Beslenme derken sadece gıdayı değil, ruhen beslenmeyi de düşünelim isterim.
Doğayı, doğal yaşamayı sevdiğim malum. Yaşamım içindeki güzellikleri aktarmakla başlayayım izninizle. Doğa içindeki ilk yüzmemi hatırlıyorum. Haydar (Sarıali) dedemin büyük bir çiftliği vardı. Meralar, sebze bahçeleri, ağıllar, sorumluların kaldıkları odalar ile çiftlik, İzmir yolu üzerinde Afyon Araplı’da idi. Uçsuz bucaksız denmese de gözümüzün ulaşmadığı kadar büyük, bir dağı da içine alır, ama daha da güzeli içinden kaynak suyu çıkardı. Şifalı termal suyunun kaynağı. Annemin yazdırdıkları ile de bilebildiğim; 500’den fazla kavak ağacı, ağıllar, duvar dibinde çalışanların yatacağı odalar. Çok güzel, büyük bir havuzu vardı. Faytonla gidilirdi. Doğanın kucağında, kuş sesleriyle kaynak suyunun içinde Bahriye anneannem, annemle neşeyle oynaşırdık. Daha öncesinde dedem, Çoban Köpeklerini özlediği için zaman zaman götürürmüş sevgili kızı Güler’i çiftliğe. Annemin geldiğini kokusundan anlarlarmış, annem de çok duygulanırmış.
TRT’nin unutulmaz dizi vardı Lassie. Seyretmeye doyamazdık. Her dizi sonunda annemden köpekleriyle, kedileriyle olan maceralarını dinlerdim. Çoğunu da kaleme aldım. Rengigül Hanım’ın kitabında da yer aldı. İçinde kedi, köpek, at olan film ve dizilere de bayılırdık. Bir tanesi de Londra’da izlediğimiz Mark Lester’ın oynadığı “Black Beauty” (British drama film) idi. Bir de “National Velvet” geldi şimdi aklıma. Elizabeth Taylor’un. Harika sahneleri vardı. Çizimlerime de yansırdı.
Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal hocamın gösterdiği slaytları defterime çizerken ve temize çekerken iyice hoşuma gitmişti çizimler yapmak. Küçüklüğümden beri de severdim.
Henüz kayınpederim olmadığı dönemlerimde Saffet Ural da bana kendi kara kalem takımlarını hediye etmişti. Ödevler vermiş, püf noktalarını aktarmıştı. Sonra çizimlerim, babamın etkisiyle botanikle de evrilmeye başladıkça eşim Ersin, kâğıtların seçimi, resmin kâğıttaki dengesi ile ilgili tavsiyelerde bulunmuştu. Tavsiye ve eleştiriler beni geliştirir.
Çizgi filmlerden “Lady and the Tramp”, “The Aristocats” gibi nicesi pek hoşuma gider hâlâ.
Çiftliğe anneannemle de giderlermiş, kaynak suyunda banyo almaya. “Ne güzel bir yaşam” diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Çiftliğe vardığımızda Bahriye anneannem evde özenle yaptığı, içine Afyon tulumu, maydanoz ve taze soğanla harmanladığı ve incecik kıvırdığı katmerleri sepetinden çıkartırdı. Bu katmerleri şu anda anıt eser olarak günümüze ulaşabilen, Haydar dedemin yaptırdığı, İstanbul İstasyonu’na yakın dantela saçaklı pembe evde de yapardı. Müthiş güzel olurdu. Kendilerine çay demletir. Bana da taze süt verirlerdi. Nasıl güzel süt kokusu, kaymak tadı gibi! O gün bu gündür sütü de ayranı da pek severim. Tabii, dedemin yaptırdığı sucukları ateşte pişirtirdi anneannem. Sucuğu önce uzunlamasına, ama ikiye ayırmadan sonra yanlamasına kısa kısa kestirir ve ateşte pişirtirdi. Taze köy ekmeğinin arasında müthiş bir lezzet ve koku idi. Bazen de anneannem sucuk köftesi yapar, mangalda ağır ateşte, içi kırmızı olmaz, üstü de yanmazdı. Parmaklarımızı yerdik. Büyükbaşlar, kuzular, koyunlar, kazlar, ördekler, tek atlı araba, beş yüzden fazla kavak ağaçları ve şırıl şırıl akan büyükçe bir akarsu. Banyo aldığımız suda hem oynaşır hem suyunu içerdik.
Ebegümeci ve Ayçiçeği Tarlaları
Taptaze ebegümeci toplardı anneannem. 1969 yılında Teşvikiye Hüsrev Gerede’deki evimizden I. Levent’e taşındığımızda Ulus’a pikniğe giderdik, bomboştu o tepeler ve anneannem yine ebegümeci toplardı. Ebegümecini pek severdim. Levent Çarşı’da, girişte Kız Bakkal’ın karşısında şimdi Namlı’nın olduğu yerde çok büyük bir manav vardı. Orada da anneannem bulurdu ebegümeci, ahbap olmuştu sahipleriyle. Bir keresinde küçük bozuk para çantasını unutmuş sebzelerin üstünde. “Gidip bir sorayım” demiş ve gitmişti. Saklamışlar, anneannem pek sevinmişti. Bozuk paralar pek önemli değil de çantasının anısı vardı. Zaman zaman da “Allah’ın otuna para veriyorum” diye serzenişte bulunurdu.
Gülerdim her defasında. Çiftlikte tertemiz havayı içimize çeker ve şehre yine faytonla dönerdik. Anneannem, ebegümecinin büyük yapraklarıyla nefis etli sarma yapardı. Küçük yapraklarıyla pirinçli, kıymalı, bol soğanlı yemeğini de. Mis gibi kokusunu içimize çekerek âfiyetle yerdik. Şehirdeki Pembe Ev, bahçe içinde, Haydar Bey’in kendi çizimlerini de yansıtarak, Alman ve İtalyan mühendis ve mimarlardan esinlenerek, inşa ettirdiği, iki katlı, mahzeni ve dantela gibi çatısı, yuvarlak camı ile sanki bir masal evdi. İşte böyle güzeldi çocukluğumun ilk doğa içinde “Spor Beslenme ve Randıman”a izdüşüm deneyimleri. Meşhur kaplıcalarına da gidilirdi ve ne eğlenceli olurdu trenle. Her yıl yaz aylarında babamın ekskürsiyonları arasında, Bursa Çekirge’ye, Çelik Palas’a, Uludağ’a seyahatlerimiz olurdu. Anneannemin de pek hoşuna giderdi banyo sefaları. Şeftalisi mis gibi kokardı. Annem kumaşçılardan ipek, ipekliler alırdı. Yemyeşildi Bursa. Nice güzel beldede denize girdim. Deniz mağaralarına, Pamukkale gibi doğa harikalarına bayıldım. Gölde, nehirde yüzmemi istemedi babam. Söz dinlerim.
Ülkemin güzellikleri dışında da güzelliklerin farkına varma şansım oldu. İskoçya’ya vazifesi gereği giderken annemle beni de götürdü babam. Edinburgh’taki Royal Botanic Garden seralarında, bahçelerinde koşup oynadığım, doğaya, orman botaniği ve Lâtince terimlerine âşina olduğum dönem başladı. Med-cezir olan sahiller ilginçti, ama yüzmedim. Golf sahalarını çok severdim. Bazen bana da jest yaparlardı. British Council’ın lokalinde hoşça vakit geçirirdik. Eildon Street’teki mahalledeki arkadaşlarımla bahçelerde oynardık. Evlerde de değişik oyunlarımız vardı. Zıplama mesafesinde ip gerilirdi salona. Elmalar ya da elma şekerleri asılır. Elini elmaya değdirmeden zıplayarak elmaları ısırma mücadelesi. Ne kadar güler, eğlenirdik. Yer gök elma. Meşhurdur elmaları İngilizlerin. Güzel bir mahalle idi, önü yemyeşil park. Bir komşumuz vardı, annem bana muz verirken komşu çocuğuna da verirdi. Bizim âdetlerimizin alışkanlığı. Arkadaşımın annesi gözlemlemiş ve memnun olmuş anlaşılan. Bir ay tatile giderken; “Biz bir ay yokuz. Rengigül binsin bisiklete” diye çocuğunun bisikletini bana emanet etmişler. Onlar gelinceye kadar ben de rahat rahat binmiştim. Doğum günümde annem güzel bir elbise dikmiş, babam da fotoğraflamıştı. Her zamankinden daha özel ve yeni bir elbise giyindiğimi soran köşe bakkal, yaş günüm olduğunu öğrenince, bana çikolata hediye etmişti. O sokağımızın adı da bugün aynı, evleri de parkı da. Okulumuzda da oyunlar öğreniyorduk. Babamın dostları bizi gezdiriyorlardı. Erkek çocuklar nehirde balık avlıyorlar, ben de neşe içinde Ian ve Roy’u seyrediyordum. Evin bir ferdi olan Rusty köpeğin karnında uyuyordum evde. Yanımda tatlı kedi Susy ile.
İstanbul’a döndüğümüzde ilk yazlık deneyimimiz Heybeliada’da oldu. İsmet Paşa’nın çivileme denize atladığı güzel yaz günleri. Ev sahiplerimiz doktordular. Sanatoryumun sahilinden her gün denize girerdik. Yürüyerek gider, dönerdik. Babamı annemin diktiği şık elbiselerimizle iskelede karşılardık, fakülte dönüşü. Yazlık sinemalara da gece yürürdük.
Ertesi yıl Heybeli’ye gidip gelmek zor olduğunu bir yaz yaşayarak deneyimleyen babam, Zeki Müren’in yazlığının olduğu, henüz bakirliğinin tüm özel güzelliği ile Kumburgaz’da yazlık aldı. Hüsrev
Gerede’deki evimizden de Levent’e taşınmıştık. Eski Türk filmlerinde de geçer bu yazlık beldeler. Nefis
bir denizi vardı, kumsalı. İskoç dostlarımız bayılırdı. Ayçiçeği tarlaları. Yazlık sinemalar. Doğal beslenirdik. Balıkçı kayığı sahile gelir, annem ya da anneannem çanak ile sahile yürür, bozuk para çantasını da yanına alırlardı. Evlerimizin kapılarının üzerinde anahtar bırakılırdı, çok girip çıktığımız için.
Sonra yine İngiltere yıllarımız başladı. Londra günlerimiz çok güzeldi. Kew Garden, parklar, yürüyüşler.
Doğal beslenme. Okul gezileri. Sonra Dil Tarih ve Hacettepe, daha sonra da Boğaziçi. Okullarıma (Beytepe hariç) da yürüyerek giderdim çoğunlukla. Yani hareket halindeydik. Hava, deniz ve gıda temizdi, nüfus azdı.
Lamaze Method
İş hayatımın başlangıcı İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ndeki vazifem gereği de hareket halindeydim. Rektör Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu idi. Cem’i Bey, Şişli’deki apartmanında asansör olduğu halde yürüyerek merdivenleri çıkardı ve yorulmazdı, babam yaşıtı idi. Sonrasındaki Sandoz’da biraz daha düşük tempolu harekete dönüştü iş hayatım, ama çok büyük ve güzel bir bahçesi olduğu için yemekten sonra arkadaşlarla yürüyüşler yapardık. 1986 yılında Lamaze Method ile doğum yaptım. Bu metodu detaylarıyla kaleme almaktayım, bitince yayınlayacağım. Nefes egzersizleri ve yürüyüş, merdiven inip çıkma gibi hareketleri vardı, başkaca hareketler gibi. Yazın da yazlıkta bolca deniz kenarında suyun içinde ya da kumsalda yürüyüşler yaptım. Bayılırım su içinde yürümeye. İnce bir dilim karpuz yemeğe. Kabuğa yakın yeşil-beyaz kısmını daha çok severim. Daha ziyâde şekersiz, çok az şekerli yiyecekler, içecekler hoşuma gider. Çikolata ise bitter çikolata. Çayı da küçüklüğümde alıştığım gibi sütlü içerdim. Rengigül Hanım da sütlü çay içermiş. Çerkes ve İngiliz âdetleri bazı hallerde benzerlik gösteriyor. Çaya süt konduğunda şeker koymam. Güzel demlenmiş çayı da şekersiz içerim. Bazen limonlu. Çok tuzlu da pek sevmem. Hamilelik doktorumun Allah gani gani rahmet eylesin “Altın eller” diye anılan Prof. Dr. Turgay Atasü idi ve Teşvikiye’de muayenehanesi vardı. Biz de o yıllarda Hüsrev Gerede’deki evimizde oturuyorduk Ersin ile. Yürüyerek gidip gelirdik muayeneye. 9 kilodan fazla almamamı söylemişti. “Kaç kilo alırsan al, bebek 3 kg civarı dünyaya gelir” demişti. Ben de öyle yaptım. Sabah iki yumurta ve bir bardak süt vermişti. “İki yumurta karaciğerime dokunur mu Hocam?” diye sorduğumda “Karaciğerin bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar” demişti espriyle. “Meyve dediğimde üzümü, sebze dediğimde fasulyeyi anlamayacaksın” diye tembihlerde bulunuyordu. Özellikle Ramazan ayında pideyi iyice sınırlamıştı. Her Ramazan pidelerden bir kilo alırım ve Turgay Hoca’yı anarım. Bu yıl da andık Ersin ile. Tabii hemen tam buğday ya da çavdarlı esmer, ince tost ekmeği ve detoks çorbalar, içeceklerle, rutin egzersizlerimi de biraz daha fazlalaştırdım. Çorbaları küçüklüğümden beri pek severim zaten.
Sandoz’un topluma katkı yayınlarımızdan Dr. Peter Konopka’nın “Spor Beslenme Randıman” kitapları gibi benzer yayınlar da arşivimde. Zaman zaman okurum. Tıp doktoru olan Peter Konapka, Prof. Dr. W. Rudolph’un yanında “İnsan kalbinin gaz ve madde metabolizmasına Noradrenalin’in etkisi” konusunda doktora yapmış, “İnsanların sağlıklı olabilmeleri için, sağlıklı beslenmeleri ve spor yapmaları gerektiği” konusuna eğilmiş.
Evliliğimizin ilk yıllarında Teşvikiye’de oturduğumuz dönemde; BÜMED’in tesisi üniversitemizin içinde yeni kurulmaktaydı. O sırada biz de Korukent bölgesindeki evimize geçmiştik. BÜMED de yakındı.
BÜMED’in yüzme havuzu, spor salonu güzeldi, estetikti, nezihti, çok da iyi bir spor eğitmenimiz vardı.
Oğlumuz yaz okuluna da gitmişti. BÜMED’ten çıkıp, yukarıya yürüyüp, okulun bahçesinde uzun yürüyüşler yapmak da çok güzeldi. Bu güzellikler de maalesef şimdilik anılarımızda kaldı. Sandoz bütün dünyada Ciba-Geigy ile birleşirken Koç’a geçtim. Ofisimizin biri Divan’da olduğu için tadımlar, nefis pastalar, çikolatalar ile nefsine hâkim olmak kolay olmasa da kontrol altında tutmaya gayret ediyordum. Bu süreçte Suadiye’deki evimize yakın Cadde’deki pilatesi de içeren sağlıklı form merkezlerinden zaman zaman kendime uygun üç farklı kliniğe gittim. Aynı zamanda Divan’ın yüzme havuzuna, sağlık merkezine üye olduk. Balili hanımlar pek güzel masaj yapıyorlardı. Spor salonunda da kendime uygun sporları yapmaya gayret ediyordum. Yazın da Sandoz’da iken babama tavsiye ederek, alınmasına vesile olduğum Uyumkent’teki yazlığımızda hem denize, havuza giriyor hem de spor aletlerinden faydalanıyordum. Dragos’taki sitemizde de havuz ve güneşten istifade ediyordum. Tabii burada en önemli faktör Vehbi Bey’in ilk kadın müdiresi Dr. Afife Sayın Hocam ile yoga çalışmaları yapmış olmamdı. Nur içinde yatsın Afife Hoca, 50 yıl Amerika’da iktisat hocalığı yapmış, kolejli, Akaretler’de doğmuş büyümüş, İ.Ü. İktisat Fakültesi İşletme İktisadı’nın ve Türk Amerikan Üniversiteliler Derneği’nin kurucularındandı. Birçok çocuğun burslu İngilizce öğrenmesine vesile olduk. İş çıkışı belirli akşamlar (19 yıl) evinde birlikte çalıştık, kitapçıklar yazdık, kasetler doldurduk. Lamaze Method ile yoga nefes egzersizleri aynı/benzer temel üzerine oturur. Bu çalışmalarımız hayli hacimli, Dragos’taki kitaplığımda kayıt edilecekler arasında yer almakta.
2019’un son aylarında Covid-19 ile hayatlarımız aniden değişti. Çok şükür bu salgını da geride bıraktık. Bu süreçte 14 kilo verdim ve annemin özenle diktiği kıyafetlerin içine girebildiğime pek sevindim. Nasıl mı verdim? İki öğüne indirerek ve ev sporları ile. Bir gerçek yaşımız (nüfus kâğıdımızda yazan), bir de metabolizma yaşımız (matabolic age) olduğunu biliyorum. Sağlıklı ruh ve beden, bence pozitif düşünmekle başlıyor. İnsan kendi ile barışık olmalı diye düşünüyorum. Her yıl olduğu gibi geçen yıl, rutin kontrollerimize ilave olarak cilt doktoru kıymetli bir profesörün de kontrolünden geçtim ve kendisine aklımdaki “yaş alırken cildimiz” sorularımı sordum. Sonrasında yine evimize yakın bir iki sağlık merkezini gözlemledim ve bir klinik aklımdaki gibiydi. Öncelikle nelere dikkat ediyorum; tüm uzman ekip saygılı, güler yüzlü, bilgili, disiplinli, dakik mi? Bir klinikte olması gereken temizlik, düzen, tertibi görüyor muyuz? Konusunda uzman doktor ve diyetisyenin olması da güven veriyor. Sağlıklı, bilinçli beslenme ve yürüyüşler güzel. Kendini bilerek tabii. “8-10 km yürüyün” dendiğinde ben o kadar mesafeyi yürüyemem. Ortopedi doktorum 34 numara ve çok kavisli ayak yapımdan dolayı “1 km yürüdükten sonra dinlenin” tavsiyesinde bulunmuştu. 3000-5000 civarı adım ile yürüyüşler güzel oluyor. Yeşil çay gibi çaylar, zencefil, zerdeçal, kara biber, kırmızı biber, nane, kekik, kimyon gibi baharatların, badem gibi ara öğün olarak verilen sınırlı sayıdaki kuruyemişler, tatlı yerine bir kaşık tahin gibi. Mutlu olmak için binlerce sebep var yaşamımızda. İnsan kendine iyi gelenle mutlu olmalı. Çalışma odamda daima volümü kısık olarak radyom açıktır. Yazarken de çizerken de kurumsal firmalarımızdaki ofislerimde de müzik hep var oldu. Akşamları da evimizde müziğe mum eşlik eder.
Süper 8 ve Plaklar Dönemimiz
Bu yaz ve güz, mümkün olduğunca eski günlerdeki gibi yaşama planımız var, kısmetse tabii. Yani çoğunlukla internetten azâde, kitaplar, defterler, plaklar, yüzme, yürüyüş. El yazısı ile yazı yazmak. Çizimleri renklendirmek. Yaz gelince özellikle meze yapmak hoşuma gider. Marika teyzeyi, Kiveli’yi anarım. Tebessüm ederim. Çok hoşuma gider küçüklü büyüklü oval porselen tabaklar. Bahriye anneannem ovale “beyzi” porselenin cinsine göre de “fayans” derdi. Bir tablo gibi olurdu her biri ve özenli sofra hazırlarken mutlu olurlardı, ben de ve böylesi güzel huylu, marifetli büyüklerimi anarım, tebessüm ederim. Yaz meyveleri ile meyve kokteylleri yapmak da güzel olur, çeşitli salatalar gibi.
Babamın akademik çevresindeki arkadaşlarının eşleri de annemin arkadaşları olmuştu. Yemek defterlerinde her birinin adıyla yemek tarifleri var. Benim adımla da American Brownies tarifi yazmış annem, eksik olmasın. Artık keklere pek şeker koymuyorum. Zeytinyağlıların şeker ölçüsünü de bir çimdik neredeyse. Dragos’taki çalışma, kitaplık odamdaki kitapları, defterleri, süreli yayınları düzenliyorum. Yemek kitap ve defterlerini mutfaktaki kafes dolabın içine yerleştirirken tek tek inceledim. Profesör hanımlarının spesialitelerini kaleme alacağım. Prof. Dr.
Hayrettin Kayacık’ın eşi Nesrin teyze ile Prof. Dr. Hüsnü Demiriz’in eşi Ümran teyzenin tariflerini okurken içimden “müthiş elit” dedim.
Kültür büyük bir zenginlik.
Suadiye’de de sıra plaklara geldi. 33 ve 45’likler. Yabancı
ve yerli diye ayırdım. 45’liklerin arasında Fikret Kızılok’un “Ay Osman”ını görünce pek sevindim. ÇSE Çatalçeşme’de imiş Kızılok’un. Hazırlamakta olduğum “Katman Katman Suadiye” yazımın içinde, epeydir de araştırmalarım sürüyor. Levent’teki “Zaman Zaman” LP ile buluştururum yeri geldiğinde, şimdilik Kalan Müzik’ten “Mustafa Kemal devrimcinin güncesi” kitapçığı ve CD’si ile aynı dolapta birbirlerine eşlik etsinler. Kitaplar gibi plakların da kayıtlarını yapmayı planladım. Her biri çok kıymetli müzik tarihimiz için. Tabii teknoloji tarihi için de önemli. Musiki hayatımızda hep var olsun.
Ersin, Süper 8 arşivini düzenlerken, fotoğrafçılığın evrelerini yine aktarırsa, ben de not alırım. Onun için Süper 8’in olduğu bir fotoğraf seçtim bu yazımın başlangıcında. 1983 Haziran ayında bir ay süren, Fethiye Ölü Deniz Motel Meri ile başlayan, Labranda gibi arkeolojik yerlere de çıktığımız, Köyceğiz gibi doğa harikalarını yaşadığımız balayımızda Pamukkale’deki tesis de pek güzeldi. Odanın önünde balkon, balkondan sonra özel havuzu vardı ve tüm vadiye hâkimdi. Ersin balkona üç ayaklı Mamia fotoğraf makinesini kurmuş, saniyeler içinde havuza girip, bana poz verdirtmişti.
Her balayı sözcüğü geçtikçe Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Latife Hanım aklıma gelir. Onlar balayı yapamadılar, İktisat Kongresi’ni düzenlediler ve bizlere bu güzel ülkemizi armağan ettiler. Haklarını ödeyemeyiz. Nur içinde yatsın tüm kıymetli büyüklerimiz. Pek sevdiğim “Mustafa Kemal devrimcinin güncesi”nden “İstanbul” ve “La vie est bréve” ile analım isterim.
Çalışmalarım bittikçe RE Books Arts’a kayıt edecek, Güncel Kadın köşemde de yayınlayacağım.
Gelecek kuşaklara bir hizmetim dokunur umarım. Bu süreçte dileyen de okuyabilir ilgisini çekiyorsa.
Huzur veren, sağlıklı nice güzel, mutlu, bolluklu günlerimiz olsun dilerim.