Bir sabah ofiste, Yöneticilerimizden biri tüm ekibe bir e-posta göndermişti acilen bir çeviri yapılması gerektiğine dair. Bende cevap yazdım müsaittim ben yapabilirim diye. Yöneticim; Sevda eminim tabii ki yaparsın ama bu çeviri çok önemli, üst yönetime gidecek dedi. Çok kızdım fakat soğukkanlılığımı koruyarak, olsun ben üst yönetimi Mutlu edecek düzeyde bir çeviri yaparım dedim gülerek. Geçen hafta TOEFL sonucum geldi oldukça iyi dedim ve hızla Çeviriyi yapmaya başladım. Sonraki gün yöneticimize e-posta ile gönderdim. Oysa sonradan öğrendim ki onlar bana söylemeden ofiste hiç de müsait olmayan başka bir arkadaşıma da yaptırmışlar. O çeviri de bir sonraki gün iletilmiş kendisine. Böylece elinde iki çeviriyle kalan yöneticimiz, bilin bakalım hangi çeviriyi tercih etmiş üstelik o dili bilmeden? Çok Beğendiği çeviri üst yönetimden detaylı düzeltmeler yapılsın diye geri gelince, o da kısa bir zaman olduğu için, bu kez çaresizce benim çevirimi göndermek zorunda kalmış. Sonra ne mi olmuş. Bir sonraki sabah ise yöneticimiz arkadaşlarıma beni öve öve, başarımı abarta abarta bitirememiş yokluğumda. Orada olsaydım, ne hissederdim sizce?
Üniversitede öğrenciyken, bir arkadaşım bana Sevda var ya sana harika birini buldum. O da senin gibi Dedi. Ben de konuyu uzatmak için, o da mı Psikolojik Danışmanlık okuyor diye sordum? O da mı bizim okulda, o da mı müzikle ilgileniyor diye sordum kastettiğini açıkça söyleyebilsin diye alan yaratmaya çalıştım. Merak etme Görebiliyor ama ayağı sakat dedi. İşte ne Güzel birlikte tam bir insan olursunuz dedi. Neye uğradığımı şaşırıp, neyi dinlediğimi anlamaya çalışırken buldum kendimi. Düşünsenize, yalnızca ikimizde yeti farkımız olduğu için birbirimize uygun görülmüştük arkadaşımın gözünde. Oysa bizi biz yapan hobilerimiz, mesleğimiz, kişisel özelliklerimiz, duygularımız ve hayata bakma şeklimiz değil midir? Hepsi dışında tutulmuştu eşleştirmede. Tek ortak noktamız, ikimizin de engelli olma haliydi değerlendirmeye katılan. Yanlış anlaşılmasın lütfen. Gerçekten birbirine seven ve tamamlayan, birbiriyle Mutlu olan ve birbiriyle dinlenen her çift, kör olsun olmasın, sakat olsun olmasın, herhangi bir yeti farkı olsun olmasın önemli değildir. Sadece çiftleri bir araya getiren neden yalnızca onların engelli olması durumu olmamalıdır. Arkadaşımın yalnızca bizim yeti farkımızı baz alma düşüncesi en azından benim kimyamla uzlaşmamıştı. Bu arada pek çok kör erkek arkadaşımın içselleştirilmiş sağlamcı bakış açısıyla, yine tersine bir düşünme haliyle kör kız arkadaşlarıyla çok iyi giden ilişkilerini bitirdiklerine çokça tanık oldum üzülerek. Ailelerinin baskısıyla onların uygun gördükleri sağlam birey tanımlarına uyan kişilerle evlendirildiklerini de gördüm. Çünkü engelli bir kadın, ailenin değerli mi değerli engelli olan oğullarına layık değil Bir kadın olarak. Engelli bir kadın oğlunu bakıp besleyecek, derleyip toplayacak, ütüsünü ve temizliğini yapacak nitelikte değildir aile için. Peki, kim uygun bu muhteşem oğullara? Şunu söyleyebilirim ki her iki durum da birbirini yanlış besleyen tutumlardır. Gerçek ise yaşamı nasıl kavradığımız ve ortak umutlardır.
Hayatlarımız boyunca, bilmediğimiz, tanımadığımız, tanımak için çaba göstermediğimiz hep yabancısı olduğumuz, yabancı hissettirdiğimiz ne çok kişi, grup, kurum, azınlık olarak tanımladıklarımıza karşı biriktirdiğimiz ne çok yanlış bilgimiz ve buna bağlı olarak geliştirdiğimiz ne çok önyargımız var hiç düşündünüz mü? Bize benzemeyen, bizim gibi konuşmayan, bizim gibi giyinmeyen, bizim gibi düşünmeyen ve hissetmeyen herkesi yok sayıyoruz; görmezden geliyoruz ve ötekileştiriyoruz kolayca. Kimse kendini lütfen bu yazdığımın dışında tutmasın. Hepimiz bunu bir yönüyle istemeden de olsa, bilinçli veya bilinç dışı yaşamımız süresince mutlaka yapmışızdır bir başkasına. Bazen biz bunu hedeflemesek de ortaya çıkan davranışımız bu sonucu doğurmuş olabilir başkaları üzerinde.
Bilinçli ya da bilinç dışı olarak ortaya çıkan davranışlarımızı ve geliştirdiğimiz tutumları anlatmaya ve paylaşmaya çalışacağım bu yazıda. Şöyle bir düşünelim. İçinde ama, fakat ve bir koşul bağlacı geçen ne çok onaylama cümlesi kuruyoruz ya da duyuyoruz değil mi? Onaylıyormuşuz gibi yapıyor, devamını bir koşula bağlayarak, kafamızdaki genellemelerin aslında devam ettiğini de vurguluyoruz. Engelli ama olsun çok başarılı, Alevi ama çok iyi biri, Yahudi’ymiş ama çok cömert bir insan, ateist ama gördüğüm en merhametli insan, şişman ama çok zeki. Amalı fakatlı cümleleri çoğaltabiliriz. Bu nedenle, “Engellesin ama maşallah pek başarılısın. Cümlesini duyan bir engelli birey takdir edilmekten çok, çoğu kez kendini aşağılanmış hisseder. Biliyor muydunuz? Siz söylediğinizle onun Mutlu olmasını beklersiniz, oysa o öfkelenir. Çünkü iltifata boğduğunuz bireyler, sizin kendisini genel olarak beklentilerinizin çok altında değerlendirdiğinizi ve başarısız algıladığınızı bilirler. Siz ise bu iltifatınıza karşı neden böylesi sert bir tepki aldım diye düşünürsünüz Kara kara. Sizin bu davranışınızda kötü olan ne vardır ki? Öfkenin sırrını anlamlandırmaya çalışırsınız.
Bu tür duyguları, kendini öteki hisseden ya da ötekileştirilen herkes yaşar esasında. Maalesef bu davranış örüntüleri o kadar masum görünüyor ki, çoğu zaman bu eylemleri yapan kişiler böyle yaptığını bile anlamıyor veya Kabul etmiyor. Engelli bir bireyin hesabını gizlice ödemek, siyahi birinin kıvırcık saçlarına iznini almadan dokunmak, durakta bekleyen kör birinin eline para sıkıştırmak, anneden izin almadan karnına dokunup bebeğini sevmek ya da bir politikacının engelli bir vekilin ensesini sevgiyle patpatlaması niçin bir sorun olsun ki? Bu insanlar neden bu kadar öfkeleniyor teşekkür etmek yerine? Fazla nankörlük yapmıyorlar mı? Peki yukarıda saydığım bu davranışlardan herhangi birini azınlık olmayan birine yapabilir misiniz diye bir sorun kendinize?
Merakınızı gidermek için birazcık geriye gidelim istiyorum. 1970’lerde bilim dünyası yukarıda yazdığım tüm bu davranışları ve örneklerini mikro saldırganlık olarak adlandırmış. İlk kez ırkçı mikro saldırganlık olarak ele alınan bu kavram, örtük ve genellikle otomatik küçümsemeleri tanımlamak için kullanılmış. Söz konusu tanım, ilerleyen yıllarda ötekileştirilen tüm gruplar için kullanılmaya başlanmış. Mikro saldırganlık, dini ve etnik azınlıklar, farklı ırktan insanlar, kadınlar, engelliler, LGBTQI bireyler gibi bir hedef gruba, günlük etkileşimler sırasında iletilen basmakalıp, özet, aşağılayıcı sözel veya davranışsal mesajları ifade eder. Kasıtlı yapılsın ya da yapılmasın, onur kırıcı, düşmanca ve hor gören bir eylemdir
Mikro saldırganlığın üç alt tipi bulunmaktadır: Mikro saldırı, ayrımcı ve taraflı düşünceler taşıyan, çevresel, sözel ya da sözel olmayan apaçık bir saldırıdır. Hedef gruba açık ve kasti biçimde aşağılayıcı mesajlar verme amacı taşır. Lakap takma, sınıfında hiperaktivite tanısı almış bir öğrenciyi istememe, kasıtlı olarak yaşlı müşteriye en son servis sağlama ve trans bir kadından işin gerektirmediği belgeleri talep etme gibi örnekler bu kapsamda verilebilir. Mikro aşağılama, kasti yapılmayan bir aşağılamadır. Kabalık ve küçük görme gibi örtük mesajlar taşır ve sözel ya da sözel olmayan şekillerde görülebilir. Otobüste, bir engelliye can hıraş şekilde yardım etmek için ortaya atılan insan, örtük bir şekilde engellilerin daima yardıma muhtaç ve birilerine bağımlı olduğu mesajını vermektedir. Bir engellinin başarısını abartmak da benzer biçimde, beklenenin başarısızlık olduğu mesajını içerir. Mikrohükümsüzleştirme, hedef grubun duygu, düşünce ve yaşam deneyimlerini yatsıyan, reddeden, dışlayan yorum ya da davranışlardır. Tıpkı mikro aşağılama gibi kasti değildir ve yapan genellikle farkında olmaz. Bunun en tipik örneği sen hiç kör gibi değilsin. Ben çoğu zaman senin engelli olduğunu bile unutuyorum. Erkek gibi kadınsın. Diğer kadınlar gibi zayıf değilsin. Aslında bu tavır ile O kişinin engelliliğe ve kadın olmaya dair deneyim, duygu ve düşüncelerinin hükümsüz kılındığı mesajı verilmiş olur.
Her birimiz hayatımızın çeşitli zamanlarında başka biçimlerde mikro saldırganlığın bir boyutunu yaşıyoruz. Sadece anlamlandıramıyoruz ne yaşadığımızı. Çoğu kez kendimizi suçluyor ve alınganlık yaptığımızı hissediyoruz ya da hissettiriliyoruz. Yani bize yaşatılan duyguyla baş başa kaldığımızda ortaya çıkan sorunun kaynağı olarak yine kendimizi hedef göstermemiz isteniyor örtük olarak. Mikro saldırganlık davranışı gösteren bireylerin büyük bir kısmı bu durumun farkında bile değildir. Ancak böyle olması, saldırganları aklamıyor. Bize yabancı olan, bizim yabancısı olduğumuz olaylara ve olgulara karşı duygularımızın da bu kadar yabancı olmasını sorgulayıp, belki nasıl bir yol almamız gerektiğini düşünürsek, yabancılaşma hali azıcık da olsa tanıdıklığa dönüşür. Bu güçlü inançla, yaşamın tek gerçeği dünyayı nasıl kavradığımız, paylaştığımız umutlarımız ve birlikte aynı gökyüzüne, kendimizce bakabildiğimiz bulutlarımızdır.
Sevgimle, sevdamla.