Balkanlar, hassas noktamız, sevdamız, ardımızda bıraktıklarımız, topraklarımız, ata mirasımız…
Göçmen Kızı türküsünü her dinlediğimde hüznün gözyaşlarına kapıldığım ve anılarım…
Babaannem, Kosova Priştina’dan birkaç parça eşyalarını yükledikleri kağnılarla birlikte aylarca yürüyerek açlık ve yoksulluk içinde kafilelerle Anadolu’ya gelişlerini anlatırdı. Küçüktüm ve masal gibi dinlerdim. İnanılmaz bir öyküydü benim için.
Osmanlı Devletinin yayılmacı politikası nedeniyle Anadolu’dan birçok aileyi Balkanlara göndermiş ve o toprakların Osmanlı’ya katılımını sağlamış. Anadolu’dan gidenler yüzyıllar sonra Balkanlar kaybedildiğinde büyük göç kafileleri ile geri dönmeye başlayınca binlerce insanımız inanılmaz dramlar yaşadı.
Ailemden biliyorum, Balkanlar’da yerli olamamışlar, yabancı muamelesi görmüşler. Anadolu’ya geldiklerinde de gâvur olarak anılmışlar. Ben, Türkiye’de doğan ikinci kuşağım fakat kendi vatanım dâhil dünyanın hiçbir ülkesinde kimseyi Türk olduğuma ikna edemedim. TC kimliğimi kendi ülkemde dahi göstermek zorunda kaldığım çok oldu.
Bu yaz tatili Balkanlara gidelim dedik ve uçakla Arnavutluk Tiran’a indik. Uçak olunca vizeye gerek yok ve bu durum büyük avantaj.
Rota Arnavutluk Tiran, Makedonya Ohri, (Makedonlar Ohrid diyor, Osmanlıdan kalma adı ise Ohri) Tetova, Manastır, Üsküp, Matka Kanyonu ve Kosova Prizren, Priştina oldu.
Arnavutluk, ülkede İngilizce bilenler az sayıda, İtalyanca bilen sayısı ise şaşırtıcı şekilde fazla. Osmanlı hâkimiyetini kabul etmeyenler İtalya’ya kaçmışlar. İnanılmaz bir İtalya ve Amerika hayranlığı var. Türkiye’yi sevmiyorlar ve rakip olarak görüyorlar. Balkanları Arnavut hâkimiyetine alma derdindeler ve Türkiye’nin oralarda olmasından memnun değiller. Aşırı milliyetçilik yapıyorlar ve oldukça agresif tavır sergiliyorlar. Balkanlardan Anadolu’ya dönenlere de el atmaya çalışıyorlar ve Türkiye’de dahi Arnavut milliyetçiliğini yaymaya uğraşıyorlar.
Dağların arasında bir ülke, alçak katlı binalar ve sakin bir şehir. Trafik konusunda kuralsızlar, her tarafta börekçi var.
Makedonya; ilk rotamız Ohri oldu. Makedonlar Ohrid diyor. Osmanlı’dan kalma adı Ohri imiş. Biz de inatla Ohri dedik.
Ohri gölü deniz gibi. Göl olduğunu söylemeseler deniz derdik. Dalgalar sahile vuruyor, kumsalı var ve rengi harika. Gölü besleyen yukarda bir göl daha var. Oraya da çıktık. Manzara inanılmazdı. Suyun berraklığı ve içindeki yeşil turkuaz dünya görülmeye değer. Coca Cola firması, gölü satın almak istiyormuş fakat tabiat harikası olduğu için Makedonlar satmamışlar. Makedonya yönetimi her şeyi paraya çevirme derdindeymiş ama halk tepki gösterince vazgeçmişler.
Manastır’da Atatürk’ün Okulu korunuyor ve müze olarak halka açık. Üst katta Mustafa Kemal Atatürk’ün resimleri yazıları yaptıkları sergileniyor ve Türkçe videolar ile de yaptıkları başarıları anlatılıyor. İnanılmaz gurur duyuyor insan, öyle bir lider ki tüm dünya hayran.
Ve Üsküp, ilginç bir başkent. Müslüman Hıristiyan kavgası, Osmanlı Avrupa çatışması, ikilem ve zıtlıkların başkenti…
Üsküp’ün ortasından geçen Vardar Nehri’nin üzerindeki köprü iki farklı zamana medeniyete ve izlere bağlanıyor.
Köprünün bir ayağı Osmanlı izlerine, küçük ahşap evlere, otantik pazara, Arnavutça ve Türkçe konuşulan bölgeye açılıyor.
Köprünün diğer ayağı, Hıristiyan izlerine, devasa İskender ile komutanlarının heykellerinin bulunduğu modern görünümlü meydana açılıyor.
Üsküp, zıtlıkları farklılıkları içinde barındıran bir başkent. Binaları eski, caddeleri geniş, insanları rahat, kadınları son derece özgür ve korkamadan gece dahi meydandalar.
Kosova, küçük Avrupalı ülke, Avrupa Birliğinde olmanın avantajları yansıyor. Arnavutluk ve Makedonya’dan daha iyi bir şehir görüntüsüne sahip. Osmanlı izleri her yerde karşımıza çıkıyor. İki milyon nüfusu olan Kosova’da Sırp, Türk, Arnavut bir arada yaşıyor.
Türkiye’den okumak için çok öğrenci gelmiş Makedonya ve Kosova’ya. Fakat giden öğrencilerin Türkiye’de başarılı olamadıkları için oralarda okumayı seçtikleri biliniyor ve orada yaşayan Türkler bu durumdan pek memnun değil.
Gezdiğimiz bu üç Balkan ülkesinde dikkatimizi çeken en önemli nokta ise, ülkeler ve şehirleri Türkiye gibi modern ve gelişmiş değil. Birkaç zaman gerimizden geliyorlar fakat buna rağmen insanların davranışları yaşayış tarzları ve birbirlerine duydukları saygı çok ilerde. Rahatlar, kibarlar, saygılılar, özellikle gece yarısı dahi kadınlar özgürce dışarıdalar fakat Makedonya’da taksiye binerseniz dikkatli olun, bizim taksicilerden pek farkları yok. Yabancı olduğunuzu anladıklarında fiyat hemen iki üç katına çıkıyor.
Et çok ucuz ve yemeklere fazla para ödemiyorsunuz. Kendilerine ait yerel yemekleri kuru fasulye köfte ve bol peynirli salata, tatlı ise triliçe, hepsi tanıdık tatlar.
İnsan hiç yabancılık çekmiyor ve bir zamanlar bize ait olan bu topraklarla olan bağımız hala kopmamış.
Özlemle bakındım etrafıma ve bir gün tekrar oralara sahip oluruz umudu yaşatıyorum yüreğimde. Öyle güzel ve doğa harikası yerler ki, bırakılamayacak kadar değerli.
Yolunuz düşerse hatta düşmese dahi gitmenizi tavsiye ederim.