Sevgili okurlar, hayatınızın ayrılmaz parçaları olan bazı işaretleri bir düşünün. Trafik işaretleri, güvenlik ve sağlık işaretleri, akıllı işaretler, coğrafi işaretler gibi pek çok alanda farklı işaretleri yaşam pratiklerimizde kullanıyoruz. Bu işaretlerdir ki, sizlerin onları gördüğünüzde belli durumlarda almanız gereken pozisyonu, yapmanız gereken değerlendirmeyi, seçmeniz gereken yolu ve geçmeniz gereken ana dair kararlar vermenizi kolaylaştıran işaretlerdir. Bir de hayat pratiğimizde kullandığımız ve işimizi çok kolaylaştıran kişi isimleri dışında kalan nesne, kavram veya eşya isimlerinin yerine kullandığımız ve onları işaret eden bazı kelimeler vardır ki, bunlara işaret zamirleri denildiğini biliyoruz. Bu kelimeler, hem bir nesnenin veya kavramın yerini işaret etmek veya göstermek, hem de bir ismin yerini tutmak şeklinde görevler alırlar. Bu, şu, O, Bunlar, Şunlar, Onlar vb. Tanıdık gelmiştir sanırım.
Merak etmeyin lütfen; sizlere uzun bir Türkçe dersi verme niyetinde değilim. Yalnızca bu işaret zamirlerinin amacı dışında nasıl kullanıldığının, bu yanlış kullanımların ne zaman nerede kimlere nasıl hissettirdiğine dair bir öngörü kazanmanıza minik bir katkı sunmak istedim o kadar. Fakat en baştan hemen söyleyeyim, işaret etmek için kullanılan bu sözcükleri bazılarımız pek sevmiyor olabilir mi? Neden mi? Çok saçmamı geldi sizlere bu soru? O zaman önce hikayemi bir okuyun sonradan konuşalım bunu.
Yıllar önce, çok büyük bir heyecanla iş görüşmesine gitmiştim. Görüşme uluslararası bir şirketin çok havalı plazalarından birinde gerçekleşecekti. Bir gece önce Telefonda konuştuğum yetkili, özgeçmişimi çok etkileyici bulduğunu, benim tam şirketlerine uygun bir aday olduğumu ve benimle çalışmak için sabırsızlandığını söylemişti. Gece boyunca hiç uyumadım. Sabah erkenden kalktım; kahvaltımı yaptım. Güzel güzel giyindim, çok sevmem ama azıcık boyandım, saçlarıma şekil verdim. Yani anlayacağınız süslendim, beslendim, gideceğim iş görüşmesi için bir keyiflendim bir heveslendim. Hava soğuk ve yağmurluydu bu nedenle bir taksiye bindim. Yoğun bir İstanbul trafiği eşliğinde gideceğim yere nihayet geldim.
Plazanın alternatif girişlerinden görece bana uygun olan, taksiciye göre yürümesi daha az olan bir girişte durduk. Kolumda çantam, bir elimde şemsiyem ve diğer elimde de beyaz bastonum indim taksiden. Asıl yeni başlıyor olaylar söyleyeyim şimdiden. Ben kapıyı kapatır kapatmaz, sürücü camdan başını uzatıp bir güvenlik görevlisine; önce sessizce olduğunu tahmin ettiğim bir el işaretiyle, görevli anlamayınca bu kez elini cama sertçe vurarak yüksek sesle; hemşerim şuna bir yardım etsene dedi. İş aramaya mı ne gelmiş diyerek hızla uzaklaştı. Ben yağmurun etkisiyle birazcık aceleci ama mekânı tam da kavrayamadığım için birazcık çekingen yavaş yavaş plazaya doğru yürümeye başladım. Kendi kendine açılan şu afili otomatik kapıların birinden geçtim. Danışma olduğunu sandığım ve çok neşeli bir telefon konuşması yapan sese doğru ben de neşeyle yaklaştım. 30 saniye kadar konuşmanın bitmesini bekledim. Merhabalar. Kolay gelsin. Nasılsınız? Diye bir selamlama girişi yaparak, kendimi tanıttım. Falan filan bey veya falan filan hanımla görüşmeye geldim Dedim. Beni bekliyor kendisi. Bekliyor kendisi sözüm havada birkaç tur attıktan sonra bilmiyorum nereye düştü. Danışmadakiyle Aramızda Oldukça soğuk ve uzak bir sessizlik oluştu.
Az önce diğer telefonla neşeli ve cazibeli konuşan sesten eser kalmamıştı. Bu arada Taksicinin benim için yardım istediği görevli arkamdan gelmiş olmalı ki, danışmadaki görevli kim aldı bunu içeri diyerek, görevliyi payladı. Kapıdaki görevli ben almadım; O kendi girmiş dedi. Benim gıyabımda, ben yokmuşum gibi birazcık daha devam etti olu bulu ikili konuşma. Öfkemi kontrol ederek, arayıp bilgi verir misiniz dedim falan beye, filan hanıma? Danışmadaki görevli oflayıp, püfleyerek, gönülsüzce bir arama yaptı. Konuşmanın çok az kısmını duyabildim ne yazık ki; ancak duyduğum kadarı da pek bir şeye benzemiyordu. Şey efendim; bir ağma var burada. İş görüşmesine sizin çağırdığınızı söylüyor ısrarla. Ne yapalım onu? Konuşma bitince, danışmadaki görevli tamamdır. Seni bekliyor dedi. Kaçıncı katta diye sordum. 9’uncu katta dedi dilinin ucuyla yüzüme bile bakmadan. Asansör ne tarafta dedim şurada dedi. Tahmini olarak şuraya dediği yere doğru yürümeye başladım. Dur dur şurada şurada demeye devam etti arkamdan. Sanırım ki yanlış bir tarafa yöneldiğim için, sigara içmeye inmiş bir çalışan bana eşlik etti asansöre kadar. Asansörü buldum ve bindim. Biner binmez tuşları aradım ama tek bir tuş yoktu. Tamamen dokunmatik bir ekran üzerine kurgulanmış bir asansördeydim. İçeridekilere sordum 9’uncu kata basar mısınız lütfen? Yine bir sessizlik oluştu. Bu kez de o kime diyor diye kendi aralarında konuşmaya başladılar. Fark etmez biriniz basın diye tekrar dişlerimi sıkarak büyük bir sabırla rica ettim.
Evet evet artık nihayet görüşme katındaydım. İnince, falan beyi filan hanımı sordum çevremdekilere sakince. Hangi oda acaba diye destek istedim. Çok kibar bir bey, ben size eşlik edebilir miyim diye izin alarak koluma girdi ve birlikte odaya doğru yürümeye başladık. Odanın önüne geldik ve bey efendi yanımdan ayrıldı. Yavaşça kapıyı tıklattım. İçerdeki ses buyurun dedi ve içeri girdim. Yine aynı şekilde günün anına uygun bir selamlaşma ve kendimi tanıtma faslından sonra, oturduğu yerden kalkmadan falan hanım, filan bey, bana soğuk bir sesle geçin oraya oturun dedi. Elimde bastonumu sürükleyerek, Oraya doğru yanaştım bir sehpa var. Başka bir oraya doğru gittim bir küçük masa var. Bir başka oraya doğru yanaştım ve bir yazıcıya değdi elim. Son olarak tahmini bir oraya daha gidiyordum ki, nihayet yerinden kalktı falan bey, filan hanım ve bana somut bir yer gösterdi.
İnanamıyordum. Nihayet odadaydım ve artık gerçekten işle ilgili, işe dair bir görüşmeye başlayacaktık. Odaya ulaşıncaya kadar yaşadığım deneyimlerden, uğradığım hakaretlerden o kadar yorgun düşmüştüm ki; tam kendimi toparlamaya çalışıyordum ki, buraya seni kim getirdi diye bir soru yankılandı odada. Ben sıcacık bir kahve veya su eşlik etsin beklerken görüşmemize, O harika soruyu yapıştırdı telefonda benimle bir gece önce sıcacık konuşan coşkulu falan bey, filan hanım. CV’ni inceledim. Çok başarılısın. Taktire değer şeyler yapmışsın. Ama biz daha çok sahada aktif çalışacak elemanlar arıyorduk dedi. Seni daha fazla yormayalım. Evin nerede? Nasıl gideceksin evine? Hemen bir telefona sarıldı. Telaşla, Yukarı birini yollayın. Az önce geleni gelip alsınlar. Taksiye filan bindirsinler. Evet evet onu onu işte ağma arkadaşı. Acele edin. Başka bir görüşmem var diyerek sesiyle acelesinin altını çizdi. Odaya gelmem uzun zaman almıştı. Ama çok kısa bir sürede çıktım odadan çok başarılı özgeçmişimle. Ne varlığımın özüne ne de geçmişimin gizine bakıldı. Benimse aklıma evet evet o’nu o ağma arkadaş sözütakıldı.
Taksiden inmemle başlayan, beni de sımsıkı içine alarak devam eden, işaret zamirleri silsilesine azıcık dikkatinizi çekmek istedim. Şimdi lütfen yazdıklarımı baştan okuyun. Yazım boyunca kullanılan tüm işaret zamirlerini sarı ile boyayıp, dair içine alın. Bakın bakalım, kaç kez bir eşya, bir nesne, bir kavram ve kaç kez bir hiç olmuşum? Neyse ki şanslısın; bu yazıya plazaya gelinceye kadarki taksi muhabbetini eklemedim bile. Varlığımla çelişen üçüncü tekil şahıs olma halini ise sizleri daha fazla yormamak için almıyorum buraya. Onun tekilliğinden kaynaklı saklıyorum gelecekteki satırlarıma.
Sevgimle, sevdamla