İnsan sureti ve bedeninin; sanat eserlerinde kullanılmasının yasak olmadığı medeniyetlerde; kiliselerin dört bir alanını süsleyen melekler, tombul, kıvırcık saçlı, muhteşem kanatlı bebeklerle temsil edilmişlerdir. Acaba bu resmi bir insan mı yaptı? Şaşkınlığıyla resmin büyüsüne kendini kaptıran insan, o meleklerin erkek olduklarını belki çok sonradan fark eder. Belki de hiç fark etmeyebilir.
Fark edenlerse; neden acaba? Diye sormaz mı?
Gerçekten neden?
Çünkü Tanrı erkektir!
Baba, oğul ve kutsal ruh.
O resimlerde imzası olan, adları bu güne gelmiş ressamlar da erkektir.
Kutsanmış tek kadın ise Meryem’dir, Hz İsa’nın annesi. Mistik bir güzellik bahşetmiştir ona sanatçılar. Heykellerinde, resimlerinde.
O muhteşem ressamlar; belki de eserlerinde tanrının ölümsüzlüğüne özenmişlerdir. Kim bilir?
Diğer inançlarda; kadın, Meryem kutsamasının hamasiliğinden uzaklaşıp, “soyun devamı” ile ödüllendirilmiştir.
Musevi cemaati anneden devam eder.
Son kitaplı din olan İslamiyet de ise, her ne kadar “ cennet anaların ayakları altındadır” dese de kadının kutsanması, gökten koçun inmesiyle sona ermiştir.
Batı dillerinin büyük bir çoğunluğunda, tüm isimler dişi ve erkek diye ayrılır. Tanrı erkektir bu dillerde. Yani başka bir değimle “yaratan” erkektir.
Doğu toplumlarında, yani İslamiyet de de “Allah” “baba” dır.
Bu etik değerler; dünyamızda binlerce yıl insanlığın bilinçaltına işlenmiş kodlardır.
Bu kodlar; toplumsal altüstlüklerin yanı sıra, gücünden biraz kaybetmiş gibi görünse de günümüze kadar gelmiştir.
Seneler önce bir kitap okumuştum. “erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ den”.
Kitabın adı, her ne kadar ilk bakışta ciddi gelmiyorsa da enteresan iddiaları olan bir kitaptı.
Şöyle diyordu kitap; “ kadınla erkek arasındaki fark, bir su bardağıyla bir çay bardağı arasındaki fark gibi değildir.
Bir su bardağıyla bir sigara arasındaki fark gibidir”. ( örnekleri tam hatırlayamıyorum ama mantık olarak böyleydi).
Aynı düşünmezler, aynı algılamazlar. Hormon farklılıklarını, toplumda konumlandırılmalarını, yukarıda saydığım etik kodları da hesaba katarsak, bu farklar, sanki biri birinden üstünmüş algısı yaratmıyor mu?
Sonuçta kadın ve erkek “insan” tanımı altında, bir arada olmak zorunluluğunda yaratılmış iki ayrı “tür”.
Erkek kas yapısı olarak kadından daha güçlü, kadın da damar yapısı olarak.
Doğurganlık özelliğinden dolayı damar sistemi daha güçlü olarak yaratılmış kadın.
Erkek ve kadın; iki insan.
Ve doğa onları, birbirinin olmazsa olamazı yapmış.
Doğa yapmış da, sonra ne olmuş?
Yukarıda sözünü ettiğim tüm etik kodlamalar ve toplumsal gelişimlerle bu güne gelen, sadece ve sadece aklın süzgecinden geçmezse çözülemeyecek bir yığın düğüm.
Genel olarak tanımlarsak ki, özel durumlar tabi ki vardı.
Erkek; toplum tarafından kendine verilmiş avantajları kadınla paylaşmak istemez, iş hayatında ve de özel hayatında.
Kendisinden üstün bir kadına genelde tahammülü yoktur.
Kadına verilen eğitim de bu amaca hizmet ederse, problem katlanarak büyümez mi?
Sonuç?
Kendisiyle eşit şartlarda ya da daha üstün bir tartışmaya mı girdi.
Baş edemiyorsa, sonrası, mobbing. Ve şiddet.
Kanunlar da onu yanında.
Psikolojik şiddet; (mobbing) iki tokattan daha acıtıcı ve kalıcı hasar bırakmaz mı?
Hele ki bizim ülkemizde “ sofradaki yeri inekten sonra gelen” kadınlarımız için.
Kadın için İki seçenek sunulmuş, ya bu düzene uyarsın, ya da uyarsın!
Bir de “aydınlar” var. Okumuş yazmış, meslek sahibi olmuş erkekler, kadınlar.
Onlarda kural değişiyor mu?
Oranlarsak, sürünün dışına çıkabilen bir azınlık olabilir, ama bunu genellemek nerdeyse imkânsız ülkemizde.
Birçok örnekle şahit olduğumuz gibi, bu kategorideki erkeklerin büyük bir kısmı, baş edemedikleri bir sorunla karşılaştıklarında; eğer egolarına çok fazla dokunuyorsa, konuşup anlaşılmak, ya da gitmek yerine, o engellenemez kodlamalarından kalma egolarının yerle bir olmasından nasıl bir korkuya kapılıyorlarsa, kas güçlerini kullanmanın önüne geçemiyorlar. Bazen de bu güçleri karşı tarafın ölümüne bile neden olabiliyor.
“KADINA ŞİDDETE HAYIR” protestoları tabi ki çok önemli, ama esas önemli olan sorunun kendisine doğru yerden bakabilmek ve çözümler üretmek.
Eğitim diyoruz.
Eğitim öncelikle aileden başlar.
Anneden başlar öncelikle, çocuğun duygusal olarak ilk bağlandığı kişiden. Erkekleri, kadınları yetiştiren anne kadar iyi bir öğretmen yoktur.
Anneler!
Çocuklarınızın öncelikle erkek ve kız özelliklerini geliştirmek yerine insan olabilmek ve insan kalmak için olmazsa olmaz değerlerinin gelişmesine yardım edin.
Güç kullanmanın aslında ne kadar aşağılık bir insanlık durumu olduğunu öğretin çocuklarınıza. Hayvana, böceğe, sineğe, doğaya.
Hayvanlara eziyet eden çocuklar ileride potansiyel katillerdir.
Kendinden daha güçsüzüne, gösterilen gücün, aslında zayıflığın tam karşılığı olduğunu öğretin.
Tartışma ve fikirlerini rahatça savunabilecekleri bir ortamın varlığından haberdar edin.
Sevgiyi, sevmeyi sizden daha iyi öğretecek bir öğretmen yok.
Çocuk yaşta, zamansız oluşturulan cinsel kimlikler ve roller yukarıda sözünü ettiğimiz problemlerin en büyük çıkış nedenlerinden biri diye düşünüyorum.
Ki bu roller ve kimlikler toplumun ezberlerinden başka bir şey değil.
Dilimize yerleşmiş eğitim sözcükleri. “ sen baba olacaksın evin erkeği, bize bakacaksın”, “sana şu kızı alalım mı”, “sünnet olunca erkek olacaksın”, “erkek adam ağlamaz”, “ kadın erkeğin elinin kiri”. Ve daha hatırlayamadığım bir yığın söz.
Çok fazla yük olmuyor mu erkeğe?
Kadın için “eksik etek”, saçı uzun aklı kısa”, ve tüm küfürler.
Maçlara çocuklarıyla birlikte giden anne babalar nasıl açıklıyorlar bu küfürleri çocuklarına. Ya da açıklamak gibi bir sorunları var mı?
Kadın ve erkek olmak değil, öncelikle insan olmanın değerini öğretin sadece.
Anne baba olmak, gerçekten geçmişle bir hesaplaşma gerektirmiyor mu sizce?