Ölüm gerçeği, hayatı anlamlı kılmalı.
Çok zaman aklıma gelmiştir, eğer insanoğlu ölümsüz olsaydı mutlu olur muydu diye. Herhalde çıldırıp bir son hazırlardı kendine, ölümsüzlük arayışlarının yerini ölümü aramak alırdı.
İyi ki de bir sonu var yaşamın.
Yarın bilinmezde.
İşte tam da bu nedenle bu gün ve “an” diyoruz.
Beckett’in dediği gibi; “yaşam, doğumla ölüm arasında bir an”
Yalnız veriyoruz doğum savaşını, ana rahminden çıkarken ve de yalnız gidiyoruz ölüme.
Başlangıçta, sanki hiç bitmeyecek uzun bir zamanmış gibi görünür yaşam.
Ne kadar kalabalık bir ailede olursan ol, anne baba ölümünden sonra büyürsün kendini çocuk zannetme mutluluğun yoktur. Yaş aldıkça da ölüm fikri geliverir akla ve söyle dersin “ne kadar çabuk geçti zaman”, “hiç anlamadım”.
Yaşamdaki “yalnızlık”, “kalabalık” olmanın karşıtı mıdır?
Çok kalabalık bir ailen olsa, kalabalıklarla çalışsan yalnız değil misin zaman zaman?
Mutluluğunu, acını kelimelere döksen, anlattığın kadar anlayabilir arkadaşların, yakınların. Ya da anlatmazsan bilmezler. Senin yaşadığın duyguları, aynı senin gibi yaşamalarına imkân var mı?
Ancak anlamaya çalışıp duygudaşlık kurabilirler.
Aksini beklemek haksızlık olmaz mı?
Çocuklar evlenip yuvadan uçtuklarında, anne baba gittiğinde yaşanılan “yalnızlık” değil, “bir başınalıktır”, “tek başınalıktır”.
Yalnızlık sözcüğü kökünü “yalın” dan alır.
Yalın olmak; sade, süssüz, maskesiz, yalansız, kirlenmemiş olmanın adıdır, resim, müzik, yazı, insan daha birçok alanda kullanılan olumlu bir sıfat.
İnsanoğlu için kullanıldığında; ne kadar farkındalığın yüksek olursa olsun, bu özelliklerden birinden biri hep eksik kalır.
Maske takmaya zorlanırsın çoğu zaman, yara akmaktan korktuğunda.
Yalansa; önce kendine söylediğin ve inandığındır. Sonra başkalarını inandırırsın.
Kirlenmemiş olduğunu kim savunabilir?
İçindeki çığlıkla gülen çocuğu sevenler, her seferinde bir acıya toslar.
İki yol vardır aslında.
Ya kabullenirsin bu kötülükleri ve alışırsın, ya da bu sürünün dışında çıkarsın, bilerek isteyerek.
Şimdi yalnızlığınla güzel bir hesaplaşma zamanıdır.
Bu dünyada oluş nedenini sorgularsın. Sorumluluğun artar, kendine, dünyaya, insanlara.
Seçtiğin her yol, bir başkası istediği için değildir artık, günahıyla sevabıyla senin yolundur.
O yüzden de doludizgin yaşarsın seçimlerini.
Neticede sen sana kalırsın ve sen bununla baş edebilirsin!
Yalnızlık sevilesi bir durumdur, çünkü yalnız olmayı başaramayan bir birey çok olmayı da başaramaz.
Kendini sevmezsen bir başkasını sadece sevdiğini zannedersin.
Tüm canlıların ortak dini sevgi, bir yanılsama gibi yaşanır gider.
Yalnızlığına yabancı birey; tam da istenildiği gibi “hıza” tutsaktır.
Durmayı, dinlemeyi, hatta zaman zaman düşünmeyi bile gereksiz görebilir. Teknolojinin hızı duygularını, düşüncelerini hızla yönlendirir.
Birçok kişiye bir “tık” la ulaşabilir olmanın sanal gücü onu olduğundan çok farklı etik yabancılaştırmaya götürdüğünün farkına varmaz
Sanalda güçlü, muktedir hisseder kendini.
Çünkü orada kendi değil, olmak istediğidir.
Atar, tutar eylemler yapar, âşık olur, hatta bir başkasının fotoğraflarıyla bir kimlik de oluşturabilir.
İşin en acıklı tarafı da buna kendisi bile inanır. Sosyal medya da doğruluğuna inandığı fikirlerin altındaki “beğen”i mavileştirdiğinde ya da bir tepkisini dile getirdiğinde eylem yaptığını sanır.
Yalnızlığıyla baş edememiş, güveni ve sevgisi sıfırlanmış birey, yemli oltasını salıverir denize, artık kim takılırsa.
Niye hoşnut değiliz kendimizden? Gerçekte ne kadar özel ve tekiz, değerliyiz.
Tek eksiğimiz sevgi mi?
Bence evet!
O zaman sevmeye, önce kendimizi sevmekle başlamalı derim.
Kendime de sıkça söylediğim bir cümledir bu, tekrarına çok zaman ihtiyaç duyduğum.
Doğumla ölüm arasındaki “an” ı nasıl kullanacağın senin elinde. İster bu zamanı ölüme inat kullanırsın, ister sana sunulan zamanın içinde kaybolursun.
Seçim senin.
İster yapamadıklarına hayıflan, istersen şimdi neyi yapabilme gücüne sahip olduğunu düşün.
İster sana sunulan hayatı yaşa, ister kendi istediğin hayatı. Tüm bedellerini göze alarak.
Hele bir kadınsan; o zaman işin biraz daha zor.
Geçenlerde bir dostumun gönderdiği güzel bir video izledim. Bir erkek çekmiş adı sanı belli değil.
Şöyle diyor özetle:
“ yalnız kadın; istenmeyen, tercih edilmeyen, zeki olmayan, dişi olmayan, dolma saramayan, çamaşır yıkayamayan bir kadın değildir.
Yalnız kadın; kendisine yapılan hataları kabul etmeye gönlü varmayan, özgüvenini bir erkeğin aşkından kazanmayan, biri istediği için değil kendi istediği için âşık olan.
Âşık olmak için toplum baskısını değil mangal gibi yüreğini kullanandır.
Yalnız kadın; bir tercih yapmıştır.
Büyük ve en doğru aşka, kendini sevmeyi bildiği için yelken açmıştır.
Kendisini onayladıktan sonra kimsenin onayına ihtiyacı olmadığını anlamıştır.
Yalnız kadın; dolma saracağına belki bir kitap yazıp diğer kadınları yalnız bırakmamıştır. Bir gün dolma da saracaktır. Kocasıyla, çocuklarıyla zevkle yiyecektir ama gün gelir tek başına da yediğinde aynı zevki alacaktır.
Biriyle beraber olmak ve her ne pahasına o ilişkiyi yürütmeyi sürdürmenin bir başarı olmadığının bilincine varmıştır.
Yalnız kadın; hobilerine, kendine, işine zaman ayırıp çok da yalnız kalmamıştır.
El gider, sen kalırsın.
Sen sana yetmezsen instegrama koyduğun mutluluk fotoğrafları kadarsın”.
Yalnızlık bir kader değil bir seçim olmalıdır.