Kimi zaman Kendini, hiç o yerde ve anda yokmuş, yok edilmiş, üzerine basılmış gibi hissettiğin an oldu mu? Nedenini bilmediğin, ama herhangi bir ortamdan ağzında kekremsi bir tatla ayrıldığını duyumsadın mı? Yeni başladığın bir işte, yeni katıldığın bir çevrede, ilk kez gideceğin bir okul için kendini bir endişe içinde bulduğun zamanları hatırlıyor musun? Zihninin derinliklerine bir arkeolojik gezinti yapmaya hazır mısın? Şimdi bana soracaksın biliyorum; Sevda yine neleri kazıyacak diye. Ama bu kazıyı seninle yapacağız. Kazımız sonunda bazen bir hazine bulacağız, bazen de kazıdıklarımızdan hayat yazımızı bulacağız. Kazıdıklarının kimisini tekrar yerine koymak isteyeceksin. Artık bir kez kazıdın. Şimdi temizle ellerini toprağından, şöyle bir duru suya tut ellerini ve barış kazıdıklarından sana kalan yazıyla.
Geçtiğimiz aylardaki bir yazımda paylaştığımı hatırlıyorum. Çalıştığım iş yerine yeni bir yönetici atanmış. Yönetici çok taze bir heyecanla ilgili bulunduğu birimlere ait tüm ofisleri geziyor ve orada çalışanlarla tanışıyor, tanıştırılıyor. Belki bir daha istifa edinceye veya biri onu işten alıncaya kadar tekrar uğramayacağı ve hiçbirinin yüzlerini bile hatırlamayacağı bir dolu insancıkla tanışmak zorunda bıraktırıyor sistem zavallı yöneticiyi. İşte böylesi bir tanıştırılma merasiminde, sevgili yönetici büyük bir sessizlik ve saygıyla, ofis içinde sırasıyla tüm birimleri ve çalışanlarını tanıyacak şekilde dolaştırılıyor. Alt kademe yöneticiler el pençe divan tahmin edersin. Efendim burası bizim finans birimimiz. 100 personelimiz çalışıyor. Bunların şu kadarı mühendis, şu kadarı işletmeci, işte şu kadarı da lojistik. Ayşe hanım şu işi yapıyor; Ahmet Bey de şu işi yapıyorlar. Her birinin şirketimize olan katkısı muazzam. Özellikle Burak Bey çok gelecek vaat eden bir çalışanımız. Oysa ofiste aynı işi yapan ve hata Burak beyin 3 katı çalışan Ebru hanımın adı bile geçmiyor bu tanıştırılmada. Çünkü o bir kadın.
Yine aynı ofiste farklı bir sahne olsun bu kez. Yönetici tüm ofisi gezdi ve nihayet sıra bizim birime geldi. Birimdeki tüm çalışanları yine aynı sessiz üslupla ve hızlı bir tempoyla tanıştırırken; tam benim önümden geçiyordu ki, bir çalışma arkadaşımın yine sessiz bir göz işaretiyle ki maalesef o sessiz uyarıyı anladım. Aniden bir geri dönüş hamlesiyle, pişmanlık dolu bir ses ve eliyle omuzumu pat patlayarak kadar da sevimsiz bir tavırla, işte Cafer Bey, bu da bizim Sevda’mız. Birimimizin gülü. Yaşam sevinciyle dolu görmeyen bir arkadaşımız. O bizim ofisteki neşemiz gibi bir pastoral tanıştırmayı hak görüyor kendine. Çünkü o ne erkek ne de bir kadın. Sadece yönetici gözünde görmeyen bir personel o kadar. Bitirdiği okul, Yaptığı iş, kattığı değer, gösterdiği fedakarlıklar ve fazla çabanın hiçbir önemi yok edilmiş olmuyor mu? Buradaki örnek ille ben olmak zorunda değilim. Daha kolay anlatabilmek için, kendimi seçtim. Böylesi tanışma ve tanıştırılma sahneleri pek çoğunuzun başına geliyordur biliyorum.
Sözgelimi iki kişi bir toplantıda tanışıyorlar. Arthur Bey, merhaba. Ben Arthur memnun oldum. Ayşe Hanım, Ben de çok sevindim tanıştığımıza. İsminiz ne güzelmiş. Nerelisiniz? Arthur Bey, Türkiyeliyim, Türk vatandaşı bir Ermeni’yim diyerek açıklık getirmek zorunda bırakılıyor. Ermeni olmanız benim için hiç önemli değil. Mühim olan insanlık. Ayşe Hanım’ın söylemek istediğinden, sen de mühim olanın insanlık olmadığını çıkardın mı? Rahatsız oldun mu? Yoksa ben fazla mı kazıyorum satır aralarını? Yani aslında buradan Ermeni olmanın bir olumsuzluk olduğu, insan olarak bile sayılmamaları gerektiği durumu ortaya çıkıyor. Fakat Ayşe Hanım öylesine ulvi biri ve kocaman bir bakış açısı var ki, Arthur beyin Ermeni olmasının insan olmasına asla engel olmadığını düşünüyor. Ne kutsal bir hissediş değil mi? Üstelik Ayşe Hanım, hala öylesine duyarlı ki, bu durumu açıkça tekrar belirterek, Arthur beyi rahatlattığını ve kendini Ermeni olmayan biri karsısında eksik hissetmemesini sağlayacak kadar da düşünceli ve nazik buluyor. Peki bir kişinin Ermeni ya da Yahudi olması meselesi bu kadar önemli olmasaydı, tekrar tekrar belirtilmesi ve vurgulanmasına ihtiyaç olur muydu? Eğer çok sıradan bir durum olsaydı, vurgulamak aklına gelir miydi Ayşe Hanım’ın?
Üniversitede ikinci sınıftayım. Finallerim bitmiş ve bir arkadaşımla Taksim’e gidiyoruz. Otobüse bindik ve biner binmez de ben hiçbir talepte bulunmadığım halde, tıklım tıklım otobüsten bana bir yolcu yer verdi. Yer verirken de bağıra çağıra, ya bu ülkede hiç insanlık kalmamış. Şu ağma kıza neden kimse yer vermiyor. Yazıklar olsun nidalarını ata ata yani şovunu yapa yapa bana yerini devretmeye hazırlandı. Ben oturmak istemediğimi belirtince, yolcu tekrar bağıra çağıra ısrar etti. Arkadaşım Ogün çok zor bir gün geçirmiş ve birazcık da grip olduğu için yorgundu. Ben de bana verilen yeri arkadaşıma verdim. İşte o zaman koptu kıyamet. Benim nankörlüğümden tutun da kıymet bilmezliğime ve arkadaşımın fırsatçılığına kadar uzanan geniş bir hakaretler silsilesine maruz kaldım. Şimdi sence ben eşit miyim?
Birkaç durak sonra otobüs yavaş yavaş yolcularını indirdi. Oturmak için yeni yerler açılınca, birlikte arkada daha rahat bir koltuğa geçtik. Bir süre sonra arkadaşım kucağında bebeğiyle bine bir yolcuya yerini vermeyi teklif etti. Yolcu oturmayı kabul etti. Yanıma oturan Yolcunun Kucağındaki bebek, benim çantamla, saçlarımla ve takılarımla kendiliğinden oynamaya başladı. Bir yandan da anlayamadığım bir bebek dilinde benimle konuşuyordu. Annesinden izin alarak, bebeği kucağıma aldım tatlı mı tatlı bebeği. Hoplattım, zıplattım, birlikte çok keyifli zaman geçirdik. Böyle kıvır kıvır saçlı, azıcık da tombik ve çok neşeli, konuşkan, dışa dönük bir bebekti. Birlikte gülüyoruz; bebeği seviyorum, saçlarını okşuyorum, öpüyorum. O da benim yüzüme dokunuyor; burnumu çekiyor; kolyemi boynumdan almaya çalışıyor. Saçlarımı çekiyor yani bildiğin tanıdık sevimli sahneler geçiyor aramızda. Birdenbire omuzumda bir el hissettim. Bir amca, dur dur diyor bana. Dur diyor defalarca. Ne oldu diyorum; bir şeyler mırıldanıyor ama arkamda kaldığı için tam da duyamıyorum söylediklerini sadece bir esmer esmer dediğini duyuyorum o kadar. Sonra yolculuğumuz bitiyor ve arkadaşımla iniyoruz Taksim’e. Yürürken Soruyorum ne oldu ben anlayamadım. Ne demek istedi amca diye soruyorum. Arkadaşım diyor ki, senin sevdiğin bebek zenciydi; o yüzden öpme öpme esmer esmer diyordu sana. Sence bu bebek hayata hangi eşitlikle başlamış oluyor?
Bazen tek bir bakışınla, tek bir sözünle, tek bir satırınla, tek bir mimiğinle, o kadar çok şey söylemiş oluyorsun ki, nezaket ve kabalık kavramları birbiriyle hızla yer değiştirebiliyor. Mesela sokağı süpüren bir kişinin temizlediği yere çöpünü atmak kabalık mıdır? Ya da çalışanın rahatsız hissetmemesi veya rencide olmaması için, elindeki çöpü saklayıp eve götürmek mi? Bence buradaki ikinci tutum, senin, benim ve hepimizin gerçek duygu ve düşüncesini içerir. Aslında bir şeyi özellikle gizlemek veya özellikle belirtmek arasında hiçbir fark yok gibi hissediyorum ben. Örneğin kör birini aşırı yüceltmek, ilahileştirmek, yok saymak ve görmemezlikten gelmek arasında bir fark yoktur. Sadece her iki durumda anı kapatmış oluruz ve genel hissedişlerimiz aynıdır. Sürekli kadın ve erkeğin eşit olduğu vurgusunu duyuyorsun. Bu eşitlik ortamında neden eşitlik vurgusu ısrarla yapılıyor o halde? Sence gerçek anlamda sağlanan bir eşitlik var mı? Sen böyle bir eşitliğe inanıyor musun? Tüm insanlar eşittir; tüm kadınlar ve erkekler eşittir, demeyi bir eşitlik hayalini kurabilmek için vurguluyor ve geleceğe eşitlik taşları döşüyoruz çocuklarımız için. Hala karı gibi bir adamsın denildiğinde hakaret, erkek gibi kız maşallah denildiğinde bir övgü sayılıyorsa, eşitliğe bu cepheden bir kez daha bakalım istedim.
Mesela hatırlıyorum; derslerde her mesleğin çok değerli olduğu anlatılırdı. Bu mesleklerden herhangi birinin olmamasının çok tatsız sonuçları olacağını öğrenirken, karşılaştırmalar için akıllara kurumun çaycısı, kapıcısı ve çöpçüsü gelirdi. Bu örnekler üzerinden mesleklerin birbirinden hiçbir farkı olmadığı söylenirken, aslında ne çok farkı olduğunun da altı çizilmiş olmuyor mu? Sence hosteslere kabin memuru denmeye başlanması, sekreterlere yönetici asistanı denilmesi, kapıcılara apartman görevlisi denmesi, dildeki kavramların değiştirilmesi ya da dönüştürülmesi, eşitliği getirir mi? Peki sen, Yüreğine, zihnine ve vicdanına ekilen eşitsizlik tohumlarını nasıl ve ne zaman sulayacaksın? Yoksa içindeki eşitsizlik inancı tüm sularını da mı kuruttu? Eşitsizliğine yaptığın derin kazıların, eşitlik yazıların olsun dileklerimle.
Sevgimle, sevdamla.