Kim bilir Belki Senin de etrafında mutlaka vardır onlardan. Hani şu hiçbir şeyden mutlu olmayan, nerdeyse içinde bulunduğu her durumdan şikâyet eden sürekli homurdanan ve mızırdanan memnuniyetsiz bir insan tipinden söz ediyorum. Yoksa sen de onlardan biri misin? Toplumsal meseleler karşısındaki rahatsızlık ya da şikayetler değil kastım. Merak etme zaten onlar karşısında gayet suskundur bu şikayetçiler. Memnun olunmayacak olayları ve durumları bulabilme konusunda uzman ve bir o kadar da yetenekli bir kimse vardır ya işte ondan söz ediyorum. Çok güzel bir resim gösterirsin ona; resim tek kelimeyle şahanedir. Ama O tualin köşesinde unutulmuş noktadan daha küçük bir boya lekesini görür yalnızca. Resmin tamamını yok sayar. Sana harika bir şarkı dinleteceğim dersin. Şarkıyı dinler ve güzel ama birazcık cızırtılı geliyor ses der. Sanırım o şarkıyı plaktan çaldığımı söylemem gerekmiyor tekrar. Sen dersin ki; Dışarıda harika güneşli bir hava var hadi çıkıp birazcık temiz hava alalım. Ama O dışarıda öldürücü, felaket bir hava var der. Sen ne güzel bir ılık bahar akşamı dersin. Şöyle çekersin temiz havayı içine içine. O’na göre hava ya çok rüzgarlıdır ya çok bunaltıcıdır ya da çok nemlidir ve nefes alınmayacak kadar kötüdür. Yani O’nun için her an bir ama ya da bir ya her zaman bir kenarda saklıdır.
Aslında hayatında tek kelimeyle mutsuzluğa ve memnuniyetsizliğe kilitlenmiştir. İçten içe zamanla seni de bu kilidin kıskacına koymaya çaba gösterir. Sanki yaşamdaki tek amacı bu insanın, her şeyin olumsuzunu bulup ortaya çıkarmak. Bu bakış açısıyla, tek kendisine değil, çevresindeki insanlara da bir zaman sonra zarar vermeye başlar. Etrafında çokça bu insanlardan varsa, bu senin de yaşam enerjinin aşağı çekilmesi anlamına geliyor demektir. Başka bir değişle senin de enerjin yavaş yavaş sömürülüyor haberin olsun. Bu insan sevgilin, eşin, dostun ve iş arkadaşın olabilir. Sözünü ettiğim yakın kişiler olunca, tabii ki birdenbire bu kişilerden vazgeçmen mümkün olmaz. En azından yaşadığın süreçleri nasıl yönetebilirsin, nasıl başa çıkabilirsin diye birazcık bu tipolojideki insanı tanımanı ve farkına varmanı istedim.
Dedim ya adı üstünde şikayetçi insan bu. Her şeyden şikâyet eder ama onu değiştirmek için asla işe koyulmaz. Aklına gelen, gelmeyen her şeyden ama her şeyden rahatsızlığını belirtir. Fakat değiştirmek için kılını bile kıpırdatmaz. Sözgelimi ofiste bir iş arkadaşını düşün; sana çok fazla işinin olduğundan yakınır. Ama işe bir türlü başlamaz ve çevrede gereksiz zaman kaybeder, etrafta oyalanır ve seni de oyalar. Ödemesi gereken bir sürü borcu olduğunu sana söyler; ama sürekli savurganlık yapar. Sen de sürekli onun gereksiz harcamalarına tanık olursun. Kimi zaman sana eşinin onu hiç aramadığından şikâyet eder, kimi zaman da çok fazla aradığını ve nefes alamadığını söyler. Aslında ne istediğini tam olarak O da bilmez ama sana da zamanı zehreder. Memnuniyetsizlikte de üstüne yoktur bu insanın. Yaşamını mutsuzluklar üzerine temellendirmiştir. Ama bu mutsuzluk yalnızca kendi hayatına bağlı değil. Başkalarının da mutsuzluklarından beslenir. Bir başkası hakkında aldığı kötü haberi hemen paylaşmak için can atar. Bir olayın hemen nasıl kötü bir şekilde sonuçlanacağına dair şaşırtıcı bir yaratıcılığa sahiptir. Bir süre sonra sen de kendini bu olumsuzluk girdabında bulursun.
Bir seferinde çok yakın bir arkadaşım bana eşiyle olan sorunlarını, ne kadar mutsuz olduğunu, eşinin çok ailesinin etkisi altında kaldığını anlatmıştı. Bu kendini anlatma süreci dramatik bir şekilde aylarca devam etti. Anlatırken o kadar suçlayıcı ve mağdur anlatıyor ki; yani onu dinleyen biri dünyanın tüm sorunlarını O ve eşi yaşıyor sanabilir. Eşinin ilgisizliği, eve karşı olan sorumsuzluğu, çocuk bakımını ve evdeki diğer işleri paylaşmaması gibi pek çok konuyu sayıp döküyordu bana. Hatta bu anlatılar öyle bir noktaya geldi ki; biz aslında birbirimiz için çok yanlış insanlarız bile dedi. Hatalı bir birleşmeyiz dedi. Tüm bunları sana veya bana anlatırken unutma kendine acındırarak, tek taraflı ve suçlayıcı bir şekilde anlatıyor. Üzerine bir de ağlama eklenince meseleyi sağlama bağlamış oluyor bu insan. Sen tavsiyeler veriyorsun duydukların oranında. Teselli etmeye çalışıyorsun arkadaşça. Elini tutuyorsun, sarılıyor ve acısını azaltmaya çalışıyorsun bir yolla. İçinde bulunduğu durumu nasıl iyileştirebilirim diye düşünüyorsun kara kara. Ben bir arkadaşı olarak bir şeyler yapabilir miyim diye düşünüyorsun uzun süre acaba? Çünkü anlattıklarıyla seni de artık şikâyet kıskacına almış ve senin olayların diğer tarafındaki özneye bir biçimde reaksiyon geliştirmeni sağlamış oluyor ustaca. Yani şikâyet etme mekanizmasının bütün araçlarını kullanıyor. Oldukça da inandırıcı görünen bir tablo seriyor önüne. Sen durum üzerinde kara kara düşünürken, bir arkadaş buluşmasında tesadüfen sana şikayetlerini sayıp döken arkadaşının henüz ilk çocukları yeteri kadar büyümeden ikinci çocuğa karar verdiklerini öğreniyorsun. O zaman hadi hayırlı olsun.
Şikayetçi insanın en belirgin özelliğinden biri de kötü şansın peşini bırakmadığına inanmasıdır. Doğuştan şanssız olduğuna inanır ve öyle de yaşar bu insan. Yaşanan tüm kötü şeylerin kendi başına geldiğini düşünür. En kötü deneyimleri kendinin yaşadığını söyler bıkmadan usanmadan. Dünyanın bütün kara bulutlarının kendi etrafını sardığına inandırır diğer insanları. İşlerinin hiçbir zaman yolunda gitmediğini ifade eder. Her zaman mağdur olacak bir şeyler bulur bu hayatta. Şansın bir türlü kendine gülmediğini söyler. Örneğin; bir insan düşün. Çok uzun zamandır beklediği bir sınav için bir şekilde başvuru tarihini kaçırır ve işte kötü şans der. Bekleme süresince kendine yüklediği kötü enerjiyi aklına bile getirmez. Yeteri kadar hazırlanmadığı bir sunumda topluluk karşısında başarısız olduğunda, kendinden öncekilerin süreyi düzgün kullanamadıkları için, kendisinin fedakârlık edip bir sonraki misafirlere zaman kalsın diye acele ettiğini ve kendini ifade edemediğini söyler ve bana hep öyle oluyor diye yüksek sesle mızırdanır. Nedense Yine kötü şans onun yanından ayrılmamıştır.
Şöyle bir bak çevrene; şikayetçi insan çoğunlukla bir özgüven sorunu yaşar. Yapamadığı her şey için bahaneler bulur. Başarısızlıklarında suçu hep başkasının üzerine yıkma eğilimi gösterir. Başarılar her zaman şüphesiz ki onundur; fakat başarısızlıklarda hep başkaları sorumludur. Mutsuzluğunun nedenini her zaman kötü giden meselelere bağlar. Başarısızlıklarını peşini bir türlü bırakmayan aksiliklere dayandırır. Kendi yetersizliğini çeşitli bahanelerle kapatmaya çalışır. Başkalarının başarılarını da onların çok gereksiz çalıştıklarına bağlayarak küçültür kendince.
Sözgelimi eğlenceli olsun diye bir arkadaşıyla hem biraz form tutmak ve hem de azıcık zayıflamak için spor yapmaya karar verir. Bir yandan da kendilerini yormayacak bir diyete başlarlar. Bir zaman sonra kendisi çaktırmadan atıştırmalarına devam eder. Yediklerinden nerdeyse hiçbir azaltma yapmadan incelmeyi hayal eder. Arkadaşı ise harika bir yol almıştır. Yavaş yavaş hedefine ulaşmaya başlamıştır. Elinde hiçbir bilimsel veri olmadan der ki; senin metabolizman benden daha iyi çalışıyor. O nedenle kilo veriyorsun. Ben su içsem bile yarıyor. Oysa daha ikinci gün spor için karar verdikleri tarih ve saati ıskalamıştır. Uyuya kaldım, çok fazla işim vardı, ben senin gibi her an boş değilim, yürümek bana iyi gelmiyor gibi çeşitli bahanelerini sıralamaya başlamıştır hatırla. Tabii ki de hala zayıflayamamaktan ötürü sana şikâyet etmeye devam eder. O atıştırmaları herkesten saklamasının mümkün olduğunu, ama kendinden saklayamayacağını hep unutur. Hayatı boyunca da hep başkalarının nasıl bu kadar incecik, tığ gibi oluşuyla meşgul olur durur. Burada sözünü ettiğim zayıflama süreçlerini övmek filan değil. Şikâyet etme aracının nasıl kullanıldığını ve başkasının verdiği emeğin şikayetçi tarafından nasıl küçümsendiğini ve sıradanlaştırıldığını vurgulamak hepsi bu. Zaten diyetlere dair düşüncelerimi birkaç hafta önceki yazılarımdan birinde uzun uzun anlatmıştım.
Şikayetçi insan, Konfor alanından asla dışarı çıkmaz. Sürekli şikâyet eder ama alıştığı düzende ilerlemeye devam eder. Mesela sevmediği bir işten söz eder, nefret ettiğini söyler sana. Fakat istifa etmeye asla cesaret edemez. Hayatı boyunca oraya kitlenip kalır. Ne yapayım artık; böyle gelmiş, böyle gider sözünü hayatının anahtarı yapmıştır. Memur geldik, memur gideceğiz diyenleri duymuşsundur. Bu söylem aslında içinde barındırdığı yüzeysel kelimelerin dışında çok şey söylemiyor mu sana? Oysa senin kendin için yaptığın manevi yatırımları aşağılar satır arasında bir yandan. Geçtiğimiz yıl bir üniversitenin yüksek lisans programına kaydolmuştum. Program şirket anlaşmalıydı ve şirketin Yeşilköy’deki yerleşkesinde gerçekleşecekti. Benim yaşadığım yer ise Anadolu yakasındaki bir nokta. Dersler haftada üç gün ve mesai sonrası olacaktı. İçinde bulunduğum işlerin sıradanlığı ve kendime yeni birikimler katmak hedefiyle kaydolmuştum bu programa. Biliyordum çok yorucu olacaktı. Çok az dinlenmeye ve uyumaya vakit olacaktı. Telefonda konuştuğum bir arkadaşıma programdan heyecanla bahsettim. Bu arkadaşım da sürekli yaşamının sıradanlığından şikâyet eden ve her zaman şikâyet edecek bir şeyler bulan biriydi. Ben çok coşkulu bir şekilde olup biteni anlatırken, of Sevda ya sen de okumayla kafayı bozmuşsun. Bu yaştan sonra ne olacak ki; olacaklar olmuş bitmiş artık bırak bu işleri dedi sevimsizce. Ben de ya olup bitenler senin dediğin gibi henüz başlamamışsa dedim ve telefonu bu şekilde kapattık. Sanırım O’nun hala şikâyet etmeye devam ettiğini söylememe gerek yok.
Şikayetçi insan, sana birçok insandan rahatsız olduğunu söyler, onlara dair dertlerini sana anlatır. Ama dikkat et onların dibinden de ayrılmaz bir türlü. Sevmediği biriyle sonsuza kadar birlikte olur ve ilişkisini sonlandırmaz. Yıllar yıllar önce bir hafta sonu kaçamağı için bir arkadaşımızın yeni aldığı evini kutlamaya gitmiştik. Arkadaşım tüm hafta sonu bize üst katında oturan yengesini şikâyet etti. Yengesinin evine çok müdahale ettiğini, her şeyine karıştığını, evdeki birçok şeyin yerini iznini almadan değiştirdiğini, kendisine nefes alacak bir alan bırakmadığından yakındı da yakındı. Annesinin de kendini yengesine emanet ettiğini, bu nedenle bu gücü ondan aldığını söyledi bize. Koca hafta sonu bir şikâyet zincirinin içinde bulduk kendimizi. Her birimiz dilimiz döndüğünce önerilerde bulunduk. Tavsiyeler verdik. Belli konulardaki sınırlarını nasıl çizebileceğini anlatmaya çalıştık. Açık ve dürüst bir şekilde rahatsızlıklarını dile getirmesini söyledik kibarca kırmadan. Söylediğimiz her şeye ama her şeye bahane buluyordu arkadaşım. Artık pazar günü evden ayrılıyoruz. Evi toparladık. Gerekli tüm kontrolleri yaptık. Tam kapıdan çıkarken yengesiyle karşılaştık. Bize veda etmek için inmiş. Ama sonra bir öğrendik ki; arkadaşımız yengesini kendisi çağırmış. Gel son bir evi kontrol et. Açık bıraktığım bir yer var mı? Kirli kalan bir şey olmuş mu? Ortalık temiz mi? Çoğu zaman şikâyet kaynaklarını sen çevrende tutmuyor musun bir düşün. Ya da bu kaynakları gayet bile isteye davet etmiyor musun kendine? Belki de sorumluluklardan kaçmanın bir başka yoludur bu ne dersin?
Çok sevdiğin bir arkadaşına sürpriz olsun diye onu sessiz sakin bir yere götürürsün. Ama arkadaşın sana şöyle diyebilir. Burası neresi ya in cin top oynuyor burada. Başka yer mi bulamadın? Kalabalık bir yer seçtiğinde de of bu ne gürültü başım şişti. Hadi artık gidelim diyebilir sana. Senin âşık olduğun ve kana kana içine çektiğin yağmurdan sonra çıkan toprak kokusunu küf, yağmurla ıslanan toprağın yumuşacık dokusunu çamur deryası olarak görür bu insan. Peki ağaçların yapraklarına düşen küçücük su damlacıklarını nasıl tanımlar? Onu da sana bırakıyorum.
Şikâyet edilen bir konuda bir çözüm önerisinde bulunduğunda ise seni dinlemez. Çünkü onlar şikâyetin kendilerine sağladığı alakayı sever. Şikâyet etme hali hep ona ilgi odağı olma şansı verir. Herhangi bir şey üretmeden, katkı sunmadan bolca konuşur ve şikâyet eder tüm hayattan. Rüzgârın etrafa savurduğu buram buram bir ıhlamur ve taze kekik kokusunu, ayağının altındaki yumuşacık çimenlerin dokusunu, hayatın ona fısıldadığı aşk şarkısını duymaz, hissetmez dokunmaz ve koklamaz inatla. İşte yine bu şikayetçi insan, tüketme çılgınlığının peşine takılarak, yıllar önce katıldığım bir işçi direnişi ve grevi esnasında, katılmayan biri olarak bu grevciler yüzünden alışveriş merkezine giden servislerin yeri değiştirildi diye de şikayetini hırçın bir şekilde dile getirmekten kendini alıkoyamaz. Öyle ya alışveriş merkezine gidecek servisi kaçırırsa, harcama çılgınlığıyla kendini emanet ettiği kredi kartı tomarlarından beklediği geçici ve hayali mutluluğu ertelenecek.
Sevgimle, sevdamla.