Değerli okur, geçtiğimiz haftalardaki bir yazımda sana sağlamcılık kavramı; onun bizlere yansıyan çok boyutlu sonuçlarını yazmış ve bu tehlikeli kavramın toplum pratiğinde nasıl bir yer bulduğunu insanlık tarihinin farklı dönemlerine küçük bir yolculuk yaparak paylaşmıştım. Yirminci yüzyılda sosyal Darvin’izm ile öjenist yaklaşımların popülerlik kazanmasına paralel olarak, toplumu temizleme ve bozulmuşluklarından arındırma çabası içine girildiğini tekrar hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu arındırma araçlarından birinin de kısırlaştırma olduğunu söylesem ne dersin? Peki bu kısırlaştırma metodunun en fazla kullanıldığı toplum kesimi sence hangisi olabilir? Seni bu can yakıcı soruyla baş başa bırakmadan, çok da meraklandırmadan cevaplayayım kendi sorumu. Dünyada Kısırlaştırma yönteminin en şiddetli uygulandığı kesimlerden biri yeti farkı ile doğmuş, yani yaygın tanımıyla engelli bireyler. Sakın bu ıslah etme, ehlileştirme ve kısırlaştırma metotlarının çok eski tarihlerde kaldığının yanılgısına düşme. Halen bu temizleme metotları, Çok çıplak ve acı bir şekilde güncelliğini koruyarak karşımızda durmaya devam ediyor. Kimi ülkelerde yasal bir zemin kazanmış olarak, kimi ülkelerde ise kapalı kapılar ardında zalimce kişilerin kararı dışında hiçbir yasa veya kanun tanımaksızın, pek çok insan hakkı ihlalini de içinde barındıran bir şekilde acımasızca uygulanıyor bu metotlar.
Bu satırlarıma ise gazeteleri tararken, sevindirici bir bilgi olarak sunulan bir haber kaynaklık etti. Haber şöyle; İspanya’da artık zihinsel engelli kişilerin istemedikleri halde zorla kısırlaştırılması uygulaması son buldu şeklindeydi. Son 10 yılda binden fazla engelli bireyin kısırlaştırıldığını içeren haber, ilgili uygulamaların insan haklarına aykırı olması nedeniyle yasaklandığını ve resmî gazetede yayımlandığını paylaşıyordu. Bu da şu anlama geliyor; ki asıl ürkütücü olan da bu, İspanya’da bugüne kadar kısırlaştırma eylemi legal bir şekilde yasaların izniyle zaten yapılıyormuş. Haberin sana neyi düşündürdüğünü, kendini nasıl hissettiğini bilmiyorum ama ben bu Öjenik hareketine dair kendimi bir çetrefilli araştırma içinde buldum. Tarihin kapkara, tozlu sayfalarını birazcık karıştırıp, rüya bir ülkeyi seçerek önüne sermeye karar verdim. Fakat bu rüyada ilerlemeden hemen şunu üzülerek belirteyim ki, serdiğim sayfalar pek temiz ve parlak sayfalar değil. Eğer olsun diyorsan, tarihin bu acı sayfalarında benimle gezmeye hazırsan, ellerim titreyerek çevirmeye başlıyorum koyu sayfalarını yavaştan yavaştan.
Öjeni akımının bir döneme nasıl imza attığını ve Nazi Almanya’sında yapılan engelli kıyımlarından haberi olmayan yoktur aranızda diye düşünüyorum. Öjeni kavramı, 1883’te Francis Galton isimli bir bilim adamı tarafından ortaya atılan bir terim olsa da köklerine tarihin derinliklerinde rastlamak çok şaşırtıcı değil. Öjeniye göre, insanlığın bütün özellikleri kalıtsal olarak belirlenmektedir. Dolayısıyla, ideal olan insanların üremesi, ideal olmayanlarınsa üremelerinin engellenmesi veya ortadan kaldırılmasıyla ideal bir topluma ulaşılabilir. Esasında bu inanış, Almanya’da yapılan kıyımın temel felsefesini de içeriyor ve felsefe Almanya’nın da dışına taşarak hem Avrupa hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde de etkili oluyordu.
Peki Platon’un tarihin bir zamanında öne sürdüğü şu düşünceden haberdar mıydın? Eğer seçkin kişiler, seçkin kişilerle birlikte olursa, bir yönetici sınıfı doğar demiş Platon. Sparta’da tüm çocukların bir yaşlı meclisinin değerlendirmesinden geçtiğini, çocukların yaşamaya uygun olup olmadığına bu meclisin karar verdiğini biliyor muydun? Önceki yazılarımdan birinde yazdığımı hatırlıyorum ama yazmadıysam, yazmış olayım; Eski Roma’da fiziksel bir engel ile doğmuş çocukların öldürülmesinden babaları sorumluymuş. Bunu duymuş muydun? Şimdi gelelim; bu üstün ırka ve temizlenmiş topluma sahip olma düşüncesinin tarihine şöyle bir uzanıp yakından bakmaya. 1800’yü yılların sonuna doğru büyük bir güç kazanan bu kusursuz toplum hayali, kendisinden sonraki yüzyıla da damgasını verdi. Amerika ve İngiltere’de Öjeni enstitüleri kurularak, Öjenik düşüncenin dini otoriteler, devlet kurumları ve bilim dünyasında kabul gördüğü ve desteklendiğini biliyoruz. Carnegie Enstitüsü ve Rockefeller vakfı gibi kurumların bu fikirlerin elle tutulur bir hale dönüşebilmesi için, finansal destekler sağladığını da vurgulamak önemli bu noktada. Sonuçta istenmeyen grupların ve engellilerin zorla kısırlaştırılması süreci başlamış oldu. Böylece toplumlar bedenlerini, ırklarını, cinsel yönelimlerini beğenmediklerini toplumsal bir hijyen yaratmak üzere, yok etmenin yollarını aradılar. Bu toplumsal hijyenin yollarından biri de pek çok ülkenin uygulamaya koyduğu üzere, temiz ve kusursuz toplumlarını engellilerden arındırma düşüncesiydi.
Pek çok konuda olduğu gibi, Rüya ülke Amerika, zorla kısırlaştırma konusunda da başı çeken ülkelerden biri oldu. 1906 yılında senin de reklamlardaki kahvaltı gevreği markasından bildiğini sandığım John Harvey Kellogg’un Öjenik hareketi ana akıma taşımak amacıyla, ABD’nin Michigan eyaletinde ırk ıslahı vakfını kurduğunu duyunca şaşırma. İlk kısırlaştırma yasası 1907 yılında ABD’nin Indiana eyaletinde; engellilerin, suçu sabit olanların ve tecavüzcülerin üremelerini engellemek, bu özelliklerini gelecek kuşaklara aktarmalarını önleme fikriyle çıkarıldı. 1927 yılında Amerika’nın en yüksek mahkemesi, engellilerin zorla kısırlaştırılmalarını bir dava ile onayladı. Kaynaklara göre, davaya konu olan Carrie bir akrabasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalmış. Ailesi de bu durumu örtmek için onu akıl hastanesine yatırmış. Mahkeme Carrie’nin annesinin ve henüz bebek olan kızının da “geri zekâlı” olduğunu iddia etmişti. Ancak kızının okulda başarılı bir öğrenci olduğu sonradan ortaya çıktı. O dönemde Amerika’da 65 binden fazla insanın Öjeni yasalarıyla zorla kısırlaştırıldığını dehşetle öğreniyoruz.
Zorla kısırlaştırma demek ne anlama geliyor diye soruyorsan; insanların izni, rızası veya haberi olmaksızın kısırlaştırmalarıdır. Nasıl yapılır ki? Diye küçük bir örnek vermek gerekirse, çoğu kişiye doktorlar tarafından apandisit operasyonu geçirecekleri yalanı söylendiğini yazarsam zorla kısırlaştırmanın ulaştığı boyutu anlamak daha kolay olur. Engelliler arasından en fazla kısırlaştırılanlar ise zihinsel engelliler ve psikiyatrik engelli bireylerdi. Kısırlaştırma işlemleri, genellikle devlete bağlı olan kurumlarda ustalıkla yapılıyordu. Akıl hastaneleri, hapishaneler, engellilerin kapatıldığı bakım evleri bu kurumlar arasındaydı.
Bu zorla kısırlaştırmalardan siyahlar, Latinler ve fakirler de payını çokça aldı. Zorla kısırlaştırmaların en fazla yapıldığı eyalet California oldu. Özellikle 1997 ile 2013 arasındaki bir dönemde, kadın cezaevlerinde yaklaşık 14 bin kadının zorla kısırlaştırıldığını öğreniyoruz. Hatta ismini hatırlayamadığım bir ABD eyaletinde, yargıçların kendi isteğiyle kısırlaştırılmayı kabul edenlerin hapis cezalarından 30 gün düşülebileceğine dair bilgi verdiklerini okumuştum bir yerlerden. 1983’te en son olarak Oregon eyaletinde yapıldığı ve 33 eyaletin Öjeni kapsamında zorla kısırlaştırma yaptığını görüyoruz. Uygulanmıyor olsa da halen Washington eyaletinde Öjeni temelli zorla kısırlaştırmanın geçerli olduğunu da paylaşmak isterim. Amerika’da hala 13 eyalette zihinsel engelli bireylere ailesinin izni alınarak, zorla kısırlaştırma yapıldığını biliyoruz. Bu düşünceye göre, zihinsel engelli kadınlar, her an cinsel istismara uğrama potansiyeline sahiptir. Zorla kısırlaştırma yoluyla istismarı değilse de kanıtlanabilir hamilelikler önlenebilir. Ayrıca anne baba olmaya yetkin görülmeyen kişilerin üremesi de topluma ek bir yük getireceğinden, en somut çözüm olarak bu yolun izlenmesi meşru olarak değerlendiriliyor.
Gördüğün gibi, temizleme, arındırma ya da toplumsal hijyen meselesi, toplumdaki pek çok dezavantajlı kesime uygulanan acımasız bir yöntem olarak hala güncelliğini korumaya devam ediyor. Kime sorarsan sor, bu temizleme operasyonunu kendine göre bir akıl tutulmasıyla açıklayıp, toplumu iyileştirme, kusursuz hale getirme, engelli bireylere yapılanları ise onları koruma ve geleceklerini güvenlik altına alma şeklinde açıklayabilirler sana. Hele hele bu işlemlerde bilim insanları ve özellikle dini otoritelerin onayını almaksa tatbik edenler bakımından oldukça kurtarıcı bir mekanizma ve soğuk bir gerçek olarak karşında duruyor. Öjeni düşüncesini birazcık daha tanımana ayırdığım satırlarımı başka bir tarihe ve yepyeni düşünüşleri yazmak üzere saklayarak, toplumsal hijyen için zorla kısırlaştırılan engelli bireylerin bir insan olarak haklarını ihlal ederken en ufak bir rahatsızlık duymazken, onları istismar eden insan kırıntılarının vicdanlarını zorla vicdanlaştırmak için bir gelecek planı var mı diye bir sorayım dedim.
Sevgimle, sevdamla.