Uzay boşluğunda, belki bir topluiğne başından bile küçük olan gezegenimizde aynı oksijeni paylaştığımız binlerce canlı türüyle beraber yaşıyoruz binlerce yıldır.
Kimi canlılar sudan ayıklar nefesini, kimileri toprağın altından. Kimileri, insanoğlunun taklit etmeyi canı pahasına istediği ve sonunda başardığı gezegene en tepeden bakabilen göğü mesken tutmuştur. Uçabilmek tutkusu olmuştur insanlığın.
Sanki uçabilse, gezegene yukarılardan bakabilse, istediği yere bir kanat açmayla ulaşmayı, özgürlükle eş düşünmüş insanoğlu.
Sonra, ıssız maviliğin derinlerini merak etmiş balıklara özenip. Onların gördüklerini görmeyi istemiş, gücü yetmemiş, sudan ayıklayamamış nefesini bir türlü. Sonra onun da bir yolunu bulmuş havayı denizlerin altına indirmiş, tüplere, gemilere saklanıp girmiş ıssız maviliklere.
Sonra üstüne bastığı kara toprağın derinlerini merak etmiş.
Çok daha önceleri, korkularının meraka dönmediği yüzyıllarda; korktuğu, baş edemediği her şeyi kutsamış, tanrılaştırmış. Gökten, denizden, fırtınalardan tanrılar yaratmış, yeraltına almış kötü tanrıları.
Sanmış ki; eğer onlara kurbanlar sunarsa, onları kutsarsa, tanrılar koruyacak insanoğlunu.
Tanrılara da kendi hikâyelerine benzeyen hikâyeler yazmayı da ihmal etmemiş. Kendisi savaştığı için tanrıları da savaştırmış. Savaş tanrısını yaratmış.
Toprak kara bir bilinmezlik, en kötü tanrıları yer altına almış.
Gezegende yaşayan diğer canlılarda en önemli farkı gelişen bir beyin yapısına sahip olması olacak ki, tüm korkuları meraka dönüşmüş.
Merak soru sordurur, merak olmazsa hiçbir şey gelişmez.
Denizlerin altına da inmiş, göğün üstüne de çıkmış. Fırtınalardan korunmanın yollarını bulmuş.
Sırlar çözülünce de Tanrılar yok olmuş.
Sonrasında kutsal kitaplar ve tek bir Tanrı.
Sonunda da görünmez olana inanmak en mantıklı gelmiş.
Başka türlü nasıl olacaktı ki?
Binlerce yıllık gezegen tarihinde, insanoğlu yalnızca savaş tanrısını öldürememiş. Ne çare…
Sürekli gelişmekte olan beyin gücünün; avantajı mı, dezavantajı mı bilemedim, gezegende yaşayan tüm canlıların sahibi sanmış kendini. Yaşama hakkının sadece ve sadece onda olduğunu düşünmüş. Para diye bir şey yaratmış. Satmış, satın almış, biriktirmiş.
Savaş tanrısına kurban sunmuş paranın kanını.
Kendindeki eksikliklerin yansıması olarak da diğer canlıları aşağılamış.
Kedi köpek gibi kavga ediyorlar demiş, deve gibi kinci demiş, tilki gibi kurnaz, yılan gibi soğuk, kedi gibi nankör, baykuş gibi uğursuz, balık hafızalı, kuş beyinli gibi bir yığın değer yargıları oluşturarak kendi yetersizliklerini örtmeye çalışmış. Bir tek karınca gibi çalışkanı tüm bu değerlendirmelerin dışında tutabiliriz.
Bu benzetmelerden ne yazık ki birçoğu doğru değil.
Bazı kedilerin köpekleri sevmediği doğrudur, ama bazıları da çok sever birbirlerini. Deve hafızası güçlü bir hayvandır, kendisine kötülük yapan birini asla unutmaz. Kinle değil hafızayla ilgili bir şeydir bu. Baykuş ise sezgileri birçok canlıdan daha fazla geceleri iyi gören bir canlıdır. Akıllıdır, sessizdir, kanat sesi adeta duyulmaz, mavi rengi gören tek kuştur. İnsanoğlunun doğayla baş edemediği yıllarda bilgeliğin ve aklın simgesi olarak tanımlanırdı.
Balıkların ise ciddi bir hafızaları olduğu son on sene içinde yapılan deneylerce ispatlanmıştır.
Kuş beyinli aşağılaması da herhalde kuşların o küçücük kafalarındaki beyinlerinin ne kadar küçük olduğu yanılgısındandır. Kuş yuvalarının muhteşem mimarisinin bir zamanalar insanoğlu tarafından gözlenmediğine inanamam. Ya da göçebe kuşların her sene aynı yuvayı bulup yavrulamaları, sonra geldikleri yoldan geri dönebilmeleri herhalde insanoğlunda pek olamayan özellikler olsa gerek.
Ne yazıktır ki insanoğlu; hayvanlar üzerinden yaptıkları bu aşağılayıcı değerleri, yine insanlar üstüne kullanıyor. Bu ne biçim bir zayıflıktır.
Uzayda bir topluiğne başı kadar bile olamayan, adına “Dünya” koyduğumuz bu gezegende yaşayan her bir canlının bir diğerinden üstün olma durumundan söz edilemez. Ve hiçbir canlıyı bir diğeriyle mukayese etmeye imkân yoktur. Hepsi kendine özel ve mükemmeldir ve gerçek “denge” bir arada yaşamakla oluşur ancak.
Her bir canlının bir diğerine ihtiyacı vardır yaşamın devamlılığı için.
İnsanoğlu bu dengeyi bozmakla kendi sonunu hazırladığının hala farkında değil.
O çok gelişmiş insan beyninin neler yapabildiğine bir göz atalım şimdi.
Seneler önce bir “kuş gribi” masalıyla binlerce kuş ve kanatlı canlı telef edildi. Solucanlar çoğalıp ekinlere zarar verdi, keneler mutasyona uğrayıp insanları öldürdü.
Daha çok para için temel besin maddelerine verilen ilaç ve hormonlar geri dönüp insanoğlunu öldürüyor. Bundan bin yıl önce var olmayan “kanser” diye bir hastalık her gün binlerce can alıyor.
O çok gelişmiş insan beyni bundan kırk yıl önce koyun klonladı. Bu gün insanın bile klonlandığını düşünüyorum.
Vatikan korkusu olmasa açıklanırdı.
Saç telinden üretilen “kök hücre” ile organ yapan, o çok gelişmiş insan beyninin, bir hücre hastalığı olan kansere ilaç bulamadığına inanmak zor.
Yüz sene önce dünya verem hastalığından kırılırken, ilacın piyasaya sürülmesi yirmi beş yıl sonra olmuş. Neden mi?
Paranın değerinin insan sağlığının üstünde görülmesinden.
Var olan ilaç sanayinin zarara uğrayabileceğinden.
Nazım Hikmet’in bu konuda bir tiyatro oyunu da var meraklısına ”Kafatası”.
Gezegenin akciğeri, ormanlar kesilip para getiren binalar yapılıyor. Betonlaşan şehirlerde topak yok olduğundan yağmurlar sele dönüşüyor. Denizlerdeki tüm canlılar sanayi atıklarından ölüyor. Ozon tabakası delindiğinden güneş eskisi kadar dost değil artık. Burada sayamadığım ama herkesin bildiği birçok örnek var.
Ne için?
Her şey insanoğlunun, o çok gelişmiş beyninin ürettiği “para” için.
Bu yazdıklarım hiç de yeni şeyler değil. Ama tekrar tekrar hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum.
Tek bir gerçek var bu evrende “her şeyin bir sonu olduğu” gerçeği.
Nasıl her canlı doğuyor, büyüyor ve ölüyorsa, adını Dünya koyduğumuz bu gezegen de bir gün yok olacak.
Kutsal kitapların, “Kıyamet” dedikleri önemli bir öngörü!
İnsanoğlu bu sonu hızlandıran en önemli canlı.
Bir Kızılderili atasözü vardır, çoğunluk bilir. “ insanlık paranın yenmediğini öğrendiğinde her şey çok geç olacak”.
İnsanoğlu; dünyayı en güzel bir şekilde yapılandıran ama bir o kadar da yok olmasını hızlandıran tek canlı.
Sadece biraz daha zaman diyorum sadece.
Başka bir şey değil.