Kör bir hukukçunun, akademik olarak ne kadar kendini beslerse beslesin, hala hâkim olamayacağını biliyor muydun? Kör bir çiftin, yuvadaki bir çocuğu alıp ailelerinin parçası yapamadığından haberin var mıydı? Halen bazı dokümanlarda engelli bireylerin hangi meslekleri seçmesi gerektiğinin tanımlandığını hiç duydun mu? Körlerin hala herhangi bir resmi işlemde imzalarının geçerli olmadığını ve okur yazar olarak kabul edilmediğine hiç tanık oldun mu? Ve daha neler neler. Çok can sıkıcı bir tablomu çizdim dersin. Değerli okur, şimdi birazdan okuyacaklarını rahatça kavrayabilmen ve sindirebilmen için, senden küçücük bir ricam var. Lütfen yanına içecek bir şey alıp, eğer mümkünse de sadece kendinle kalıp, bu satırlara gizlenmiş ve belki de ilk defa okurken, kendinle bir yüzleşme sağlayıp, bugüne kadar yapmadığın bir sorgulamayı benimle yapmanı çok arzu ediyorum. Eğer geçtiğimiz haftalardaki 3 Aralık Dünya engelliler günü kutlamalarına yeterince doyduysan, medyanın, politikacıların çığırtkan söylemlerine boğulduysan, yeteri kadar ajitasyon ve duygu sömürüsünü kana kana içtiysen, artık bunlara sen de benim gibi yeter artık diyorsan, hazırsan haydi başlıyoruz. Yeni kavramlarla tanışacağın ve benimle çıkacağın bu uzun ve zor yol arkadaşlığın için çok teşekkürler. Daha önce sağlamcılık kavramını bir yerlerden okuyup okumadığını, duyup duymadığını bilmiyorum. O zaman zihninde yeni ve temiz bir başlangıç olsun diyeyim ve anlatmaya çaba göstereyim sağlamcılığı bu kısıtlı satırlarda.
Sağlamcılık kavramı, engellilikle ilişkili konuları herhangi bir engeli olmayan senin, onun, birinin kendi bakış açısıyla görüp değerlendirmesi durumudur. Bu düşüncenin temelinde oldukça tehlikeli bir duygu yatar. Sağlamcı bakış açısı, bir bireyin engelli olarak yaşama halini yaşamaya değer bir hayat olarak değerlendirmez. Biliyorum oldukça karmaşık bir açıklama gibi geldi sana. Ama yavaş yavaş ilerliyoruz sağlamcılık yolculuğumuzda. Şimdi hazır ol. Sağlamcılık düşüncesine göre, norm olarak kabul gören ideal bir beden var. Yeti farkı olanlar, yani senin çok alıştığın değimiyle engelliler bu ideal bedenden sapanlar kategorisinde yer alıyor. Gördüğün gibi, tanımlanmış bir sağlam ideal beden var. Bir de bu bedenin dışında kalan yani normdan sapan, kusurlu olarak görülen vücutlar var. Mesela ben kör bir kadınım. Dolayısıyla, tanımlanmış bu normal bedenin dışında kalıyorum. Çünkü idealize edilmiş bu kusursuz beden algısına uymuyorum.
Aslında sağlam ve sakat olanı literatürde de bilimsel olarak birbirinden ayıran bir disiplin var. Bu disiplin normal ve anormal tanımlarını kendi kriterlerine göre açıkça yapıyor. Normal yani ideal beden tanımının dışında kalan her birimiz, tıbbi bakış açısıyla patolojik ya da anormal şeklinde sınıflandırılmış oluyoruz. Kulağa nasıl geliyor? İşte bireylerin anormal olarak etiketlenmiş olmasının sebebi sağlamcılık düşüncesine göre, cinsiyet, etnik köken, ırk gibi doğal insan farklılıklarının bedensel sapmalar olarak ortaya çıkması ve bu farklılıkların bir hata olarak kabul edilmesi durumudur. Yani sağlamcılık yaklaşımı, sakat bir bireyi onarılması gereken üretim hatası olarak görür ve davranışlarını da bu düşünce ekseninde belirler. Sakatlığı da içine alan bu genel eğilime göre, sakat yani Sağlam olmayan birey, faydasızlık demektir. Sakatlığa kişisel bir trajedi olarak yaklaşır ve iyileştirilmesi gereken bir sorun olarak algılar. Örneğin bu eğilime göre yeti farkı olan bireylerin, içinde bulundukları duruma dair muhakkak yas tutması beklenir. Bunun Tam aksine eğer engelli birey bulunduğu halden mutluysa, bu kez de mutluluğu tuhaf karşılanır ve birey durumunu inkâr etmekle yaftalanır. Mesela Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur; bu sakat mantıkla bu iş yürümez, bu gerçeği görmemek için kör olmak gerekir gibi söylemleri sen de etrafında çokça duyuyorsan ya da kendin kullanıyorsan, o zaman sana da geçmiş olsun diyeyim. Çünkü sen de sağlamcılığı istemeden de olsa dil aracılığıyla besliyorsun ve onu yeniden üretiyorsun. Ne demek mi istiyorum? Hadi şimdi tarihte sağlamcılığıa dair küçük bir yolculuğa çıkalım o zaman.
Antik Yunanda kadınlar ve Yunan olmayan diğer insanlar ikinci sınıf Vatandaş olarak Kabul edilirdi. Engelli olarak doğan bebeklerin öldürülmesi ise çok yaygındı. Mitolojide ise tanrılardan yalnızca Hephaistos’u sakat ve çirkin olarak hatırlıyoruz. Hephaistos’un iki ayağı da topaldı. Yunanda engelli olma hali, işlenen bir günahın bedeli olarak görülmekteydi. Romalılar da zayıf ve sakat doğan bebekleri, şimdi adını hatırlayamadığım bir nehirde boğarak öldürürlermiş. Romalıların Toplu eğlencelerde; sağırları, körleri ve cüceleri eğlenme aracı olarak kullandıkları bilinmektedir. Özellikle kör ve cüceleri vahşi hayvanlarla dövüştürdüklerine tarih sayfalarında yer verilmektedir. Peki sakat Roma imparatoru Claudius‘un bir zamanlar Roma’da alay konusu olduğunu ve annesinin O’nun için yarısı tamamlanmış bir erkek canavar dediğini biliyor muydun?
İncil’de, engelliliğin kişinin önceki hatalı davranışlarından kaynaklı ortaya çıktığına dair bazı metinler olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle yazı bulunmadan ve matbaanın keşfinden önce, yerleşik düzende yer alan bazı Temel değerlerin yayılmasında körlerin oldukça önemli bir rol oynadığını belirtmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Belki de körlerin kuranı ezbere okuyabilmesinin bu denli bilinmesi ve hafızlıkla özdeşleşmeleri, bu öğretilerden kaynaklanıyor olabilir mi?
Kapitalist öncesi ara dönemlerde de sakatlar şeytanın varlığının kanıtı olarak algılanıyordu. 18. Yüzyılda ise sakatlar tamir edilemedikleri için, hurdaya ayrılması gereken araçlar olarak görülüyorlardı. 19. Ve 20. Yüzyıllarda üretim şekillerinin değişmesi, sakat ve yaşlı bireyleri, üretim sürecinin dışına çıkaran bir dönem olmuştur. Sakat olanın toplumsal yaşamdan dışlanmasını, kitleler halinde ölüme gönderilmesini sağlayıp meşrulaştıran, sosyal Darvin’iz ile öjenist hareketler de bu dönemin ürünleri olarak sakatlık tarihine geçmiştir. Modern dönemde ise normal tanımına uymayan her organizma, toplumun dışına itilip, gözden uzak tutularak, gerekiyorsa ıslah edilecek, tecrit edilecek ya da öldürülecektir.
İnsanlık olarak, Tarihsel süreçler içinde de bizden farklı olanı her daim sapkın ve aşağı görme eğilimi göstermişiz. Ne büyük bir gurur değil mi? Esasında doğal bir farklılık olan ırk ve cinsiyet gibi kavramları, halen günümüzde çeşitli boyutlarıyla aşağılama ve iktidar kurma enstrümanları olarak kullandığımızı gözleyebilirsiniz. Sağlamcılığın nasıl tehlikeli bir zeminde durduğunu ifade edebilmek için felsefe tarihinden bir örnek paylaşmak istiyorum. Aristo’nun kadınlara dair yüz yıllar önce dile getirdiği inanılmaz bir söze kulak verelim şimdi. Aristo derki; kadın sakatlanmış bir erkektir. Yani kadın bir uzlu kesilmiş, eksik bırakılmış anlamıyla kullanılıyor bu bağlamda. Kadın olma hali, zayıf ve anormal olarak kabul ediliyor o dönemlerde. Şimdilerde ise farklı cinsel yönelimler anormal olarak tanımlanıyor. Kadınlara dair yukarıda bahsettiğim küvetli hissedişlerin hala büyük kitleler tarafından kabul gördüğünü sanırım tekrar etmeme gerek yok.
Nasıl ki ırk ve cinsiyet ayrımı bu kadar keskin, Sağlamcılıkta da normal ve anormal arasında çok keskin bir çizgi var. Kendisini Normal olarak tanımlayan birey, normal itesini yani gücünü, sağlamlığını anormal olarak tanımladığı üzerinden elde eder. İşte bu tanımlama şekli eğer beden üzerinden yapılırsa, sağlamcılık adını alır. Bu tanımlama ile normal birey karşıtını anormallik üzerinde bulup, onun üzerinden kendine bir üstünlük sağlamış olur. Böylece, iş yaşamında, okul hayatında, toplumsal yaşamın her katmanında her zaman tercih edilen normallik ve onun bileşenleri olur. Sözgelimi bir iş başvurusu için aranan kriterler arasına çok kolayca herhangi bir engelli olmaması şartı eklenip, sakat kişilerin daha en baştan eliminasyonuna yol açacak çetrefilli ve karmaşık noktalara eviriliyor bu mesele. Mesela yıllar önce şan opera okumak isteyen benim gibi gençler, kör olmaları gerekçesiyle hak ihlaline uğramış oluyor ve konservatuarlara kabul edilmiyorlar.
Sağlamcılık kavramı o kadar güçlü ve teslim alan bir kavramdır ki, yüzyıllardır bizleri o kadar sarıp sarmalamış ki dört bir yanımızdan, Yeti farkı olan veya kendini engelli olarak tanımlayan pek çok bireyin, yaşamlarını bu sağlamcılık idealizmi üzerinden inşa etmiş olduklarını görmek mümkün. Sağlamcılık zeminine inşa edilmiş birey yaşamları da engeli olmayan yani görece sağlam bireylerin, kendileri için lider, koruyucu ve rol model olmalarını isterler, beklerler. Çünkü engelli bir birey her zaman yardıma muhtaç, cinsiyetsiz, bağımlı ve üretemeyen varlıklar olarak algılanır sağlamcılığın penceresinden. Kör biriyle yüksek sesle konuşan sen, bir kadının ne istediğine karar veren sen, engelli bir kadının çocuğunu ondan daha fazla düşündüğünü sanan sen, bir trans kadınla karşılaştığında, diğer tüm trans kadınlardan farklı olduğunu söyleyen sen, çok alakasız bir anda ya da ortamda fiziksel güzelliğimi vurgulayan sen, yeti farkıma dayanarak, beni bir güvenlik sorunu olarak algılayan sen, tüm işleri birinin yerine yapan ve onu edil genleştiren sen, engelli birine gereksiz bir hayran olma hali taşıyan sen, neyi yapıp yapamayacağıma karar veren sen, söyle ne istiyorsun bizden, benden? Şimdi bir düşünmeni istesem, bu düşüncelerinle kaç masalın yarım kalmasına, kaç hayalin kurulmadan bitmesine ve bu sağlamcı düşünüşlerinle bu evrenden kaç kişinin görünmez olmasına katkı sundun? Yoksa bunlar bana fazla deyip ezberlenmiş eskilerine geri mi dönüyorsun? Ama bil ki bir gün sen de sağlamcılığın bir öznesi olmaya doğru süzülüyorsun.
Sevgimle, sevdamla.