Aklımdan çıkmıyor bir türlü sıcacık ve buğulu sesin. Bu anlamsız hayata hep biraz mesafeli durdun zaten yetmedi nefesin. Çekingen gülüşlerle karşılarken hayatı, kimi zamanda alay ettin onunla, olup bitenle çok ciddiye aldığı herkesin. Önce yumuşacık sesin geldi kulaklarıma, sonrada unutulmuş silik öyküler düştü anılarıma. Bizden artık çok uzakta kalmış yitik, kırık dökük anılar. Ne tuhaf bir şey; insanın en taze, en eski ve en güçlü anılarının çok az zaman önce tanıdığı birilerinin yanında oluşması. Çocukluğuna yaptığı her yolculuğunda, o geride kalmış ve unutulmaya yüz tutmuş soluk anılarla karşılaşması. Pazartesi günlerini, sabahlarını iple çekerdim. Yeni haberler, izlenilen yeni diziler ve filmler, yeni alınmış ve heyecanla paylaşılmayı bekleyen kucak dolusu 90’ların pop albümleri gelirdi senden. Ha bir de Emine teyzenin leziz börekleri tabii. Hafta sonları yatılı okulda kalan bizler için evden okula taşıdığın buram buram ev kokusu asla çıkmıyor aklımdan.
Gece yarılarına kadar öğretmenlerimizden gizli, kaçamak korkularla senin teyplerinden dinlediğimiz kasetler, sonra birlikte sanki bir uzmanmış gibi üzerine analizler yaptığımız şarkılar ve sesler. Ne güzel Hayaller kurup geleceğe dair, şarkılar söylerdik beraberce. Sonra da sen bir muziplik yapardın katıla katıla gülerdik gecenin ortasında. Neye güldüğümüzü bilmezdik ama hep umutla gülerdik. Gülüşümüzle ısıtırdık yatılı okul yatakhanelerinin soğuk duvarlarını. Sesimiz duyulmasın diye yorganın altına girerdik. Ama içimizdeki sesleri tüm dünya duyardı biliyorum. Aramızdan biri hadi artık gidip uyuyalım derdi ama kimse o anları bırakıp gidemezdi. Sanki gidersek büyüsü bozulacak ve yarım kalacak bitiremediğimiz ve dinleyemediğimiz tüm şarkılar.
Susardın çoğu zaman. Uzun uzun susardın. Çocuk kalbi ya bu, endişe duyardım ya artık hiç konuşmazsa diye. Tek bildiğin yol müzikti. Şarkı söylemekti. Uzun susmaların ardından, bir şarkı tuttururdun ki zamandan uzak. Klasik dersleri hep çok saçma bulurdun. Keşke tüm dersler müzik dersleri olsa diye fısıldardın bana. Sesin doğanın özündeki narin bir enstrüman gibi çınlardı 5A sınıfının duvarlarında. Sonra o narin sesini ve müzik aşkını miras bıraktın kız kardeşinin ruhuna. Senin tınıların geçmiş biliyor musun? Arzu şarkı söylerken sesinin duygusuna. Senin küçücük orgunla çok büyük şarkılar yazmayı hayal ederdik. Çocuksu, Minicik melodiler üstüne yaşımızdan büyük sözler ederdik ve sonra evet bunlar bizim bestelerimiz derdik. Dünyanın en büyük acılarını çekmiş ve unutulmaz aşklarını yaşamış kocaman insanlarmış gibi, tek bir orgun tuşlarına bağlamıştık aslı olmayan yalnız ve çocuksu sevdalarımızı.
Liseye başladığında güzel sanatlar müzik bölümüne girdiğini heyecanla haber verdin bana. Artık istediğin yerdeydin, müzikle dopdolu bu çok iyi geldi sana. Benim dümdüz tek düze lise hayatıma, sen hep güzel hikâyeler anlatırdın telefonda uzun uzun bana. Azerbaycanlı piyano hocanın seni nasıl çalıştırdığının taklidini yaparak O’nu da katardın şakalarına. Saatlerce bitmemecesine konuşurduk hiç bıkmadan. Aramıza giren yollara, mesafelere inat, konuşurduk hiç susmadan. Sonra telefonu çok meşgul ediyoruz diye bir araba dolusu azarı yemiştik annelerimizden babalarımızdan. Bir sabah beni aradın. Öğlenden sonra iki arkadaşımla sana geliyorum diye. Ne çok sevinmiştim olmuştu bu haber bana hediye. Sözüm ona ders notlarımı alacaktın ya benden. Ama notlardan kime neymiş kimin umurundaymış iki lafın belini kırmak varken zaman kaybetmek ne diye. Oturduk uzun uzun, konuştuk usul usul. Bir de annem bize patates kızartmıştı bildiğimiz eski usul. Yanına sıcacık bir demlik çay da gelince değmemişti keyfimize kalmamıştı kusur. Zaman su gibi akıp gitmişti anlayamamıştık nasıl bitmişti nasıl. İşte ilk aşkını bana o gün anlatmıştın kimse duymasın aman duygularıyla yüreğin ışıl ışıl.
Işıltılarla bezenmiş yüreğinle beni aradın bir gün. Sesinin heyecanı sanki telefondan taşıp, tüm evi kaplayacakmış gibi duyuluyordu. Çok korktum sırrımızı herkes duyacak diye. Oysa sana söz vermiştim saklayacağıma dair ömrümün sonuna deyin. Yumuşacık sesinle, Küçük bir buluşmayı benim için ayarlar mısın demiştin. Sana hayır diyemezdim. Sabah erkenden kalktım dershaneye gitmek üzere hazırlandım. Biliyor musun en az ben de senin kadar heyecanlıydım bu ilk işbirliğimizden. Sonrası mı? Dedim ya sana sözüm olsun susturuyorum burada bahsetmiyorum hikâyemizden.
Şimdi artık üniversiteli olduk. Sen müzikle çizmeye başladığın yoluna yine müzikle devam ettin. Gün geldi ya aynı koroda beraberce şarkılar söyledik. Koroyla Birlikte konserlere gittik. Ankara’ya gideceğimiz bir konser öncesinde, eğer otobüste senin yanına oturmazsam konsere gelmem demiştin bana yüreğimi getirmiştin ağzıma. Sonra başlamıştık Ankara’ya yolculuğa ve uzun uzun konuşmuştuk senle, dalmıştık eski hatıralara. Yorgun düşmüştük anılardan mışıl mışıl uyuyakalmıştık yine eskisi gibi bir arada. tıpkı yatılı okulun rutubet kokulu yorganının altında. Sımsıkı Tutmuştuk ellerimizden ve koşarak uzaklaşmıştık anıların soğuk yokluğunda ve yeni öyküler yazmaya soyunmuştuk kaybolmuş varlığımıza. Konserden Döndükten hemen sonra TRT’nin çok sesli koro seçmelerine katılmaya karar vermiştik arkadaşça ve büyük bir umutla. ikimiz de seçilememiştik kör olduğumuz için koronun seçkin kadrosuna. Belki de artık çoktan alıştığımız için bu hayal kırıklıklarına, sarılmıştık birbirimize önce ağlamıştık ve sonra gülmüştük doya doya.
Ellerimizin ayrıldığı gibi sanırım yüreklerimiz de ayrıldı bir zaman sonra. Hayat savurdu bizi de öylesine sağa sola hoyratça. Birbirimizi daha az dinler, daha az konuşur olduk dostça. Maalesef kaybettik yolumuzu ve yönümüzü. Döndük başka yönlere birbirimizi sessizce yargılamadan, hiç bir şey söylemeden çevirdik yüzümüzü. Araya uzun yıllar girdi duymadık sesimizi sözümüzü. Ama biliyordum hep biliyordum kaybetmedik özümüzü. Zamanın savurduğu rüzgarla biz de payımıza düşeni aldık hepsi bu. Şimdi ise ne dargınız ne de kızgınız birbirimize; sadece hayat o kadar kısa ki bir anlık nefese ihtiyaç duyduğumuz bir damla su.
Neden tekrar bağıra çağıra sevdiğimiz şarkıları söyleyemedik diye sormanın artık bir anlamı kalmadı. Aynı yönlere bakamıyoruz diye aynı şarkıyı söyleyemez miydik diye hayıflanmanın da bir manası yok artık. Ne ara bu kadar savrulduk? Ne vakit bu kadar ayrı düştük aslı olmayan yalnız sevdalarımızdan? Nasıl başardı hayat her şeyi bu denli yıpratmayı ve neden buna izin verdik? Büyüdükçe hayatımıza ekleyemediğimiz dostlukları, neden küçük çekişmelerle büyüttük bilemedik hiçbir zaman. Yeni bir hayat bahşedilseydi sana ve bana, bırakır mıydık her şeyi bir kenara ve yeniden söyler miydik birlikte sevdiğimiz şarkıları kana kana?
Sesini duyuyorum çok uzaklardan yavaşça yaklaşıyor kulaklarıma. Gül çehre türküsünü söylüyorsunuz eskisi gibi Arzuy’la. ilkokul günlerinden Edirne köprüsü taştan türküsü geliyor aklıma. Senin sakin sakin söyleyişin duyuluyor hatıraların çok uzaklarda kalan kuytusunda. Ekmek yemen Nilgün öğretmenimiz tarafından yasaklandığında, yemekhaneden almıştım senin için gizlice bir dilim ekmek ve katılmıştım ekmek kavgasına. O içten minnetini ve sıcak sarılmanı unutmadım hala. Yüzüne düşen mutlu tebessümünle, yürekten bir teşekkür etmiştin bana. Oysa lafı mı olurdu bir dilim ekmeğin senin sıcak sarılışın yanında.
Gidenler sadece giderler, bilemezler kalanları ve yarım bıraktıklarını ardında. Ürperdi içim ürperdi kayıp haberini ansızın aldığımda. Vücut buldu acı, özlem, ayrılık ve yokluğun tüm ruhumda. Elveda bile diyemeden ve son bir kez sesini duyamadan, elini son bir defa tutamadan, bize bırakıp gittiğin bu tatsız hayatın narin bir incisiydin sen Aslı neden dağıldığını bilmeden tanelerinin etrafa. Büyüsü bozuldu anılarımızın. Şarkılarımız yarım kaldı. Hiçbir zaman kendini ait hissetmediğin bu geçici dünyadan, daha fazla örselenme diye biliyorum Tanrım seni yanına aldı.
Sevgimle, sevdamla, 6 Ağustos Cuma günü sonsuzluğa uğurladığımız ilkokul arkadaşım Aslı Şensoy’un anısına. Bir gün yine Kaldığımız yerden devam etmek ve yarım kalan şarkılarımızın tamamlanması umuduyla.