Bir kadın ve bir erkek, zamanlarının bir yerlerinde karşılaşırlar. Ya da iki erkek iki kadın zamanlarının bir yerlerinde karşılaşırlar. Ben tesadüflere inanmam. Eğer bir insan bir diğeriyle karşılaşmışsa mutlaka bir nedeni vardır. O iki insanın ya birbirinden öğrenecekleri vardır, ya da bu karşılaşma bir sınavdır, ikisi içinde aynı değerde olmasa bile sınav sınavdır.
Bir şey öğretir ya da öğrenilmişi sınar.
Bu tesadüf olmayan karşılaşmalardan birincisi yirmili yaşlarda olsun.
Yirmi yaşanmış sene, nedir ki bir insan ömründe, aslında çok şeydir, bir başlangıçtır en önemlisi. Hayallerin, umutların sadece iki renkten oluştuğu yıllar. Pembe ve yeşil. Meslek hayalleri, başarı, evlilik, çocuk, pembe panjurlu bir ev ( hep öyle denir ya).
Kırsalda; hayaller biraz daha sınırlıdır. Aile onayını almış evlilikler, başlık parası, ailelerin birbirine denk olması, ya da “toprak bölünmez” mantığıyla akraba onaylı karşılaşmalar.
Toplumun her kesiminde yirmili yaşların hikâyeleri, yeni yazılamaya başlamış bir romanın ilk sayfaları gibidir. Hayallerle biçimlenen hikâyeler.
Her şey o hiç bitmeyecek sanılan ya da mutlu olmanın dışında bir kaygı taşımayan hayata başlamak için.
Çok güzel yıllardır yirmili yaşalar.
Her nerde, hangi toplumda olursa olsun duygular aynıdır.
Gençlik denilen o büyülü yeşil ve pembe sarhoşluk.
Tazedir her şey. Bedenler, ruhlar. Erkek ve kadında doğanın da desteklediği “bir olma” duygusu. Güçlü, çünkü yaşama gebe.
Her ne kadar her ilişkide hikâyeler aynı olmasa da, hayaller aynıdır.
Hayallerini hayatlarının hikâyeleri sanırlar yirmili yaşlar.
Hayaller çatıştı mı, ilişkiler kolayca biter, aşk acıları güçlü ve kısadır.
Hayaller hikâyelerle uyum sağlarsa umutlar gerçekleşebilir. Ev, pembe olmasa da panjurları, “samanlık seyran” misali de olabilir, yeter ki iki gönül bir olsun.
Umuttur bu, güzeldir, gerçek olması istenendir. Ailelerin beklentileri önemlidir, bazen de çok öne geçer bu beklentiler. Kırsalda daha fazla, kentlerde daha az olsa da erkek çocuk, erkek torun beklentisi. Soyun devamı. Soyadının devamı.
Çocuğun cinsiyetini, erkeğin belirlediğinden haberi olmayanlar aileler öncelikle kadının hikâyesini değiştirmekte güçlüdürler.
Yirmili yaşlardaki karşılaşmalar aynı hikâyeyi aynı hayali yaşama çabasıdır, umududur, mutluluk kavramı bunu üstüne oluşmuş gibi görünür ne yazık ki.
Aynı romanı oluşturan iki ayrı hikâyeleri olduğunun farkında değildir onlar.
Bir olmak isterler sadece yirmili yaşlar.
Birlikte olmak, bir olmak iki ayrı durumdur aslında.
Kimse kimseyle bir olamaz. Aynı anneden, babadan doğanların bile olmadığı gibi.
Hikâyeler geliştikçe, hayaller ayrılmaya başlar kaçınılmaz olarak.
Doğumdan yirmiye kadar oluşan iki ayrı hikâye; ezberlerin, eğitimin, öğrenimin daha çok ailenin oluşturduğu kişilik yapıları düşünüldüğünde, henüz çok fazla ortak hayali taşısa da ayrılacaktır birbirinden.
Mesele bu ayrılmayı, “ayrılık” gibi görmemekte.
Ya da hikâyeler o kadar güzel birbirine karışır ki; hayat, iki hikâyeden oluşan, katlanabilir acılarla ve mutluklarla dolu kocaman bir roman olabilir.
Bu romanda; sevgi, hoşgörü ve de sorumluluk duygusu yönetir bireyleri.
Ya da yönetmez.
Alışkanlıklar, tahammül, sadakat, namus, gibi etik değerlerinin baskısı ile yine yürür sonunda hikâyeler, gerçekliğini kaybetmiş kişiliklerle tıkanmış, mutsuz, umutsuz ve sonunda ihaneti doğuran tragedya tadında kişilere dönüştürür iki insanı.
Yirmili yaşlar şanstır. Hikâyeler tazedir, acı kavramı tüm gerçekliğiyle oluşmamıştır henüz “ çerçeveler boştur”.
Henüz “ölüm” düşüncesi yoktur.
Yaşamdır belirleyen, doğumdur, üretmektir, üremektir.
Herkesin birbiri için “ilk” olduğu yıllardır.
Hiç kimse kendi hikâyesini durduramaz. Böyle bir gücü yoktur insanoğlunun.
Ama kendi hikâyesiyle ötekinin hikâyesini karıştırmak ve bundan bir roman oluşturmak yirmili yaşlarda o kadar zor değildir.
Bu roman, hiçbir zaman hayallerdeki gibi tabi ki olmaz.
Ama bir “roman” olma şansı çok fazladır.
Ne yazık ki bunu ancak yaş alıp, yirmili yaşların ardından daha net irdeleyebiliyoruz.
Belki de ben geç kaldım.
Kim bilir?
Ya da.
Yaşadıklarını sonradan düşünmek, hiç düşünmemekten daha iyidir demek daha mı doğru?