Konuya kafa göz dalmadan önce belirteyim ki benim gençlikten umudum var!
Mustafa Kemal, boşuna vatanı gençliğe emanet etmedi. Gençlikten umudu vardı.
Gelelim günümüze; sosyal medyaların etkisi altında olan genç nesil yönünü kaybetti. Hayalleri; zengin yaşamlar, lüks arabalar, pahalı giysiler çantalar takılar, tatilden tatile koşarak verilen pozlar!
Hayatı, yalnızca sosyal medyada gördükleriyle sınırlıyor. Çalışmak istemiyor. İşe girdiğinde hemen en yüksek makamları bekliyor. Maaşı beğenmiyor. Çünkü her taraf tabela üniversitelerle dolu, veriyor anne babası parayı ve mezun olduğunda tüm dünya şirketlerinin kendisini ceo olarak beklediğini sanıyor, iş beğenmiyor.
Bakın etrafınıza özgüveni tavanda bir gençlik var etrafımızda…
Suç kimde, aile en temel suçlu bana göre!
Çocuğunu öve öve bitiremeyen, herkesi hor görüp yalnızca evladını Einstein zanneden ebeveynler yüzünden arsız bir gençlik yetişiyor.
Çocukları gerçek hayata uyumlu ve insanlara karşı saygılı sevgi dolu yetiştirmeye çalışan çabalayan ebeveynler olarak sayımız çok az.
Gerçi son dönemlerde ben de kendi çocuklarıma sevginizi ve saygınızı hak etmeyenlere sakın göstermeyin demeye başladım. Bunca arsıza sevgi saygı gerekmez.
Bu kadar hadsiz ve densiz insanlar ne sevilir ne de sayılır…
Yakın bir zamanda yaşadığım olayı anlatayım ki durumun vahameti daha net anlaşılsın.
Benim için değerli olan, yoğunluğumuzdan dolayı yüz yüze görüşemezsek de telefonda sohbet ettiğim bir arkadaşım var. Bekâr bir anne olarak çocuklarını özveriyle yetiştiriyor. Pırıl pırıl evlatları var, hani şu hayatın sadece sosyal medyada gördüğü gibi olmadığını bilen aklı başında evlatlar.
Bir akşam telefonda konuşurken kapı zili birkaç kez çalınca, “misafirin var sanırım sonra konuşuruz,” dedim. Bahçedeki çocuklar zile basıp kaçıyor, deyince konunun üstünde çok durmadım kapattık telefonu. İki gün sonra tekrar akşam konuşuyoruz telefonda sesi gergindi. Bir şey mi oldu diye sorduğumda, zili basıp kaçan çocuklar iki gündür kapıyı tekmeleyip kaçıyorlarmış. Önce anlamadım, olayı baştan anlattı.
Evi yüksek giriş katta olduğu için bahçede kamelyada oturan çocukların seslerinden rahatsız olmuşlar. Kendi çocukları ders çalışırken seslerden dikkatleri dağılmış. Anne olarak da apartman yöneticisini arayıp şikâyet etmiş. Apartman yöneticisi de çocukları uyarırken gürültünüzden şikâyet var deyip daire numarasını da söylemiş ve bahçede gürültü yapan çocuklar şikâyet etti diye arkadaşımı taciz etmeye başlamışlar.
Özgüvene bak!
Hem suçlu hem de daha 14-15 yaşında kendini güçlü görüyorlar ve bir aileyi taciz etmekten korkmuyorlar.
Arkadaşıma, bu yaptıkları tacizdir hemen polise şikâyet et ya da çocukların ailelerine ulaş, dediğimde kendi çocuklarına bir zarar verirler korkusuyla yapamayacağını söyledi.
O an zihnim öyle hızlı hareket halinde ki, o veletler ders almazlarsa o özgüvenle büyüdüklerinde insanların başına bela olacaklar. Bana dokunmaya yılan bin yaşasın desem, o yılan büyüyecek ve belki bir gün bana da zarar verecek.
Arkadaşıma hiçbir şey söylemedim ve telefonu kapattım. Gece saat 11, o öfkeyle gidersem çocukları sağlam terbiye edeceğim. Aileleri de gelirse ortalık tam şenlik olacak. Beni sakin kalmam için kontrol etsin diye bir başka arkadaşımı arayıp yarım saatlik bir işim olduğunu ve bana eşlik etmesini istedim.
“Bu saatte arıyorsan mutlaka önemlidir,” deyip bana eşlik etti ve gecenin bir vakti çocukların gürültülü bol kahkahalı oturdukları kamelyaya gittik.
Burada bir ara bilgi vermek istiyorum; Köpekler, çok iyi birer vücut dili okuyucusudur. İnsanlar korku hissine kapıldıklarında ter bezleri normalden daha aktif çalışır ve bu nedenle vücut kokusu üretir. Bu kokuyu rahatlıkla alabilen köpekler, korktuğumuzu anlar ve güç onlara geçtiği için saldırır.
İnsanlar da aynı şekilde karşısındaki kişinin korkup korkmadığını anlar.
Gençler, benim öfkemden ses tonumdan ve beden dilimden onların canına okuyacağımı anladıkları için anında özür dilemeye başladı. Bir daha başka insanlara da bu şekilde zarar verirlerse başlarına neler geleceğini anlattım ve ailelerine gideceğimi söyledim. Çocuklar hemen evlerine döndü ve ertesi gün arkadaşıma gidip özür dilemişler, bir daha yapmayacaklarına söz vermişler.
Ben o gece 3 sebepten dolayı oraya gittim.
Arkadaşımın çocukları, o korkuyla ve yapılan yanlışlığa sessiz kalarak büyümemeliydi. Zorbalığa karşı çıkacak birilerinin olduğunu bilmeleri için oradaydım.
İkinci sebebim; o veletler, yaptıklarının yanlış olduğunu öğrenmeleri gerekiyordu. O yanlış özgüvenle büyüyüp vatana millete bela olmalarını engellemek için öfkeyle gittim.
Üçüncü sebebim ise o çocukların ailelerine nasıl çocuk yetiştirdiklerini göstermem gerekiyordu. Aslan oğlum diyerek büyüttükleri veletler, masum insanları taciz edecek kadar pışpışlandıklarından bu yanlış özgüvenlerini sindirmem gerekiyordu.
Ben de biliyorum “amaaaan canım bana ne,” demeyi!
Ben de derim, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!”
Oysa “zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır,” der atalarımız.
Bugün sustuğumuz ne varsa yarın karşımıza bela olarak çıkacaktır.
Çocuklarınızı vatana millete fayda sağlasın diye yetiştirin ey anne babalar, bela olsun diye değil.
Her şeyin bir sınırı var, o sınırları çizin ve çocuklarınıza da öğretin.
Bizlerin faydalı insanlara ihtiyacı var, şımarık yetişkinlere değil…