Şiddet ve onun çirkin yüzü, maalesef hiç gündemimizden düşürmeyi başaramadığımız bir olgu. Özellikle kadına dair şiddet, son yıllarda nerdeyse sıradanlaşan ve gerçek anlamda somut yaptırımların alınmadığı çok vahşi bir hal aldı görüyorsun. Gün geçmiyor ki, bu topraklarda bir erkek şiddetiyle hayatını kaybetmiş bir kadın haberi almayalım. Şiddet denince, Çoğunlukla aklına gelenin fiziksel şiddet olduğunu biliyorum. Çünkü şiddetin en çıplak haliyle tanık olunduğu; senin, benim, hepimiz için yaşamda görülen en somut formu fiziksel şiddetin varlığıdır. Tabii pek çok yaşamı sonlandıran, kadını sonsuz bir yok oluşa götüren fiziksel şiddetin yanında diğer şiddet biçimlerinin ne önemi var diyebilirsin. Belki kendi öznel değerlendirmene göre de haklı olabilirsin. Ama şiddetin tüm formları, bir sürecin parçası. Birbirini besleyen ve büyüten, sonları hazırlayan, yıkımlara götüren zamansız bitişler. Bizlerin tanık olduğu ve şiddetin son darbesidir aslında fiziksel şiddet dediğimiz şey. Öncesinde tüm şiddet biçimlerinin tatbik edildiği bir sürecin finalidir fiziksel şiddet o kadar. Kötü, acı ve ölüm kokan nefessiz bir final.
Peki kişileri şiddete götüren motivasyon nedir? Bireyleri öylesine teslim alan ve yaptıkları eylemlerle başka hayatları yok eden bu korkunç gücün ardında nasıl bir güdü var hiç merak ettin mi? Şiddet kavramı, temel olarak, uygulayan kişinin kendi menfaatleri doğrultusunda, karşısındaki kişi veya grup üzerinde bir kontrol sahibi olmak ve bu hakimiyeti sürdürmek için ortaya koyduğu eylemlerin tümünü içerir. Esasında gücünü eşitsizliğinden alır. Kimi kez bir defa gerçekleşebilir, kimi zaman da yıllarca sürer. Ne kadar süreceği ve hangi sayıda olacağı, şiddeti uygulayan kişinin karşısındaki kişinin gücüyle orantılıdır. Dedim ya, gücünü eşitsizliğinden alır şiddet. Literatürde şiddetin 8 tipinden söz edildiğini söyleyebilirim. Bunlar; Duygusal, cinsel, fiziksel, manevi, psikolojik, maddi, sözel ve kültürel şiddet olarak tanımlanır. Bu haftaki yazma yolculuğumda, çokça şahitlik ettiğin fiziksel şiddetin aksine, seninle sözel, duygusal ve psikolojik şiddete dair konuşacağım. Fakat bu şiddet formlarına haberin olmayan bir yanıyla ve hiç bakmadığın bir pencereden bakmayı istiyorum seninle. Sanki bu üç şiddet şekli; fiziksel ve cinsel şiddete göre birazcık daha masummuş gibi algılansa da öyle olmadığını ve maruz kalan kişiler üzerinde yaşamları boyunca kapanmayan ve derin yaralar açtığını asla aklından çıkarma.
Öncelikle bu üç şiddet şeklini kısaca hatırlamanı isterim. Duygusal şiddet, uygulayan kişinin karşısındakini değersiz ve aptal hissettirmek üzere, söylediği yıkıcı sözleri ve yaptığı olumsuz davranışları kapsar. Psikolojik şiddette ise şiddete uğrayan kişi üzerinde, uygulayan kişinin zorla ve tehditle bir güç kontrolü oluşturması durumunu içerir. Sözel şiddette, karşısındakine zarar veren sözel ya da yazılı ifadeler yer alır. Şimdi gelelim bu üç şiddet tipinin toplumsal yaşamda yeti farkıyla yer alan yani engelli bireyler üzerinde nasıl bir biçim kazandığına. Toplumsal normlara göre engelli birey olmanın, güçsüzlük anlamını taşıdığını artık bu kadar yazmamdan ve çizmemden tahmin ediyorsundur büyük ölçüde. Peki Toplumu oluşturan bileşenleri annemiz, babamız, kardeşimiz, eşimiz, sevgilimiz ve tabii ki arkadaşlarımızdan bağımsız düşünebilir miyiz?
Şiddetin Fiziksel ve cinsel şiddet dışında kalan formlarını her zaman dışarıdan algılayamayabilirsin. Eğer ortada bir itme kakma, sövme dövme veya vurma biçiminde birtakım somut veriler olsa, engelli bir birey olarak şiddet görüyorum demeniz ya da dışarıdan görülmesi çok kolay. Fakat şiddetin formu fiziksel ya da cinsel değilse, engelli bireye bakan, onun yetişemediği noktalarda kendisine destek olan, hayatını görece onlara adayan, engelli bireyi her şeye rağmen kabul etmenin gururunu yaşayan aile bireyleri, arkadaşlar, sevgililer veya eşler tarafından yapılıyorsa, işte o zaman şiddet gördüm, görüyorum demek sandığın kadar kolay olmayabilir. Şiddet gören bireyler açısından bunu kabul etmek ve dillendirmek çok zordur. Yakınlarından böylesi bir şiddet görmesiyle yüzleşmek, bireye suçluluk ve vicdan azabı hissettirir çoğu zaman. Bundan daha kötüsü de var; buna şükürler olsun duygusu bireyin deneyimlediği şiddete dair itiraflarının önünü keser. Engelli birey yaşadıkları karşısında suçluluk hisseder. Çünkü yıllarca kendisi için fedakarlıklar yapan ailesine öfke duyar. Ancak şiddetin duygusal, psikolojik ve sözel olanına maruz kaldığını belki de fark etmiyor bile. Şimdi sana şiddetin farklı formlarına engelli bireylerin nasıl maruz kaldığını bir iki örnekle açıklamak ve seninle çözümlemek istiyorum.
Hakan 25 yaşında, üniversiteden henüz mezun olmuş ve tekerlekli sandalye kullanan bir genç. Çok uzun bir süre iş aradıktan sonra, nihayet bir marketler zincirinin çağrı merkezinde kendine iş bulur ve çalışmaya başlar. Hakan’ın annesi, maaş kartını oğlundan alır ve nasıl olsa sen para çekmeye gidemezsin; pek paraya da ihtiyacın olmaz diyerek, kart bende kalsın der. Aylardır çalışmasına rağmen, Hakan’ın eline hiç para geçmemiş olur böylece. Hakan bir yandan çok mutsuzdur; bir taraftan da yıllardır kendisine bakan ailesine borcunu ödediğini düşünmektedir.
Dilek lise mezunu, 19 yaşında görme engelli bir kadın. Üniversiteye hazırlanırken, dershanede bir erkek arkadaşı olmuş. Hep birlikte dışarıya çıktıklarında Dilek’in erkek arkadaşı diğer arkadaşlarıyla tavla oynar dans ederler, sürekli telefonla video ya da fotoğraf çekip, birbirilerine gösterip eğlenirler. Dilek her geçen gün Kendisini eksik, beceriksiz ve dışlanmış hissetmeye başlar. Ancak bu hissedişlerini erkek arkadaşıyla paylaşamaz bir türlü. Benden hoşlanan ve benim erkek arkadaşım olmayı seçmiş gören bir arkadaşım var düşüncesiyle sesini çıkarmamayı ve kendini avutmayı seçer. Bir süre sonra hislerini erkek arkadaşıyla paylaştığında ise sen görmüyorsun. Nasıl seninle tavla oynayıp, nasıl sana fotoğrafları göstereyim filan diyerek Dilek’i geçiştirir arkadaşı. Dilek çok kırılır ancak ilişkisini bitirecek gücü kendinde bulamaz. Çünkü erkek arkadaşından başka kimsenin kendisini sevmeyeceğini ve kabul etmeyeceğini düşünür.
Ahu 30 yaşında ve uzun yıllardır bir hukuk firmasında çalışan görme engelli bir kadın. Anne ve babasını kaybettikten sonra, abisi ve yengesiyle yaşamaya başlar. Çok uzun zaman farklı bir eve çıkmak için uğraşsa da çabaları sonuçsuz kalır. Bir süre sonra çalıştığı firmadan biriyle yakınlaşır ve evlenmeye karar verirler. Ancak abisi ve yengesi şiddetle bu ilişkiye karşı çıkmaktadır. Özellikle Ahu’nun eve yıllardır getirdiği para kaynağı kesileceğinden ve abisi ve yengesi için engelli kontenjanından aldığı arabanın haklarını devralmak istediğinden, sorunlar çıkmaya başlamıştır. Ahu’yu tehdit ederler ve araba hakkını ellerinden alması halinde, Ahu’nun akli dengesiyle ilgili sorun olduğunu yetkililere bildirmekle tehdit ederler. Abisi sürekli ağlar ve O’nu affetmeyeceğini, kardeşlikten reddedeceğini filan söyler. Ahu, onları üzdüğü için bir yandan suçluluk duyarken, bir taraftan da onlara çok ama çok öfkelidir. Kendisini kocaman bir çıkmazın içinde duyar Ahu.
Gördüğün gibi tüm bu örneklerde, kırık, çıkık, morluk filan yok. Kimsenin canı yanmadı ya da kanı dökülmedi. Bu durumda herhangi bir şiddet yok diyebilir misin? Satırlarımın sanal misafirleri olan kahramanların hepsi Hakan, Dilek ve Ahu, kendilerini güçsüz, mutsuz ve aciz hissediyorlar bu örneklerde. Her birinin davranışları, başkalarının kontrolü altında görüyorsun. İşte sözel, duygusal ve psikolojik şiddet denilen şey tam da bunları içeriyor. Öncelikle, bu üç şiddet tipinin kuvvetli besleyicisi olan, her şeye rağmen söylemini artık topyekûn terk etmemiz gerekmiyor mu sence?
Yeti farkı olan bireyler, farklı çevresel ve toplumsal düzenlemelere ihtiyaç duyabilir. Bu düzenlemeler olmadığında, hayatın pek çok alanında erişilebilirlik sorunlarıyla karşılaşırlar. Herhangi bir yeti farkına sahip olmak, bir eksiklik değildir, farklılıktır. Eğer birinin seni görmemene, duymamana ve yürüyememene rağmen yani her şeye rağmen seni kabul ettiğini düşünüyorsan, ona sana istediği şekilde davranması için çok geniş bir alan bırakıyorsun demektir. Kendinin değerli olduğunu bil ve güçlü yönlerini bul. Eksik noktalarını geliştir. Birilerinin duyması, görmesi ve yürümesi o kişilere bir üstünlük sağlayamaz bunu unutma. Fedakârlık denilen şey de aslında yeti farkı olan kişilere özel değil, tüm anne ve babaların çocukları için yaptığı karşılıksız, duygu dolu eylemlerdir. Eğer Hakan kendini vicdanen borçlu hissetmese, annesinden maaş kartını alabilirdi. Dilek daha özgüvenli bir genç olsaydı, erkek arkadaşının tek seçenek olmadığını kavrayabilirdi. Hayatını tek başına da sürdürebileceğini veya günün birinde başka biri tarafından da sevileceğini düşünebilirdi. Dilek, Kendisini eksik, beceriksiz ve dışlanmış hissetmek yerine, erkek arkadaşına erişilebilir çözümleri birlikte bulmadıkları için öfkelenebilirdi. Ahu daha kararlı olup, kendisinin yıllardır ailesine sağladığı avantajları vurgulayabilir ve arabanın kendi hakkı olduğunu ve bir hukukçu olarak kendisinin akli melaikesinin yerinde olduğunu onlardan önce yetkililere iletebilirdi. Fakat gördüğün gibi her birinin hikayesinde bir minnet duygusu ve borçluluk hissi var. Yani kendilerine yapılanları hiçbiri şiddet olarak bile değerlendirme gücüne sahip değiller. Tüm varlıklarıyla öylesine bir teslim olma hali var ki, belki de bağımlı oldukları kişileri kendilerinin bir uzuvlu olarak görüyorlardır. Böyle hissetmekse, tamamen bireyselliği yok eden ve her bir hücresiyle kendine teslim alan bir tavırla ortaya çıkıyor. Kim bilir bir tür çaresizlik hali hissediyorlardır satırlarımın sessiz kahramanları Hakan, dilek ve Ahu. Şiddetin susturmadığı, seslerin en berrak haliyle duyulduğu, uzak acıların daha da uzak olması dileklerimle.
Sevgimle, sevdamla.