Sevgili okur, biliyor musun? Dünyaya ilk çığlığını atmandan itibaren, nefes almaya başladığın anda, seninle pek çok farklı kimlik de merhaba diyor bu hayata. Bir bebek olarak tek derdinin beslenme ve temizlenme olan senin, minicik avuçlarında taşıdığın ve kendisinden o zamanlar bihaber olduğun kimliklerinin derdi de ekleniyor rüyalarına. Sana sorulmadan üzerine inşa edilen bu kimlikler; senin kim olduğuna, ne olduğuna, nerde durman gerektiğine, varlığına, yokluğuna ve çoğu zaman da hiçliğine karar verilmesine yol açıyor. Giydiklerin, senin için seçilen renkler, hatta oynayacağın oyuncaklar bile kimliğinin ilk imzası oluyor. Bebekliğinden uzaklaştıkça, sen de kimliklerini sessizce benimseyecek, kimilerini bir ayrıcalık haline getirmeyi seçeceksin belki de. Bu kimliklerinin acılarını, sancılarını, yıllar yıllar çekip ve gelecek kuşaklarına miras bırakacaksın kim bilir. Peki sen, sana addedilen bu kimliklerine sığabildin mi ki geleceğine aktarıyorsun?
Yaşamın boyunca sana dayatılan kimlikleri; farklı ellerde, farklı yüzlerde, farklı düşünceler ve hislerde arayacak, bulunduğun kültürün, büyüdüğün değerlerin, içinde yaşadığın inanç sisteminin, geçmişten gelen gelenek ve göreneklerin peşinden gidecek ve yaşam çizgini belirleyecek kimliklerin izini süreceksin. Bu kimlik arayışında, bazen kendine soracaksın ben kimim diye. Ailenden ve arkadaşlarından gelen mesajları dinleyip, onların senin kim olduğunu söylediğini ayrımsayacaksın. Bazen de komşularının ve öğretmenlerinin gözlerindeki ifadelerde arayacaksın kim olduğunu. İlerleyen zamanlarda ise etrafındaki kültürel figürlerden sana ulaşan sessiz mesajlara ve medyanın senin kim olduğuna dair neler söylediğine bakacaksın belki de. Tüm bu resimlerde kimliklerini sorgulayıp yetiştiğin sosyal ortamı anlamaya çalışacak, çevrende senin gibi, sana benzeyen kişiler olup olmadığına odaklanacaksın. Bu arayışta, acaba ben yaşadığım toplumsal çevrede bir azınlık mıyım; barındığım evimde hangi dil konuşuluyor? Acaba şehirde mi yaşıyorum köyde mi? Varlıklı biri miyim değil miyim? İşte bu sorulara aldığın cevaplara göre kendini bir kimlik içinde konumlandıracaksın. Yapacağın bu kimlik keşfinde, bazılarımız kendini ayrıcalıklı, güçlü olarak hissederken, kimilerimiz ise kendini ezilen, zayıf ve ayrıcalıksız olarak bulur yani öteki olur bu cevaplarda. Peki ya hiçbir cevaba sığmıyorsan ve sorularının cevaplarını bulamıyorsan sıradan cevaplarda?
Tarihe küçük bir yolculuk yaptığımızda, kimliklerin yedi temel başlıkta ortaya çıktığını görüyoruz. Irk ve etnik köken, din, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, sosyo-ekonomik statü ve bir yeti farkına sahip olmak yani en yaygın tanımıyla engelli olma hali bu başlıkları oluşturuyor. Merak etme sana bu her bir başlığın kimlik şekillenmesinde ve toplumsal alandaki karşılığını nasıl bulduğunu tek tek açıklayıp, canını sıkmayacağım. Ama şuna dikkatini çekmeyi çok isterim. Kimliklere ilişkin bu temel başlıkları devletler ve ona bağlı tüm sistemler çok ustaca kullanmasını biliyor; halkların bir araya gelmesinin önüne bir set çekerek, kapanmaz bir ayrıştırma stratejisi uyguluyor bu kimlikler üzerinden. Gelelim bugünün cümlelerine. Birkaç satır önce kimlik arayışımızda sorduğumuz bazı sorulara engelli bir birey olarak nasıl cevaplar verildiğine dikkatini çekmek istiyorum. Hatırlayacağın üzere, kimlik arayışındaki ilk sorumuz ben kimim idi. Bu soruya vereceğin cevap, yeti farkı olan bir birey olarak, bu farkın kimliğinin bir parçası olup olmadığına bağlı olarak değişir. Örneğin kör olmak, benim için kimliğimin bir parçası. Kör olmak, tıpkı kadın olmam, esmer olmam ve boyumun 1.55 olması gibi doğal özelliklerimden biri. Genellikle, kör bir birey olmak, ya da herhangi bir yeti farkına sahip olmak, toplumda çoğunlukla ast bir konumda algılanmana yol açıyor. Benim kimliğimin bir parçası olarak tanımladığım kör olma halim, pek çok kör birey tarafından ve toplum tarafından reddediliyor veya yok sayılıyor. Yeti farkına sahip olmak; çoğu kez saklanması gereken, utanılan, hatta aşağılanan bir talihsiz durum olarak Kabul ediliyor. Öyle ki öznelerin kendileri bile durumu böyle algılıyor ve tanımlıyor. Bu şekilde düşünen ya da hisseden baskın grubun engellilik algısını bir biçimde içselleştirmiş yeti farkı olan bireyler, aslında engelli olmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Nasıl ki kimi siyahi bireyler, ten renklerini beyazlatmak için çeşitli kremler kullanıyorsa, yeti farkı olanların tutumları, bu davranış türüne karşılık geliyor.
Kimliğinin belirlenmesindeki diğer önemli bir soru; ailenin sana dair, yani yeti farkına ilişkin ne söylediğidir. Sözgelimi bazı ailelere göre; engelli bir çocuk, kaynakları tüketen, koca bir çile ve hasar olarak tanımlanır. Bu tür ailelerin çocukları, kendilerini değersiz, istenmeyen ve sevilmeyen, ailesi için bir yük olarak hissederler. Kimi ailelerde ise yeti farkı olan çocuk çok aşırı sevilir; kırılacak nadide bir biblo gibi görülür. Her şeyi çocukları için yaparlar ama ondan hiçbir şey beklemezler. Bu çocuklar sevildiğini bilirler, fakat çoğunlukla kendilerini yetersiz ve bir işe yaramayan olarak hissederler. Kendilerini ailesine mecbur ve bağımlı duyarlar. Başka bir ailede ise yeti farkı olan çocuk, herkes kadar sevilir ve değerlidir. Çocuk desteklene ve kendi hayatını yönetebilmesi için de bağımsız yaşam becerileri kazandırılır. Ailelerin, çocuklarından yetenekleri oranında beklentileri de vardır. Çocuk kendini değerli ve sevilmeye layık hisseder. Hayata dair kendilerine hedefler koyarlar ve bu hedefleri farklı yöntemler kullanarak gerçekleştirmeyi denerler.
Sıra geldi diğer bir sorunun cevabına. Başkalarından nasıl mesajlar aldığına dair değerlendirmen, fanusundan çıkman ve gerçek dünyaya bir adım atmana bağlı aslında. Asıl o zaman karmaşık ortamlara dahil olup, yine karmaşık mesajlar alıyorsun. Engelli bir birey olarak farklı bir dünyaya adım atıyorsan, alacağın muhtemel mesajlardan bazılarını seninle tanıştırmak isterim. Kimi zaman maşallah çok akıllı, çok da güzelmiş iltifatlarını duyarsın. Çok sıkça Tedavisi yok mu? Hiç doktora filan gittin mi soruları peşinden gelir. Neyse ki, Allah öteki dünyada ödüllendirir seni tadında mesajları alırsın ve böylece yeti farkı olan biri olarak yaşadığın dünyada bir cezayı çektiğini sana hatırlatmış ve vurgulamış olurlar. Yani bir endişeye mahal yok; sen bu dünyada çektiğin tüm çileleri başka bir alemde unutacaksın mesajını da kapanış mesajı olarak seninle paylaşarak, ben bir diğer soruya geçiyorum. Sadece böylece düşünmek sana nasıl geliyor? Onu bir düşün isterim.
Arkadaşlarından da senin kim olduğuna ilişkin gelecek mesajlar oldukça karmaşık olabilir. Bazen onlar senin bir oyuna nasıl katılacağını bilemezler ve istenmeyen bir arkadaş olarak ilan edilirsin. Ancak hiçbir zaman çocuk arkadaşlarına kızma. Onlar en azından senin de oynayabilmen için bir yöntem bulmaya çalışıyor. Sorunun önemli bir parçası yetişkinlikteki önyargılarda düğümleniyor. Kimi arkadaşlarınla da sanki yıllardır prova yapmış gibi bir oyunu oynayıp, sahneye birlikte çıkarsın. Hiçbir zorlanma yoktur ve her şey kendi doğalında ilerler. Her zaman bu mesajları doğrudan arkadaşlarından alamayabilirsin. Onların çok bilgiç aileleri de mesajlarına kaynaklık oluşturabilir. İşte o zaman yandın demektir. Anlat anlatabilirsen kendini ve çözmeye çalış birkaç yerden düğümlenmiş iletişim problemini.
Önceki yazılarımdan birinde yeti farkı olan bireylerin ya da senin değiminle engelli bireylerin, medyada nasıl temsil edildiklerine kısaca bir değinmiştim. Maalesef engelli birey, çok tatsız ve basmakalıp söylemlerle temsil ediliyor ya da hiçbir temsil hakkı bulamıyor kendine. Örneğin çocukluğumu düşündüğümde, herhangi bir filmde veya dizide sıradan bir insan olarak yeti farkı olan bir bireyin olduğunu hatırlamıyorum. Varsa da ancak şu şekilde; filmin sonunda mutlaka o Güzel kızın gözleri açılıyor ve sevdiği adamla o şekilde evlenebiliyor. Birdenbire o yakışıklı oğlan yürümeye başlıyor ve üniversiteye gidebiliyor. Ansızın dili çözülüyor iyi kalpli gencin ve harika şarkılar söylüyor ve besteler yapıyor. Tamamen sağlamcılığı besleyen, Görece mutlu harika bir sonla bitiriliyordu film ya da diziler. Yani sıradan bir insan olarak, bir avukat, bir akademisyen veya bir manav, alışverişe giden sıradan biri olarak görmeniz asla mümkün değildir engelli bireyi. Mahallenin maskotu, espri malzemesi, mizah kaynağı olarak ise çok sevimli bir şekilde yer bulur kendine ve Bolca karikatürize edilir.
Şimdilerde ise yaygın olarak gördüğüm ve kimi film ve dizilerde rastladığım; aşırı hayranlık uyandıran modellerde engelli kahramanlar izliyorsun. Kahramanların çoğu özgün yaratımlar değil, dışarıdaki bazı film ya da dizilerden uyarlama yapılarak önüne seriliyor. Genellikle de çok başarılı, kendiyle barışmamış ve kompleksli karakterlere yer veriliyor. Televizyonun başında bu karakterleri hayranlıkla izleyen ve daha bir hayran olan sen, gerçek dünyada okuluna öğrenci, evine komşu, yanına eş ve hayatına kardeş olarak görmeyi bile hayal edemiyorsun. Haberlerdeki temsiller ise çok daha feci. Çok Azimli, ilham verici, taktire şayan, engelli dostlarımız ve kardeşlerimiz gibi alışıldık klişeler ve yapay bir nezaketten ibaret, pastoral sevmelerden geçilmiyor. Ben çok düşündüm ama bulamadım. Herhangi bir kültürel figürde sen bir engelli bireyin öylesine, sıradan bir temsilini hatırlıyor musun?
Kimlik yolculuğunda; Son bir soru olarak kendine sorduğun ben nasıl bir çevrede yaşıyorum? Eğer etrafında seninle benzer durumda birileriyle karşılaşman ve rol modellerine sahip olma şansın varsa, kendi potansiyelini anlamak ve kendini gerçekleştirmek bakımından bu halin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat çoğu zaman baskın gruplar bu durumu lehlerine çevirerek, bunu kullanmaya heveslidir. Buradan hareketle, engelli bireylerin farklı okullara, ayrı tatil köylerine, ayrı park ve bahçelere, ayrı üniversiteler ve hastanelerde olmasını ve buralara hapsedilmesini besleyen korkunç düşünceler, ayrıştırıcı fikirlerin ortaya çıkmasına Zemin hazırlamış olurlar. Bir şekilde onu toplumdan ayrı tutma ve tecrit etmeye kadar giden sonuçlar doğurur bu düşünceler. Bu durumu şöyle hayal edebilirsin. Tüm kısa boyluların, tüm mavi gözlülerin, tüm esmerlerin ve tüm şişmanların bir arada olduğu alanlara zorla gönderildiğini ve oralarda yaşamaya zorlandığını düşün. Başlangıçta önerilen bu fikirlerin kimilerince sanki o topluluğun iyiliği için yapılıyormuş gibi bir iyi niyet şeklinde anlaşılsa da uzun vadede oldukça ayrıştırıcı, geleceği olmayan ve isabetsiz bir bakış açısı sunduğunu görebilmen ve değerlendirmen önemli.
Temelde yeti farkı olan bireyleri toplumdan ayrıştırmanın pek çok sebebi olduğunu belirterek, ben burada üç kritik nedeni senin için vurgulamak istedim. Bunlardan birincisi; genel manada engelli bireylerin toplumda görülmek istenmemesidir. Çünkü bu insanlar azınlıkta bulundukları topluluğun psikolojisini bozan ve sağlam fertlerin manevi çöküşüne yol açan insanlar olarak değerlendirirler. O nedenle de tek ve isimsiz bir başvuruyla bile, okul yönetimleri yeti farkı olan çocukları rahatlıkla okuldan atabilme cesaretini gösterebiliyor. Kanunların bu çocukları korumasını bekliyorsan, orada dur bakalım. Çünkü kanun koyucular ve yürütücüler de hâkim topluluğun bir parçası gerçeğini unuttun demektir. İkinci ayrıştırma sebebi, çoğunluğu oluşturan topluluklara yeti farkının bir çeşitlilik olduğunu anlatabilmenin yönetimleri düşürdüğü çelişki diyebilirim. Zira çeşitliliklerin pek çok alanda susturulduğu ve sindirildiği yönetimlerde, çeşitlilik vurgusu yapılması oldukça tehlikeli olabilir. Ne dersin? En son olarak da ayrıştırmanın bir başka biçimi olan, bile ve isteye sunulmayan hizmetler, sürekli ertelenen kanuni düzenlemeler, lütufmuş gibi sunulan proje ve çalışmaların gösterişli bir şekilde yapılması meselesi var. Buradaki asıl mesaj şu ayrıştırılanlar için; senin her türlü sorununu çözebilecek gücüm var ama niyetim yok tavrı.
Özetle, baskın grup tüm gücü elinde bulundurur. Sistematik olarak güçlerini ve ayrıcalıklarını kendi lehlerine kullanmayı seçer. Çoğu zaman ezilen gruplar, baskın gruba tabidir. Oyunu onların kurallarına göre oynamayı seçer; buna uygun davranır ve öyle yaşar. Aynı azınlıkta olan kimileri de başka bir yolu tercih eder. Tüm bu ayrıştırmayı, ayrıcalıkları ve ayrımcı uygulamaları reddedenler vardır ki; onlarda bıkmadan usanmadan yazarlar, hep durmaksızın yazarlar. Yine yazacaklar ve hep yazacaklar kelimeleri boğazına dizilenlerin sesi olabilsinler. Yazacaklar ki, tarihe kendinden bir not olsun. Yazacaklar ki, bu mücadeleler uğruna gidenlerin ruhu kıvançla dolsun. Yazacaklar ki, her yer bir gün her canlı için yaşanılır olsun. Özgürlüklere ve nefes almaya duyduğum özlemle.
Sevgimle, sevdamla.