Tam tamına bir hafta önce, bir haftasonu masalı yaşadık kızımla. Şu meşhur yasaksız Cumartesi günü; bir sokağa çıkma hikayesi oldu bizim için.
Geçtiğimiz hafta da; gündemdeki yüksek dozda moral bozucu haberleri görünce, mutluluk üzerine yazmayı seçmiştim. Kimin ilgisini çekerdi ki, böylesine basit bir konu.
Ancak son derece basit dediğimiz bu duyguya; gittikçe daha çok ihtiyacımız oluyor. Belki alışkanlıklarımız içerisinde bir zamanlar yer alan gülmek, eğlenmek ve hayatın akışı içerisinde var olmak gibi; basitçe ulaşabildiklerimiz artık daha uzağımızda. Özellikle de içinde bulunduğumuz Covid ve pandemi dünyası; etkileriyle birlikte gün be gün bizleri daha da mutsuzlaştırmaya başladı diyebiliriz.
Elbette esas istediğim, kendi hayatımda da uyguladığım pozitife odaklanmayı anlatmak. Bir yandan da gazeteci kökenim sebebiyle; çevremde olup bitenleri araştırmacı bir bakışla gözlemliyorum. Aslında hepimizin kolaylıkla görebildiği bir durum bu. İnsanlarda bir bıkkınlık, bezginlik ve ne yapacağını bilememe; kızgınlık ya da öfke hali ile birlikte mutsuzluk gitgide çoğalmakta.
Haklı sebeplerle elbette. Herkesin mutsuz olmak için gerçek sebepleri var. Kimse buna karşı bir şey söyleyemez. Hayat acımasız, zor.
Ve elbette hiç birimizin hakikaten yoğun bir acı içerisindeki kimseye gidip de, mutlu olmalısın deme hakkı yok bence.
Hayat süreçlerden oluşuyor; bir dönem iyi dediğimiz şeyler yaşanabilirken; bir dönem kötü dediklerimizi ya da bizi kötü yönde etkileyen olayları yaşayabiliyoruz.
Hem olumlu hem olumsuz duygular bizi biz yapıyor. İşte bu yüzden inancımızı korumamız da pandemi dünyası içerisinde büyük önem taşıyor.
Kişi mutsuz olması gerektiği dönemlerde, tıpkı öfke gibi, kızgınlık gibi bunu dışarı atmalı. Ancak başkasına zarar vermeme bilinci ile birlikte. Mutsuzluk hissediyorsa; bu duygudan kaçmak yerine bunu yaşamalı. Kişisel gelişim perspektifinden bakmaya başladığımızda konumuz; mutsuz olan bir kişiyi, elimizdeki sihirli bir çubukla bir anda mutlu bir bireye çevirmek değil.
Sadece bir farkındalık yaratmak; öyle ki çözümün sihirli çubuk ya da başka herhangi bir şeyde değil de, içimizde olduğunu anlayabilene kadar… Bir farkındalık yaratmazsak, sadece mutlu olmanın bir anlam taşımaması. Bir de sanıldığı gibi mutsuzluk haklı olduğumuz sebeplerden değil de, aslında kendi içimizde halledemediğimiz yaşam deneyimlerinden kaynaklanıyor.
Benim temelde hedeflediğim ve seminerlerimde iletmek istediğim; kişilerin kendilerini tanıma yolculuğuna cesaret edebilmeleri. Kişi kendini tanıdıkça; o kocaman mutluluk tanımının içine girebiliyor. Tanıdıkça kendini sevmeye başlıyor ve; böyle devam ettikçe hayat da güzelleşmeye başlıyor.
Şimdi yazımın başlangıcına dönmek ve mutluluk üzerine; kızımla yaşadığımız bir deneyimi anlatmak istiyorum. Çünkü, birbirine belki de yüz metrekareden daha az yakınlıkta iki mekan arasında, sanki boyut değiştirdiğimiz bir olay yaşadık.
Evet, hala sokağa çıkabildiğimiz bir Cumartesi öğleninde; evden çıktık; yürüyerek, yaşadığımız küçük beldenin merkezine indik. Yapacağımız bir alışveriş sebebiyle bir dükkana girdik. Bu dükkanın sahiplerinden daha önce de bir kaç şey almışlığımız var. Onları şöyle bir tanıyoruz.
Biz kızımla uzun bir zaman sonra; bir Cumartesi günü dışarı çıkmanın mutluluğunu hissediyoruz.
Dünyada yaşanan, katı gerçeklikteki hiç bir şey bizim için yok; o an içerisinde. Ve serbestçe (elbette maskelerle) yürüyererek; konuşa konuşa merkeze gelmiş olmanın, işlerimizi halledebilmenin basit hafifliğini yaşıyoruz. Varolmanın dayanılmaz hafifliği işte şimdi bu boyutlarda yaşanıyor belki de. Ve biz anne kız olarak bunu yaşıyoruz diyebilir miydik? Evet, bence tam da böyleydi. Artık yaşadığımız basit gerçeklikler bile dünyamızda, fantastik boyutlarda algılanabiliyordu.
Işte bu ruhani durumla birlikte, bahsettiğim dükkana giriyoruz. Sahipleri çok güzel insanlar. Alışverişten sonra biraz sohbet etmek istiyoruz. Ama olmuyor. Çünkü – elbette haklı olarak- katı gerçeklikler, yaşadığmız ekonomik durumlar, covid, dünya, ekonomi ve ille de bizim ülkemiz. Bu ülke adam olmaz diyor kadın sahibesi dükkanın. Çökkün yüzüyle umutsuz.
Ona umut vermek ya da onu mutlu etmeyi ne kadar da istiyorum; ama çekinceliyim. Çünkü bunu yapmamın işe yaramayacağını biliyorum; o kişi karar vermiş moralinin bozuk olmasına. Ve ona saygı duyuyorum. Çünkü ne dese haklı. Dünya pek de sevimli bir yer değil, hele de şu anda. Haksız olan biziz sanıyorum; kendimizi iyi hissetmekle birlikte…
İşte tam da bu yüzden; sohbetimiz bir anda kesiliyor. Frekanslar tutmuyor. Biz de durumu kabullenerek dışarı çıkıyoruz. Bir kişi moralini düzeltmek istemedikçe bunun mümkün olmayacağını biliyordum. Ve kızım da hissediyor bunu.
Oradan çıktıyor ve ve yolumuza devam ediyoruz. Diğer işlerimizi halletmeden önce, şöyle bir kordona uzanalım diyoruz kızımla. Az sonra ise sahile indiğimizde, deniz kenarına yedi sekiz adım kalmışken, bir anda dünya sahnesinin değişimine şahit olacaktık.
Bir mutsuzluk hikayesinden, bir mutluluk hikayesine düşecekti yolumuz; merkezde ise biz. Dünyanın bir anda zemin değiştirmesi; bir anda boyutlararası seyahat etmek gibi bir şeydi yaşadığmız deneyim.
Oysa ki zaman her zamanki gibi
Ve saatler hep aynı tik toklarda…
Ama yeryüzündeyiz hep birlikte
Ve aynı sahne içerisinde…
Hava yağışlı ve soğuk olduğundan, şöyle bir denize bakıp döneriz diye düşünüyorduk. Ancak o esnada, sahilde barakamsı bir çay ocağı açmış olan genç bize yaklaştı ve içten gülümsemesiyle;
“Çayım var, içer misiniz?” dedi.
Bizse havanın soğukluğundan dolayı, ayakta çay içmek istemiyorduk. Hem böyle bir alışkanlığımız yoktu. “Hayır!” deyip ilerledik sahilde. Ve üç saniye gibi bir süre geçti geçmedi; kızımla birlikte göz göze geldik. Bu soğukta sıcacık bir çay içmek hiç fena bir fikir değildi.
Hemen birer çay söyledik. Ve ıslak, soğuk bir hava eşliğinde, karton bardaklardaki sıcacık çayımızı yudumlamaya başladık. İlk yudumlarımızı içmiştik ki; genç çaycı koşar adımlarla ve kendisiyle birlikte
taşıdığı mutluluk seliyle birlikte yanımıza geldi. Bize iki adet karton parçası uzattı.
Önce şaşırdık ve ne yapacağımızı bilemedik. Sonra onları ıslak banka oturabilmemiz için getirdiğini anladık. O anda sessiz sözsüz bir anlaşma oldu aramızda ve kızımla birlikte kartonları aldık.
Genç adam; bu iki karton parçasını öyle saf bir sevinçle sunmuştu ki bize… Onun ikramını gülerek kabul ettik. Ve ıslak bankın üzerine yerleştirdik.
İşte orada soğuk bir havada, anne kız hiç planlamadığmız bir anda bomboş bir sahilde oturduk; sakin sakin çaylarımızı içtik.
Dünya büyük bir karmaşadaydı ama ilahi sistem bizlere bu güzel hediyeyi vermişti. Böylece güvercinleri, onların özgürce havalanışını, soğuk havada ellerimizi ısıtan çayın sıcaklığını, dağların muhteşem manzarasını ve sakin sahili izledik. Hiç planlamadığımız bu duru anlarda dinlendi zihnimiz.
Hayatın tüm karmaşık enerjilerinin ortasında, bu çaycı adam ve eşi bizlere bu harika hediyeyi vermişti.
Orada öylece an içerisinde kalarak, dile getirmeden ve düşünmeden hayata şükrettik.
Hayatın hala yaşanmaya değer olduğunu, ve insanın önemini, bu çay vesilesi ile bir kez daha hatırlamış olduk. Birbirimizi hiç tanımasak da, birbirimizi ne kadar da etkileyebiliyorduk.
Sanırım mutluluk; tüm karmaşanın ortasındaki bu küçücük anın, anların ve hayata her daim sarılmanın içerisindeydi.
Bu sebepsiz yere mutlu olan genç adam; nefis çayıyla bizi de bir anda, çok güzel bir dünyanın içine alarak ağırlamayı başarmıştı.
Peki yaşadığmız bu iki dünyanın hangisi gerçekti… Siz ne dersiniz?
sibelbugdayci@gmail.com