Her şey doğayla uyumlu olmalı. Yaşadığımız çevre için belirli evrensel kurallar var. Yıllar önce Latin Amerika’da Amazonların yok edilmesinin başlangıç aşamalarına tanık olmuştum, çeşitli madenler ya da petrol çıkarmak adına yok edilmeye başlanan dünyanın kalbi Amazon Ormanları.
Oysaki büyük bir huzur vardı orada, oraya adım attığınız anda hissedebileceğiniz bir manyetik alan. Sanki tüm hastalıkların bir anda sonlandığı, dünyaya şifa veren bir merkez. Kalbin huzurunu, yaşamın saf sevincini hissedebileceğiniz bir yer. Sanırım ilk orada başlamıştı iklim krizi 2000’li yılların başında, bizler henüz bu kavramı bilmezken.
Bir yandan da insanların hırsları sebebiyle doğayla uyumun unutuluşu. Şimdi ülkemizde yıkıcı depremin ardından tezahür eden sel felaketi ile birlikte, tarihsel ve kültürel anlamda son derece değerli ve kutsal olan ve bizlere hediye kalmış bu alanların, bölgelerin perişanlığıyla birlikte, günlerdir hırpalanıyor kalplerimiz. Bizlere atalarımızdan kalmış bu hediyeyi, bu kültür mirasının yok oluşuna tanık oluyoruz. Balıklı Göl’e ve diğer kentlerimize bakınca, ekranlara baktıkça izlemeye bile dayanamıyoruz, öylece tanık oluyoruz olanlara.
Doğa sadece kendi hareketlerini yapıyor, kendini yeniliyor temizliyor. Arınıyor bir anlamda yeniden eski huzuruna kavuşmak istiyor. Elbette kurallara uymamış insan bundan etkileniyor, yaşamlar hiç umulmayan bir anda sonlanıyor. Doğa kendi akışında ilerlerken bizlere acı ama doğru dersler veriyor. Doğanın bizler için tek ev, tek yuva olduğunu görüyoruz. Doğa sağlıklıysa bizler de sağlıklı oluyoruz, doğa sağlıksızsa bizler de nasibimizi bu yönde alıyoruz.
Depremin ardından sel felaketini yaşayan bölgedeki tüm vatandaşlarımıza ve oradaki dostlarıma geçmiş olsun diyorum. Hem depremde hem de selde yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı diliyorum.
Bazen ne yazık ki acı ile de öğrenmek zorunda kalıyoruz, bizim toplumumuz da acı ile yoğrularak doğayı yeniden hatırlama zamanının geldiğini görüyor.
Kızıderililerin bir zamanlar dediği gibi,
“Beyaz adam Annesi toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar.
Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentlerde huzur ve barış yoktur.
Bu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesler ve bir kelebeğin kanat çırpınışları duyulamaz.
Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak..”
Kızılderili Şef Seattle
1853
Evet, günlerdir yaşadığımız deprem felaketi ve ardından sel ile birlikte insan olarak çaresizliğimizi idrak ediyoruz. Otuz sekizinci katta bir yaşam şık ve konforlu olabilir ama insanın tüm dengesini yok edeceği gibi diğer insanların güneşini kapatacağı, rüzgarları keseceği, bulutlara kafa tutacağı ve insanı elektrik yüklü bir bedene hapsedeceği bir gerçek.
Umarım gün gelir hayata merkeze sevgiye yakın bir yaşamı kurma becerisini yeniden edinebiliriz.
Bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesleri yeniden duyabileceğimiz günler için.
Sevgiyle…