o kadar büyüktür ki o ailenin çocuğu olmanın getireceği sorumlulukları düşünmeyiz.
Bu haftaki konuğum Melissa Kenter özel bir insan. Müşfik Kenter’in kızı Yıldız Kenter’in yeğeni olmasının gururunu duyan ama kendi adına var olan tevazu sahibi bir sanatçı.
Ailesine, sanatına, özel hayatındaki alçak gönüllü Melissa Kenter’e hayran olmamak mümkün değil.
Merhaba
Aslında ben tiyatronun içine doğmuş da olsam sanat ile ilk tanışmam konservatuar piyano bölümüne başladığım zamandır. Piyano şan bölümlerinin ardından, konservatuar tiyatro bölümünün sınavlarına girdim ve oradan mezun oldum. Henüz tiyatro bölümüne girmeden tiyatro yapmaya başlamıştım. 1987 yılında Hürriyet gazetesi çocuk tiyatrosu ilk sahneye çıktığım yerdi. Ayrıca babama tek kişilik oyunlarında asistanlık da yapmaya başlamıştım o yıllarda. Tiyatronun içinde doğdum,içinde büyüdüm umarım içinde öleceğim. Benim tiyatrocu olmak istediğimi anlamam buna karar vermem onüç ondörtlü yaşlarımdır. Yani çocukluğumdan beri bunun hayaliyle büyümedim. Büyüdükçe algılarım geliştikçe, ailemin yaptığı işin ne kadar zor ve ne kadar güzel olduğunu anladıkça, okudukça, yaşadıkça, gözlemledikçe karar verdim.
Bize kendini böyle tanıtıyor ve devamında soruyorum sanatçı anne olmak zor mu diye.
Aslında ben anne olduğum da tiyatroya ara verdim. Sadece eğitimler verdim o dönemde. Tamamen kendi kararımdı. Buna biraz çocukluk travması da diyebiliriz. Özel tiyatro bildiğiniz gibi çok turne demektir. Size bakan ablalarla teyzelerle büyümek demektir. Benim okuma bayramıma bana bakan teyzeden başka kimse gelememişti. Herkes turnedeydi. Beş buçuk yaşındaydım ve çok ağlamıştım. Herkesin annesi babası orada… dediğim gibi bir çocukluk travması. Bu yüzden oğlum belli bir yaşa gelene kadar yanında olmak istedim. Doğru bir karar mıydı tartışılır. Oğluma baktığımda doğru karar olduğunu görüyorum. Tiyatrodan uzak kaldığım yıllara bakınca yanlış gibi görünüyor.
Melissa hanım ülkemizin sanat politikasını siz belirleyecek olsanız ne yapardınız diye merakla soruyorum. Uzun ve dolu dolu bir cevap alıyorum.
Sanırım en zor soru bu . Öncelikle bir sanat politikası üretmekle başlardım. Çünkü bizim bir sanat politikamız olduğunu düşünmüyorum. Her gelen iktidarla şekil değiştiren bir sanat politikası kabul edilemez. Ülkelerin sanat politikalarını belirleyen anayasanın değişmez maddeleri gibi maddeleri olan bir sanat anayasası olmalı. İkinci olarak sanatı ve sanatçıyı devlet hegemonyasından çıkartırdım. Sakın yanlış anlaşılmasın devlete bağlı sanat kurumlarının kapatılmasından bahsetmiyorum. Tam aksine daha çok olmalılar. Her şehir de devlet tiyatrosu operası balesi senfonisi konservatuarları olmalı. Halka gençlere çocuklara sanatı tanıtmalı sevdirmeli. Ama idaresi sanatçılar da , finans bölümü sanat işletmeciliği eğitimi almış donanımlı kişilerde olmalı. Devlet kurumlarında çalışan , çalışmak isteyen sanatçıların kaderi sanat ve sanatçı hakkında çok az bilgi Sahibi olanlan bürokratların yada yöneticilerin iki dudağı arasında olmamalı. Evet sanat kurumlarımızın başında sanatçılar var ama onların üstünde de devlet değil hükümetler var. Her hükümet değiştiğin de hükümetin siyasal görüşü değiştiğin de kurumların sanat politikaları da değişiyor. Bu kabul edilemez. Sanatı Özgür bırakmak lazım. Ancak bu şekilde çok sesli çok renkli gelişen üreten bir sanat hayatımız olabilir.
Tabii devlet kurumlarında çalışmayan sanatçıların kurumların da devletin desteğine ihtiyacı var. Yaşadığımız son sekiz dokuz ayda gördük ki bir kuruma bağlı olmayan sanatçılar aç işsiz ve hükümet gözünde değersiz. Devlet yardımlarına ulaşabilenlerin sayısı çok az. Oysa vergisini ödeyen bütün sanatçıların özellikle bu zor dönem de devletten destek görmesi gerekirdi. Avrupa’da pek çok ülke de bunu gördük. Devlet senin siyasi görüşüne , hangi topluluklara yakın veya uzak olduğuna bakmadan bu işten ekmek yiyen herkesi destekledi. Ödedikleri vergi miktarına göre normal şartlarda kazandıkları paranın yüzde seksenini ödedi. Sanata ve sanatçıya değer verdiklerini insan hayatına değer verdiklerini gösterdi. Bu hükümetlerle ilgili değildi devletin sanata bakışıydı. Umarım bir gün bizler de bu saygıyı hem sanatçı hem insan olarak görebiliriz.
İçinde yaşadığı çağın ve ülkenin, ülkesindeki sanatçıların durumunun farkında olan bir sanatçı Melissa Kenter.
Mutlaka gençlerin ondan öğreneceği, faydalanacağı fikirleri vardır diye düşünüyorum, tevazu ile cevap veriyor.
Ben gençlere çok saygı duyuyorum. Bütün olumsuzluklara rağmen tiyatro yapmaya karar veren inanılmaz bir heyecanla çalışan bu gençler belki bazı şeyleri değiştirebilecekler. Kimseye tavsiye vermek haddim değil ama şunu söyleyebilirim yaptığınız işi sevin. Beraber çalıştığınız arkadaşlarınızı sevin. Kendinizi kültürel anlamda besleyin. Kendinize yatırım yapın bedeninizi zihninizi geliştirmek için. Sevgi saygı ve donanım şu anda tiyatronun en büyük ihtiyacı. Aslında ülkenin ihtiyacı.
Kendisine çok teşekkür ederek ayrılıyorum. İnsanın içini ısıtan, bilgilendiren bir tattaydı sohbetimiz. Umarım okurken sizler de aynı tadı alırsınız.