“Aşk; hep güzele mi düşer”
Baykuş gecelerimin birinde, yatmaya yakın, TV ye bakayım dedim. Bir dizi, herhalde gece tekrarı, ben dizi seyrederim ama her sene ancak bir tanesi ilgimi çekiyor. Yani seyretmiyorum demiyorum. Neyse; bir baktım, genç bir kız kendinden beş ya da yedi yaş, hadi on diyelim bir oyuncuya “anne” diyor.
Birden gelen uykum da kaçtı, zaten gönüllüyüm kaçmasına.
Kız güzel, anne güzel; ikisinin de aşık olduğu erkekler süper yakışıklı. Evler güzel, kıyafetler güzel. Neticede her şey “güzel”.
Türk Sinemasında ve dizilerinde bu alışılmış bir durum.
Ergen dönemlerimde bundan etkilenmediğimi de söyleyemem. Ama o dönemlerde, anne yaşları “anne” yaşındaydı.
Şimdi neden bu fark, beşe, ona çekildi?
Bir kez düşünmeye alıştın mı durduramıyorsun, baykuş gecelerde.
TV nin, motivasyon ve simülasyon gücünün tartışmasız olduğu günümüzde, şu soru geliverdi aklıma.
Neden? Neden bunu yapıyorlar bize?
Neden “kavramlara” bu saldırı.
Yakışıklı bir erkeğin sevgisini hak etmek için, “güzel” olmak lazım. Çirkinsen; yani biraz kilolu, ya da burnun genel geçer estetik normlarının dışında bir biçimde, dudakların ince, kaşların yoksa böyle yakışıklı adamalar seni sevmezler. “ güzel” giyinmezsen kimsenin dikkatini çekmezsin. Ki bazen “ kötü” giyinen bir kız, birden “güzel” şeyler giydiğinde müthiş “güzel” oluyor. Eğer böyle olamazsan, o yakışıklı seni sevmez!
Bunlar sende yoksa koş estetiğe… Tabi para da lazım. Paran yoksa bulmanın bin yolu bulunmalı…
Aşkın, sevginin, şakülüyle oynuyorlar ve nasıl yapay bir mutsuzluk nedeni üretiyorlar; farkında mısınız?
Bu sevgisizliği beslemek değil de nedir sizce?
İnsanın “güzellik”ten”, “yakışıklılk”tan başka bir özelliği olmadığı algısını, değer kabul eden bir “sürü” yaratmak istiyorlar.
Sen, ya o sürüye katılmak zorundasın, ya da yoksun.
Hele oyuncular açısından, daha da acıklı bir durum.
Bence, kişisel bir dram!
İçinde bulundukları sektöre uymak, o sektör ne gerektiriyorsa onu yapmak üzerine her şey. Pazara uygun olmak zorundalar!
Yani sorunları “oyunculuk” da değil. “Pazar” da.
Aksi halde bir Alpacino düşmeli akıllarına, bir Dustin Hoffman, ya da Barbra Streisand.
Bir elbise dikiliyor, o elbiseye girmezsen yaşama şansın yok deniliyor.
Hem seyirciye, hem oyuncuya.
Eskisinden, o naif Türk filmlerinden daha güçlü bir simülasyon bu. Pilanlı, programlı.
Bir yandan da, başka “ahlak” yapıları, başka formlar dayatılıyor topluma.
Savunula “ahlak” la beyaz camda seyredilen “ahlak” neredeyse taban tabana zıt.
Bu ne yaman bir çelişki, demekten alıkoyamıyor insan kendini.
O zaman neden?
Sevgi ve Aşk, pazara sunuluyor. “güzeli” tüket diyor Pazar. Yalnızca güzeli. Tüket ve at.
Güzelliğin ne kadar görece bir kavram olduğu, yaş aldıkça öğreniliyor ya da bir kısım insan öğrene biliyor. Ama o acı ve mutsuzlukla geçen yıllar, gerçek bir zaman kaybı değil mi?
Nerede o eski sevdalar da deniyor bir yandan. “ Kürk Mantolu Madonna” nın yazıldığı. “bir bahar akşamı rastladım size” li şarkıların söylendiği zamanlar artık çok gerilerde.
Nostalji deyip geçemeyiz!. Bu kadar basite değil.
Gençlerin elinden sevgiyi alıyorlar!
ki dünyayı değiştirecek tek değerdir “sevgi”.
Bu sürüye katılmamak için ne gerekiyorsa onu yapalım derim gençler.
Güzellik değil hayata güzellemelerle dolsun düşüncelerimiz.
Biraz “farkındalık” sadece…
O kadar!
Sevgi ve Aşk insanın olmazsa olmaz değeri.
Sevgini şakülüyle oynuyorlar.