Değerli güncel kadın okurları, geçtiğimiz haftaki yazılarımdan birinde sizlerle sağlamcılık kavramı ve onun bizlere dayattığı sonuçları üzerine duygularımı anlatan bir yazı paylaşmıştım. Okuyanlar mutlaka hatırlayacaktır; henüz okumamış olanlardan da bu haftaki satırlarımı okumadan önce, o yazımı da okumasını çok arzu ederim. Zira az sonra okuyacağın satırlarda, sağlamcılığın bir başka türünün son zamanlarda en görünür ve en saldırgan haliyle hayatlarımıza nasıl yerleştiğini ve pek çok yaşamı nasıl alt üst ettiğine tanıklık edeceksin. Özellikle bu saldırıların çok büyük bir kısmı kadın bedeni üzerinden yürütülmekle birlikte; seni, beni, hepimizi içine alan yoğun bir şekilde; tek bir tipe dönüştürmeyi, hepimize aynı ölçülerde görünmeyi ve kesinlikle sıfır beden olmayı baskılayan çok şiddetli bir akım içinde yaşamak zorunda bırakıldık. Bu akım öyle bir akım ki; tüm TV ve radyo programlarında sağlık adı altında karşımıza çıkarılan ve ne hikmetse, hepsinin sonu da bir şekilde sağlıklı olma, sağlıklı görünme ve nihayetinde zayıflama, zayıf kalma ve sonsuz bir güzel görünme çıkmazında sonlanıyor. Şimdi sağlamcılık ve onun bileşenlerinin zayıf veya şişman olmakla ya da iyi görünmekle ne tür bir bağı olabilir diye merakını giderirken, bir yandan da toplumsal yaşamın her katmanında gördüğün zayıf kalma, zayıf görünme ve tek bir tipte beden olma baskısının tarihsel geçmişine birlikte kabaca bir bakalım.
Son yıllarda, bedenle barışma ve bedenini olumlama yaklaşımları artsa da insanlık tarihi nerdeyse 2000 yıldır zayıflama konusunda çeşitli yollar aramış ve bazı zayıflama metotları üzerine çalışmış biliyoruz. Tarihe şöyle bir baktığımızda; Toplumsal ve kültürel özelliklerin, ekseriyetle kadınları belli bir kiloda olma ve bu kiloyu koruma baskısı altında tutmuş olduğunu görüyoruz. Şişmanlığın sağlıksız olduğu çokça vurgulanmış ancak, aşırı zayıflama uğruna yapılanların ne kadar tehlikeli olduğundan genellikle çok az söz edilmiş gibi duruyor. Sadece geçtiğimiz 100 yılı baz alsak bile, zayıflama uğruna neler yapıldığını ve bedene nasıl zarar verildiğini görmemiz mümkün. Sözgelimi, 1900’lü yılların başında kokain kullanmanın zayıflamada bir metot olduğunu ve ideal bir çözüm olarak insanlara pazarlandığını biliyor muydun? Zararı anlaşılıp yasaklanıncaya kadar, yüzlerce insan bu uyuşturucuyu kullanarak zayıflama uğruna can verdi. Bu dönemde Pek çok uyuşturucu madde, zayıf, ince ve fit kalmak için ideal yol olarak insanlara ve özellikle de kadınlara pazarlanıyordu. Yapılan bu korkunç yanlıştan geri dönmek için, yüzlerce insanın ölmesi gerekti. Bu zararlar silsilesinde sigara da unutulmadı tabii. Zararları anlaşılıncaya kadar, kadınların zayıflamasına yönelik çok güçlü bir ürün olarak yıllarca pazarlandı. Ölümcül olan arsenik maddesi bile kadınlar üzerinde zayıflama yöntemi olarak kullanıldı çok uzun bir zaman. Yasaklanıncaya kadar yine binlerce kadının ölmesi beklendi.
Şimdi ilk defa duyacağını düşündüğüm, korkunç bir diyetten tenya diyetinden kısaca bahsedeceğim. Tenya aslında bir tür bağırsak kurdu. İnanılmaz ama uzun yıllar bir diyet metodu olarak kadınlar üzerinde uygulandı. Kadınlar bu kurtları bir hap şeklinde yutarak, bağırsaklarında oluşacak kurtların sindirimlerini kolaylaştırmasını bekliyorlardı. Bu çaba sonucunda ne mi oluyordu? Göz sorunları, ishal, migren ve kusma ile biten şiddetli beden sarsıntıları ve tenyaların metrelerce uzamasına bağlı olarak menenjit gibi ölümcül hastalıklarla baş başa kalıyorlardı kadınlar. Tarihi incelediğimizde, bir zayıflama yaklaşımı olarak Dünyaca ünlü isimlerin, zayıflamak için fazla uyumayı bir yöntem olarak kullandıklarını da öğreniyoruz. Bu isimler, çok çeşitli uyku ilaçlarını alarak, uzun süre uykuda kalıp, acıkma hissini geciktirmiş ve böylece zayıflamaya çalışmışlar. Burada kullanılan uyku ilaçlarının yan etkilerinden söz etmiyorum bile. Kadınların zayıflamak üzere en çok kullandığı yöntemlerden biri de korse diyeti idi. Korse diyeti 2010’larda tekrar geri dönmüştü belki hatırlayanınız vardır. Bu korseler aşırı sıkı ve çelik balenli olduklarından, diyet metodu olarak kullanılan korselerle kadınların yemek yemesi nerdeyse mucize ve imkânsız gibiydi.
Tarihte geçen en tehlikeli diyet yöntemlerinden biri de pamuk diyetiydi. Kadınlar, suya batırılmış pamukları tokluk hissi yaşamak için yutup, sonradan da kusuyorlardı. Özellikle modellik alanında kullanılan bu yöntemde, eğer pamuklar bir şekilde vücuttan atılmazsa, bağırsak tıkanıklıklarıyla sonuçlanıyordu. Tüm bunlara ek olarak, diyet ve spora gerek kalmadan zayıflatma vaadi sunan obezite sabunları vardı. Kadınlardan bu sabunların, tıpkı diğer sabunlar gibi kullanılması isteniyordu. Böylece bu sabunu düzenli ve tutarlı bir şekilde kullanan kadınların, gün geçtikçe incelmesi ve fit kalması yalanı söyleniyordu. Diyetlerden en çok bilineni ise çok uzun yıllardır kullanılan müsil diyetidir. Genellikle kabızlığın tedavisinde kullanılan bu ilacın ihtiyacı olmadığı halde zayıflamak üzere kullanan kadınlarda, aşırı tuvalete gitme isteği ve yiyeceklerin tam olarak vücut tarafından emilmeden atılmasını hızlandıran oldukça tehlikeli ve kötü bir yöntem olduğunu sanırım tekrar belirtmemize gerek yok. Özellikle modeller tarafından yoğun olarak kullanılan bu yöntemin, moda haftalarındaki organizasyonlarda modellerin kullandığı giyinme kabinlerinde pek çok beklenmedik kazaya yol açtığını okumuş olanlarınız vardır. Günümüzde hala ölümcül zayıflama hapları, sağlıksız zayıflama yaklaşımları ve tek tip beslenme diyetleri varken, geçmişi yargılamak ve yadırgamaya gerek var mı onu da sizlere bırakıyorum.
Şimdi gelelim neden böylesi bir yazı kaleme aldığımın hikayesine. Geçtiğimiz aylarda arka arkaya yaşadığım birkaç olay, beni uzun süredir üzerine düşündüğüm ve çokça kafa yorduğum bu satırları sizinle paylaşmaya itti. Bunlardan birini kısaca özetleyip, sizlere anlatmak istiyorum Içine düşülen ve bir türlü çıkılamayan kısır döngüyü. Yakın arkadaşlarımdan biri, nerdeyse ben O’nu tanıdığım günden beri, çeşitli aralıklarla diyetler yapıyor ve bu diyetlerle bir süre kilo vermeyi de başarıyor. Sonra verdiği kiloları çok daha fazlasıyla iki üç katıyla geri alıyor. Bu hikâyenin çevrendeki pek çok zayıflama hikayesine benzediğini söylüyorsun duyar gibiyim. Belki kendin, belki de bir arkadaşın benzer süreçlerden geçmiştir ve sen de benim gibi o süreçlere yakından tanık olmuşsundur. Arkadaşımla Telefon konuşmalarımızın çok büyük bir kısmı onun kilo verme serüvenlerini konuşarak geçiyor. Esasında bundan asla şikayetçi de değilim. Çünkü O benim çok yakın bir Dostum ve tüm içtenliğiyle benimle paylaşması beni çok mutlu eden ve biliyorum O’nu da rahatlatan anlar. Ancak burada kafamı kurcalayan soru şu: neden ısrarlı ve şiddetli bir şekilde zayıflamak istiyor.
Şimdilerde tekrar bir diyete başladığını konuştuk geçtiğimiz günlerde. Biliyorum dedi. Yine kilo vereceğim ve biliyorum aynı hızla geri alacağım dedi. Yani artık kendi içinde de bir kısır döngüye ulaşmış bir süreç olduğunun da farkında. Ailesinden genetik olarak akan bir kilo alma mirası olduğu kesin. Yemek yemeyi bu kadar seven ve kendini yemek yememekle cezalandıran, bunu da kaybedeceği üç beş kilo için ve belli bir dönem için yapan arkadaşımın, kilo vermeye çalışırken acı çektiğine tanık oluyorum ve bu durum beni çok acıtıyor. Detaylı konuştuğumuzda kendi ailesinde de sürekli fazla kilosunun vurgulandığını, pek çok sözlü ve bakışla rahatsız edildiğini ifade ediyor. Eşiyle aralarında çıkan küçük tartışmalarda bile eşinin yine beden vurgusu üzerinden kilosuna dair çirkin atıflarda bulunduğunu söylüyor arkadaşım. Son olarak benim de lisedeyken tanık olduğum bir olay vardı. Bizi yolda yürürken gören bazı tatsız hocalarımız, arkadaşıma: ooooo! Aldın başını gidiyorsun. Nereye böyle? Daha ne kadar genişleyeceksin Osmanlı İmparatorluğu filan gibi alaycı ve kendilerince komik tavırlarla arkadaşımı rahatsız ederlerdi. En önemlisi şunu çok iyi biliyorum ki; arkadaşım hangi kiloya gelirse gelsin, yine mutlu olmayacak, yine mutlu olmayacak, kendini hep bir dal gibi hissetmek isteyecek ama bedeni buna müsait bir beden olmadığı için hep bir memnuniyetsizlik hissi olacak bedeni üzerinde biliyorum.
Şöyle bir düşün, uzun süre görüşmediğin bir arkadaşınla karşılaştığında, sana söylediği ilk şeylerden biri, seni çok iyi gördüm çok zayıflamışsın. Ya da ne oldu sana böyle, eskiden dal gibiydin sözleridir. Herkes senin yalnızca maddi dışına detaylı olarak bakar. Kimse senin Içine, Ruhuna, kalbine bakmaz. Aklına bile gelmez. Baksa da büyük ihtimalle göremez değil mi? Sonra bir masaya oturursunuz. Sıra yemek seçmeye geldiğinde, önce masada bulunan kişilerden yemeğini seçmesi beklenir çaktırmadan. Bu seçime göre de isabetli ve kalorisi az bir yemek seçilmeye özen gösterilir. Orada altı çizilmek istenen ise ben aslında çok az yiyorum. Ama su içsem bile yarıyor mesajını vermek. Oysa eve döner dönmez, kendini adeta kaybetmiş gibi mutfaktaki her şeye saldıracağını adı gibi biliyor.
Üniversitede öğrenciyken, yaz okulunda aynı odayı paylaştığım bir arkadaşımın böylesi bir deneyimine istemeden tanık olmuştum ve çok üzülmüştüm. Anahtarımla kapıyı açmaya çalışırken, içeriden gelen sesle kapının açık olduğunu anlayınca tıklatarak içeri girdim. Sanki çok büyük bir açlıktan ve kıtlıktan çıkmış gibi arkadaşım bir şeyler yiyordu. Ama birini yemeden, nasıl desem yutmadan diğer bir şeye saldırıyor gibiydi seslerden anladığım. Bir süre sustum ve rahatsız etmemeye çalıştım. Yaklaşık bir on dakika sonra, yeme eylemini bitirdi ve bana merhaba dedi beni yeni görmüş gibi. İyi misin dedim. Evet iyim dedi ve sonra şiddetli bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir erkek arkadaşı olmuş yakın bir zamanda ve çocuk balık etli kızlardan hiç hoşlanmazmış. Yaklaşık olarak üç aydır birliktelermiş ve arkadaşım bu sürede gün içinde nerdeyse hiçbir şey yemediğini, odaya gelince kendini kaybederek yediğini ve yarım saat içinde de yediklerini kusmak zorunda kaldığını anlattı ve anlattıklarının aramızda kalmasına dair bana söz verdirdi. Evet evet o dönemde ve sonrasında da söz verdiğim gibi, hiç kimseye söylemedim tabii ki. Ama ben de ondan bir söz istedim. Ve birlikte bir danışmandan yardım aldık arkadaşımın sorunu çok büyük bir ölçüde çözüme kavuştu. Şimdi yıllar sonra da konu diyet ve zayıflama meselesi olunca, anılarımdan çıkıp gelen bu hikâyeyi buradan sizinle paylaşmak üzere yazmak istedim.
Son bir söz de benim bir tanecik anneme ve tüm annelere olsun. Anneciğim, tatlım benim, lütfen beni her gördüğünde, vah vah çok zayıflamışsın, kemiklerin çıkmış, çenen düşecek, yemek yemiyor musun doğru düzgün deme. Ah ah! ben senin nasıl yiyip yemediğini bilirim. Sakın kendini anlatma bana deyişin; Çocukluğumda, bak herkes ne Güzel tabağını bitiriyor sen yemiyorsun dediğin tazecik sıcacık sesin hala kulaklarımda. Ama hiç merak etme anneciğim; hani sen beni gördüğünde, hep çok zayıflamışsın iyi iyi bu aralar iyisin maşallah diyorsun ya; sana minik bir haberim var. Ben yaklaşık 10 yıldır aslında hep aynı kilodayım. Bu arada annelerimiz duymasın; ama kendini birazcık zayıflamış hissedenlere küçük bir sırrım var. Annenize giderken, üzerinize azıcık bol giysilerinizden seçin ki; O Hep sizi iyi bulsun ve hep mutlu olsun.
Sevgimle, sevdamla.