Değerli güncel kadın okurları, aranızdan bazılarının rastlamış olduğunu tahmin ettiğim; özellikle Bazı internet sitelerinde karşılaştığımız engelli bireylere nasıl davranılması gerektiğine ilişkin çok ilginç ve komik reçeteler yer alıyor. Bu davranış kalıplarında, adeta tüm engelli bireylerin birbirine benzediği var sayılarak, bağlı oldukları engel grubuna dair ortak birtakım normlar ve ideal davranış kalıpları sunuluyor sizlere. Oysa tüm bireyler gibi, engelli bireyler de tektir ve kendine özgüdür. Tıpkı tüm insanlar gibi karmaşıktır ve tek bir davranış kalıbı ya da tek bir metodolojisi yoktur, olamaz. Dolayısıyla, karşılaştığınız veya karşılaşma olasılığınızın olduğu her engelli bireye elinizde tutacağınız bir kullanma kılavuzuyla, kesin ve doğru sandığınız bilgilerle yaklaşıp bilimsel bir sonuca ulaşmanız pek mümkün değil bence. Kaldı ki; insana dair her türlü bilimsel bilginin günden güne hızla değiştiği, her yeni bilgi için yeni veri toplanması gerektiği düşünülürse, böylesi kesinlikler için ne çok yolumuz olduğu ve disiplinler arası ne çok araştırma ve çalışma yapılması gerekliliğinin anlaşılması oldukça önemli. Sizlere sözü geçen bu reçetelerdeki yanlışlıkları sayıp dökmeyeceğim. Onları okuyup okumamayı size bırakıyorum. Onun yerine toplumsal yaşamda çokça başımıza gelen, sizlerin doğru olarak kabul ettiği bazı yanlış aforizmaları ve söylemleri, kimi davranış kalıplarını yine yaşamın içinden seçtiğim çarpıcı örneklerle açıklayıp, meseleyi birazcık daha sarkaçtık bir tavırla ifade etmeye çalışacağım.
Yazılı ve görsel medyada, siyasetçi söylemlerinde ve sokakta sıklıkla duyduğumuz, çok can sıkıcı ve tehlikeli bir söylemden söz edeceğim. Her sağlıklı insan bir engelli adayıdır. Bu söylemi ilk kim? Ne zaman ortaya atmış ve kitleler tarafından nasıl bu ölçüde küvetli bir kabul görmüş bilmiyorum? Ama bildiğim şu ki çok problemli bir alan yaratmış engelli bireyler ve kendini sağlıklı olarak tanımlayanlar arasında. Bu tür söylemler, engelli olma halini tamamen umutsuz, negatif ve kötü bir durum olarak vurgulamasının yanı sıra, insanlara engellilikten korktukları için bazı hizmetleri yapmaları ya da dayanışma ve destek olmaları fikrini zorla dayatır satır arasında. Oysa kimse bir engelli adayı olduğu için ya da bir gün engelli bir birey olacağı ihtimalinden tırstığı için yardımlaşma veya hizmet üretme yoluna gitmemelidir. Bu düşünme şekli, temelde evrensel etik anlayışıyla da çelişir. Beklenen Hizmetler çok temeldir ve insanın doğuştan getirdiği ve sadece insan olmasından doğan haklar bütününü içerir. Bu tür söylemler, uzun vadede hak temelli bir yaklaşımı değil, lütuf temelli çıkarcı kısa vadeli bakış açılarını güçlendirir. Sözgelimi, erkekler, bir gün kadın olma ihtimaline karşı mı kadına yönelik şiddetin karşısında bir tavır alırlar? Bir gün göçmen olabilme ihtimaline karşı mı göçmenler için toplumsal çalışmalar yapalım? Bir gün ben de işsiz kalırım diye mi çalışan haklarına karşı bir pozisyon alalım? Gerçi tüm bunlar bizim gibi coğrafyalar için çok şaşırtıcı olmaz. Ama yine de susma sustukça sıra bize geleceği için değil, konuşamayanların sesi, susturulanların nefesi olarak değişmez, genel geçer bir pozisyon almamız gerektiğini söylemeye çalışıyorum.
Engelli olma hali her zaman beraberinde bir hastalığı içermek zorunda değildir. Engelli bireyin Mevcut durumuna ayrıca eşlik eden bir tıbbi tanı yoksa, herkes kadar sağlıklıdır. Engelli olmayan insanları sağlıklı insan olarak tanımlamanız, engelli bireyi hastalıklı olarak tanımlamanıza karşılık gelir. Belki bu tanımlama ve sınıflamaları da tekrar bir düşünmek, yeni kavramlar inşa etmek gerekir. Herhangi bir yerde engelli bir bireyle karşılaştığınızda, lütfen geçmiş olsun diyerek ilk karşılaşmayı keyifsiz hale getirmeyin. Engellilik bir hastalık değildir geçmez. Engelli birey, çoğu kez yaratılan toplumsal bariyerler ve eksik düzenlemeler nedeniyle hayata katılımı belli ölçülerde kısıtlanan engellenmiş kişidir.
Sanılanın aksine engelli bireyler her zaman yardıma muhtaç, korunma ve himaye edilmeye ihtiyaç duyan varlıklar değildir. Hayatlarını bağımsız sürdürme çabası ve yeri ve zamanı geldiğinde sıradan biri gibi arkadaş ve dostlarıyla dayanışabilirler. Yardımlaşma dediğimiz şey, tek yönlü bir olgu olarak düşünülmemeli ve tarafların farklı biçimde birbirine destek olabilme potansiyeli olabileceği kabul edilmeli. Tek boyutlu bir yardımlaşma hali, bir zaman sonra yardımı alan kişileri edilgen kılar ve aciz hissettirir. İlişkiler yardımlaşmaktan çok dayanışmak üzerine kurulduğunda gerçek bir samimiyet ortaya çıkar.
Konu yardımdan açılınca, minik bir anekdotu paylaşmak isterim bazılarının yardımlaşma kavramından ne anladığına dair. Kör bireyler olarak Sokakta en çok karşılaştığımız deneyimlerden biri; karşıdan karşıya geçmek üzere, eşlik etmeye gelen birinin benim için bir dua et. Sizin dualarınız kabul oluyormuş demesi. Zaten sizlerin cennette de yeriniz garanti diyor yardımsever vatandaşımız. Eğer seni karşıya geçirirsem ve 40 adım seninle yürürsem, ben de yerimi orada ayırtmış olurum diye düşünenler var biliyor muydunuz? Peki bu 40 adım çok tehlikeli bir yerde bitiyorsa, örneğin tam iki yolun ortasında? Sonra ne olacak? İnanın bana bu bir şaka değil. Çok ilginç ve ucu ucuna derin hesaplamalar yapan ve istatistik tutan bir kitle bile olduğunu söylüyor bazı arkadaşlarımız.
Örneğin bugün kaç engelliye yardım ettiysem, o kadar öteki dünya için ödül toplamış olurum gibi bir bakış açısını hayal etsenize. Bu şekilde İşler ne kolay olurdu değil mi? Sen Tüm evrensel ahlak değerlerini çiğne, evrensel canlı haklarını ihlal et, tüm vicdansızlıkları yap, sonra da birkaç yardımseverlik tutumuyla tüm bu eylemlerinden azad edilmiş olduğunu düşün ve sıyrıl onlardan. Bu noktada yanlış anlaşılmak istemem tabii ki. Her yardımcı olanı bu kategoride değerlendirmek adil olmayacağı gibi, herkes için aynı reçeteyi kullanıp, herhangi bir kimseyi yargılamayı asla amaçlamıyorum. Sadece sıradan hayatlarımızda, kiminizin hayatın bir döneminde karşılaşma olasılığı yüksek bir sokak tablosu çizmek istedim.
Engelli bireylerin yaşamlarında en çok karşılaştığı davranış türlerinden biri de kaç yaşında olurlarsa olsun, bulundukları ortamlarda kendilerine çocuk muamelesi yapılmasıdır. Bireyin bu çocuksu tavırlarla karşılaşma hali, çoğu zaman itibar zedeleyicidir. Taktir edersiniz ki, Kendilerini yeterince ifade edememe durumlarında, yine her engelli birey için genellediğiniz bir agresif hal ortaya çıkabilir. Engelli bireyler, her an kırılmaya hazır bir biblo veya hassas bir eşya değildirler. Sürekli onlara canım canım diye cığım cığım hitap etmeniz, belki bu kırılmayı hızlandırıyor olabilir mi? Örneğin bir iş toplantısına katılan bir arkadaşınızı düşünün; mesele bu arkadaşınız ben olayım, evet şimdi ne yapıyoruz? Sevda’cığım, yavaşça gelelim, bu sandalyeye oturalım ve diğer arkadaşlarımızı bekleyelim olur mu canım? İstersen şöyle dönelim. Telefonumuzu da kapatıyoruz değil mi tatlım? Elimizi de yıkadık değil mi pandemi var ya. Sizce de çok komik bir diyalog değil mi bu iki iş arkadaşı arasında geçen? Ne hissetmesini, nasıl hissetmesini bekliyoruz bu üstten bakışla?
Diyelim ki toplantı başladı ve sırayla bir tanışma gerçekleşiyor ya da yönetici odadaki herkesi falan hanım, filan bey diye sahip oldukları unvanlar ve yaptıkları işlerle yeni yöneticiye tanıtıyor. Peki, bana sıra geldiğinde, Sevda arkadaşımız da bizim canımız. Uzun süredir bizde. O bizim neşe kaynağımız diye bir tanımlama yapıyorsa, her çalışan kadar emek koyan, üreten biri olarak ne hissetmem ve nasıl hissetmem bekleniyor? Peki yeni yönetici gözünde nasıl bir başlangıç yaratılmış oluyor benim için? Sizce yönetici cephesinde Nasıl bir izlenim ortaya çıkıyor bana dair? Özellikle yönetici düzeyindeki kişilere şunu söylemek isterim; sözlü ve yazılı iletişim kurarken lütfen kelimelere takılmayın. Bilin ki engellilerin büyük bir kısmı uzun yıllardır artık bu kelimelere takılmıyor. Yalnızca ne yaptığınıza ve nasıl hizmet ürettiğinize odaklanıyor. Ortopedik engelli, Görme engelli, İşitme engelli, Farklı gelişim gösteren, Otizmli, Down sendromlu, Sağır, Kör birey gibi ifadeler kullanmanızda bir sorun yok. Yalnızca kişilerle konuşurken, ismiyle hitap etmeniz çok kıymetli bir tavır olacaktır.
Emin olun ki, Engelli bireylerin de tıpkı herkes kadar bir iletişim becerisi var. Eğer kendilerine dair herhangi bir konuda merakınız varsa, doğrudan ilgili kişiyle irtibat kurup sorabilirsiniz. Yanımızda bulunan kişilere Neyi var? Şikâyeti nedir? Çayına kaç şeker alır? Oturmak ister mi? İmza atabiliyor mu? Ne kadar para çekecek? Evli mi? Çocuğu var mı? Gibi sorularınızla kendilerini bir eşya gibi hissedebileceklerini hatırlayın istedim. Bir de küçük bir çelişkiye açıklık getirmekte fayda görüyorum. Çoğu kimse tarafından kabul gören bir argümana göre, körler diğer insanlara göre daha iyi duyarlar. Bilimsel olarak bakıldığında, gözlerinin görme yetisini kullanamayan birinin kulaklarına daha fazla bir görev vermesi çok şaşırtıcı veya ilahi bir durum olmayabilir. Peki kör biriyle konuşurken neden sesinizi yükseltme gereği duyuyorsunuz? Artık bir karar verseniz diyorum. Duyma eyleminde iyi miyim değil miyim?
Şimdi sizlere minik bir sürprizim var. Biliyor muydunuz? Dünyada çok uzun yıllardır sağırlık ve körlük bir kültür olarak tanımlanıyor. Buna dair literatürde çokça makale ve araştırma yer aldığından, meraklılarının bir de bu gözle meseleyi inceleyip, okumasını çok arzu ederim. Lütfen engelliliği sırf kendi gözünüzde birazcık daha sevimli hale getirmek maksadıyla Özel çocuk, melek insan gibi sıfatlar kullanmayın. Bu tür sıfatlar özünde ötekileştirmedir. Esasında kişinin olduğu gibi kabul edilmediğinin çok güçlü bir işaretidir. Farklılıkları oldukları biçimde benimsemek ve gerçek anlamda kabul etmek onurlu bir yaşam hakkına saygı ifadesidir. Hepimizin ara sıra sıradan birer insan olmaya ihtiyacı olabileceği gerçeğini zihninizde tutarak, bu tuhaf aforizmalar kapısını şöyle kapatmak istiyorum. Engelli bireyler, yalnızca yapış yapış TV programlarında gösterilecek rengarenk bir oyuncak bebek veya maskot değildir. Bu tür enstrümanlara ihtiyaç varsa bir oyuncakçıya uğramanızı rica ederim.
Sevgimle, Sevdamla.