Doğumu çok kolay kabullenmiş insanoğlu ama ölümü kabullenmekte zorlanmış biraz. Bir “öbür dünya” inancı, yeniden doğuş, bedenlerin mumyalanması ölüm korkusuna katlanmak için çare arayışları mı acaba?
İnsanoğlu hep korkularına çare arayıp durmuş.
Mitolojiler, destanlar üretmiş. Ölümsüzlük özlemini tanrılaştırmış, ya da aranmaya çıkmış Gılgamış gibi.
Gılgamış, yarı insan yarı tanrıdır destana göre. Ölümsüzlüğün sırrını bilen Utnapiştim’i bulmak için yola çıkar. Utnapiştim diğer adıyla Nuh peygamber, tufanda tüm canları nasıl kurtardığını anlatır Gılgamış’a ve ölümsüzlük otunu verir ona. Gılgamış ölümsüzlük otunu yemeye fırsat bulamadan bir yılana kaptırır onu.
Yılan… Hem yerin üstünde hem yerin altında yaşayabilen, kabuğunu değiştirip kendini yenileyebilen bir canlı. Anadolu da bir temelden çıkan yılan öldürülmez.
Şahmeran efsanesi; yılanın halk arasında ne kadar kutsanmış bir varlık olduğunun en büyük örneği.
Yarısı yılan ama yarısı kadın, bir kutsama.
İşte tam da bu yüzden; eczanın ve tıbbın simgesidir yılan, iyileştiricidir.
Kadının en kadim simgesi; yılan, yumurta ve suyun birleşmesinden oluşmuştur.
Gılgamış destanındaki ölümsüzlük öyküsüyle, yılanın bir kadına dönüşmesi enteresan bir bağlantı değil mi sizce?
Sonraki yüzyıllarda; tek ölümsüz olanın toprak olduğunu düşünmüş insanoğlu. Sonbaharda çürüyen yapraklarla ölüme yatan, ilkbaharda bin bir renkte, bin bir çeşit bitkiye ağaca can veren toprak.
“Ana” demiş toprağa. Toprak Ana.
Kibeleler yaratmış topraktan. Ana tanrıçalar. Kocaman memeli. Bereket tanrıları yaratmış erkekten kocaman fallusu olan.
Tohum ve toprak demiş kadınla erkeğe.
Yaşamın gerçek anlamını; üremek ve üretmekte bulmuş.
Doğru da bulmuş.
Yaşamın devamı için; yemek, içmek, barınmak ve üremekten başka bir şeyin önemli olmadığı yüzyıllarmış onlar.
Doğa; tüm canlılara kendi türlerini devam ettirebilmeleri için özel yetiler vermiş. İnsana ayrı, bitkiye ayrı, ağaca ayrı, hayvana ayrı.
Örneğin bir kiraz ağacı; yakınında onu dölleyecek başka bir kiraz ağacı yoksa meyveye durmaz.
Arılar olmasa çoğu bitki çoğalamaz.
Olmazsa olmaz, dişi ve eril.
Sürü halinde yaşamayan memeli dişilerin yalnızlığı her zaman canımı yakmıştır.
Yavrularını doğurup, büyütmek ve de eğitmek için doğanın onlara artı bir akıl ve yetenek verdiğini düşünüyorum.
Yaşamı devam ettirmek sorumluluğunu dişiye vermiş doğa.
İnsanoğlunda da bu kuralın çokça değiştiğini söyleyemem.
İnsan yavrusunda; enerji üreten santraller olan “mitokondri” hücrelerinin tamamen anneden geçtiğini biliyor muydunuz?
Döllenme sırasında; babadan gelen mitokondri hücreleri, embriyon oluşumunda tamamen dışarı atılıyormuş. Kadın vücudunun bunu niye yaptığının bilimsel bir açıklaması henüz yok.
Annemi vücudumda yaşattığım için mutluyum.
Biyoloji, genetik ve tıp biliminin henüz gelişmediği, birçok şeyin bilinmediği gezegenin ilk yüzyıllarında, yaşamın devamına dair, kadının simgesinin yılan yumurta ve sudan oluşması bir tesadüf mü sizce?
Kadının yaşamın devamına dair değerini; önemseyerek bir kenara bırakırsak, bu gün insanoğlunun ölümsüzlük arayışını bilinçaltında somutladığı alan neresidir?
Sanat olabilir mi?
Yaşama karşı mücadelesini, avlanmasını, resimlemiş mağara duvarlarına. Kendini kutsamış, ödüllendirmiş.
Ödülünün gelecek soyuna kalması için çizmiş.
Ölümlü olduğunun farkındalığıyla.
Taşlara yazmış destanlarını, kalıcı olsun diye.
Bilgisinde “ölüm” olmasına rağmen, fotoğraflamış anları, kalsın diye. ,romanlar yazmış, heykeller, resimler yapmış.
Sanatta; zamana karşı, aceleci, ölümsüz olmakla üretmek eş anlama gelmiş insanda.
“ölümsüz” ağacı dikmek gibi.
Resimde, müzikte, tiyatroda, şiirde, felsefede, edebiyatta kimi hatırlıyorsanız, ölmemiştir onlar.
Birçoğu da ölümünden sonra anlaşılmıştır. Çünkü onların “ölümsüzlük” anlayışı yaşadıkları sürüden ilerdedir.
Herkesin beğeneceği bir işi yapmak değildir ölüme meydan okuma cesareti.
İnandığını ve bir doğru olduğunu yapmaktır.
Beğeninin “göreceliğine” inanmadan yürümektir ölümsüzlük.
Yaşamın da bir sanat olduğuna inananlardanım.
Bir kadın olarak, bir insan olarak yaşama bir şey bırak.
Bu bir söz, bir heykel, bir resim, bir çocuk ya da bir yazı olabilir.
Yeter ki kalsın senden sonra.
Son söz; annemi vücudumda taşıdığım için mutluyum.
.