Ben; hem bir bayan kuş olduğumdan hem de mesleğimden dolayı gün doğumunu kaçıranlardanım. Ne güzeldir ki yolculuklarımın getirdiği, zorunlu, çok güzel sabahlarım oldu.
İnsan yeni bir günün nasıl başladığını görmeli. Her gün olmasa da arada bir yapmalı bunu.
Güneşin en sıcak yaz gününde bile doğuşunun o yumuşacık enerjisiyle bir olmak; gerçekten bu dünyanın bir parçası olduğunu, bir daha asla tekrarı olamayacak yeni günün enerjisini bedeninde hissetmeni hediye ediyor.
Gecenin karasında kaybolan renkler yavaşça aydınlanıyor, sarı daha sarı, kırmızı kırmızılığına bürünüyor.
Bazı çiçekler esneyerek açıyor taç yapraklarını, gerinip selamlıyorlar güneşi.
Önce uyanan kuşalar sonra cırcır böcekleri bir günlük neşeli ölüm şarkılarına başlıyorlar.
Sivrisinekler; gecenin açlığıyla pike yapıyorlar sessizce, gecenin aksine güneşi görünce kısılan sesleriyle.
Deniz bile sessiz, öylece yatıyor, özenle serilmiş bir gelin çarşafı gibi, mavi beyaz kanaviçeli.
Kayıklar, motorlar heyecanlı bekleyişte.
Ağaçlar gölgeleriyle mutlu.
Hiçbir varlık birinin önüne geçmiyor. Ne gölge, ne ışık, ne ses ne de renk, hepsi selamda güneşi saygıyla.
Garip bir güven duygusu, nedeni bilinmeyen bir huzur.
Az insanlı.
Gün doğumunda sokakta rastladığınız insanlara iyi bakın. Hele bir sahil beldesindeyseniz.
Özeldirler, doğumun enerjisini bilenlerdir onlar.
Çoğunlukla yaş almışlardır, koltuk altlarında gazeteler. Ağır ağır, hiç acele etmeden, geçmiş telaşlı yıllarına inat kahvelerini çaylarını yudumlamanın keyfine yürürler.
Belki de şimdiye kadar bu keyfi tatmakta geciktiklerine hayıflanarak.
Zaten zaman çok hızlı akıyordu, niye ben de daha çok hızlandırdım der gibi yorgun.
Güleç yüzleri, evde uyuyan torunlarının uyanmasını beklemek için iki yudum kahve ve gün doğumu. Bir daha asla tekrarı olmayabilir endişesi.
Yaşlarını asla anlayamayacağımız sesleri, yüzleri denize öykünmüş balıkçılar, gözleri yolda tekneleri bekletmeden denize kavuşmak için yürürler sahil boyunca.
Bahçelerini sulayanlar.
Yaşamı sadece sabah fırından bir ekmek almakla sınırlanmış ve de onu çok büyük bir özenle yapabildiğinden mutlu bir yaşlı teyze ya da amca.
Koşan, spor yapan gençler, sadece vücut formlarına odaklı, hayatın dayatılan hızının ve beğenilerinin stresi yüzlerinde.
Bir de benim gibi, bu gün doğumuna bir otobüs saati azizliğiyle dâhil olanlar.
Bu güzel doğumunda, hiç etrafına bakmadan koşan gençlere seslenmek geldi içimden hızla kalkıp yerimden.
“gençler ne olur biraz durup çevrenize bakın, güzelliklere. Onlara bakmayı beceremezseniz kaybedeceksiniz çocuklarınıza bırakacağınız en büyük mirası.
Durun ve bakın. Size dayatılan hızın esiri olmayın. Dur bak etrafına, şu yaşlı teyzeye, dedeye, bu gün de sağlıkla güne uyandık dediklerini duyacaksın yüzlerinden.
Güneşe nasıl selam verdiklerini göreceksin.
Sen; koşan çocuk cebindeki seneleri bir unutsan, ölüm fikri gelmeden önce yaşamdan sadece yaşıyor olmaktan keyif almanın ne büyük bir ruhsal hazine, onaran bir güç olduğunu anlarsın erkenden. Ruhunu besleyecek şeylerin, senin de bir parçası olduğun doğadan geldiğini, kendini korumanın ve de ruhunu korumanın, geleceğini korumanın olmazsa olmazı, doğayı korumak olduğunu anlayacaksın.
Vücudun seni yavaşlatmadan sen yavaşla biraz.
Hayat; penceresinden bakılınca görüntülerin tek çizgiye dönüştüğü bir hızlı tren değil.
Hiç bitmeyecek olan bir yol da değil.
Dur; yavaşla ve bak sadece, o zaman göreceksin.
Görmek, fark etmek zaman zaman acı verecek sana ama ne yapman gerektiğine de yol gösterecek bu acı.
Güzelliklerin ancak çirkinliklerle var olduğunu, sevginin nefret olmadan bir anlamı olmadığını, doğumla ölümün varlığını ve de nasıl dönüştüğünü, yaşam için birincil olanın önemini ve paranın asla yenemeyeceğini bir anla artık.
Anla ki sen ve senden sonra gelecek olanlar güneşe utanmadan selam verebilsin.