70 li yılların ortaları. Çemberlitaş; tam saray muhallebicisinin(şimdi hala orada mı bilmiyorum) karşısındaki eski ahşap köşkün tahta merdivenlerinden yaşını asla tahmin edemeyeceğiniz zarif, kahverengi saçları lüle lüle omuzlarına düşmüş, vücuduna oturan kumaş pantolonunun üstündeki V yaka kaşmir kazağı, elindeki dosyalarla bir genç kız telaşıyla ikinci kata çıkan bir kadın.
Saatler sabah 10 u gösteriyor. Gözlerinde, ancak dikkatle bakılınca anlaşılan bir gün önceki matine, suare oynamış oyuncunun sevgi dolu yorgunluğu.
Oyunculuk, yönetmenlik ve de eğitmenlik.
“insan sevdiği işi yapmalı” demişti bir röportajında.
Aynen öyle. İnsan sevdiği ve aşkla bağlandığı bir iş yaptığında yorgunluğu sadece gözbebeklerinden okunur.
Hele eğitmenlik, yüzlerce binlerce oyuncu adayına dokunmak ve bir yandan da bir Tiyatroyu yönetmek, oynamak, ciddi aşk gerektirir.
Daha doğru bir deyimle, bir insan düşünün ki tüm hayatı Tiyatro.
Bu gün bile Devlet Konservatuarlarında eğitmenlerin aldığı ücretleri düşünecek olursak, o zamanlar bu görevin aşksız hiç yapılamayacağını anlamak zor değil, evinde yatıp dinlenmek varken.
Tam olarak sayamasam bile tahmini üç kuşak, özellikle İstanbul tiyatro sahnelerinde, televizyon, sinema ekranlarında hayranlıkla izlediğiniz onun dokunmadığı kaç kişi var diye düşünüyorum.
İkinci katın tahta merdivenleri bittiğinde, bir avlu ve tahta kapılarında küçük camları olan(sınavlarda o camlardan hocaların ne düşündüklerini değerlendirmelerini anlamaya çalışırdık) iki kanatlı tahta kapıdan küçük bir sahnesi olan dershaneye girdiğinde, hayranlık ve sevgiyle karışık biraz da korkuyla bakan onlarca gözle karşılaşırdı Yıldız hoca.
Sanıyorum tüm yorgunluğuna bedeldi bu.
Bildiklerini, deneyimlediklerini aktarmanın hazzı, bu mesleğe olan aşkıydı.
Çok sevdik onu, hayran olduk ama çok da korktuk. Kolayına beğenmezdi çünkü.
Beğeniyi yanlış kavradığımızdan olacak ki, övmezdi bizi.
Övmeyince beğenmiyor zannederdik. Ama o övmeyle değil, eleştirmekle öğreneceğimize inanmıştı ve de haklıydı.
Aslında hepimiz onun “caniko”larıydık.
Bunu çok sonraları anladım. Hepimiz, ama yetenekli ama daha az yetenekli onun kalbinde bir yerdeydik.
Hepimizin yüzü onun belleğindeydi.
Yurtdışından yeni dönmüştüm ve 23 senedir Hocayla karşılaşmamıştım.
İstanbul festivalinde bir oyun seyretmek için Kenter Tiyatrosuna gitmiştim.
Uzaktan geldiğini gördüm tiyatroda, tanıyacağını düşünmüyordum. Beni gördü, yanıma geldi “caniko”, geldiğini duydum her şey yolunda mı, neler yapıyorsun” dedi. Şaşkınlığımı anlatmak için gerçekten sözler yetmez. Anlattım durumumu.
Tüm dokundukları yer etmese yüreğinde, bu mümkün mü?
Hala yaşsız ve gençti.
Rumeli Hisarı’nda onu seyrettiğimde, 75 yaşında bir “ genç” oyuncunun o basamakları bir kere bile önüne bakmadan nasıl indiği de dersti benim için.
Sadece konservatuarda değil sahnede olduğu her an öğretti.
İki sene önce öğretmenler gününde ziyaretine gittik.
Pankartlar açtık evinin önünde, balkondan bizi selamladı, biz de onu sevgi ve saygıyla adeta sahne selamı gibi selamladık.
Sonra yüreği el vermedi, “ beşer beşer gelsinler hepsini göreyim” dedi.
Beşer beşer çıktık yanına, elini, dizini öptük.
İyi ki de gelmişiz, elinizi, dizini öpmüşüz.
On sene öncesi yine bir öğretmenler günü çok güzel, gizli bir örgütlenmeyle salonu dolduran öğrencilerinizin, selamda sahneye dolmasıyla yaşadığınız bir anlık korkunun sevince dönüştüğü an, bu gün bile taze.
Ayçanın mezarına koyduğunuz pembe sardunya hala gözlerimin önünde…
Bir öğrencinize vedanız. Ve şahit olmadığım kaç öğrencinize veda ettiniz.
Ama inanın ki biz size veda etmiyoruz.
Sahneye her “sağlam” bastığımızda oradasınız.
Öğrendiklerimizi aktardığımızda oradasınız.
Dokunabildiğimiz her oyuncu adayında oradasınız.
Türkiye’de Tiyatroyla deyince Yıldız Kenter’den bahsetmeden olmaz.
Ne mutlu ki on binlerce yüreğe dokundunuz.
En önemlisi de seyirciye.
Eğer bu gün sahnelerde bizler ve bizim yetiştirdiğimiz, dokunduğumuz oyuncular alkışlanıyorsa, bu alkışların yarısı da sizedir.
Yaşadıkça seveceğiz sizi.
Biz gidince de siz hep olacaksınız.
Sevgiler, saygılar.
Ne mutlu sizin gibi iz bırakıp gidenlere.