Çok hızlı giden bir trenin içinde düşünün kendinizi. Camdaki hiçbir görüntü net değil, seçilebiliyor ama ne renkler renk gibi ne biçimler.
Kompartımanda belki bir, belki iki kişi var tanımadığınız. Aralarında konuşuyorlar ama hiç sizi ilgilendiren konular değil. Torunlar, hastalıklar, politika. İstemeseniz bile duyuyorsunuz, öylesine bir uğultu işte.
Vardığınız yerde dolmuş kuyrukları, saatinde ulaşılamayan randevular. Geç kalma stresi, yollarda yitirilen bunca zaman. Halbuki zaman en pahalı şey değil mi. Bu ülkede niye en ucuz şey diye düşünmeden edemiyor insan. Normal zamanda bir saatte gidebileceğin yol neden üç saat. Uykundan fedakârlık edip bir saat daha erken çıkmazsan geç kalmak kaçınılmaz. İşten sonra çocukların servislerine yetişebilecek miyim kaygısı. Alışverişi araya sıkıştırmak lazım. Çocukların harcamaları çok fazla ek bir iş nasıl bulabilirim, ya da eşim bir çaresine bakmalı her şeyi ben mi düşüneceğim. Yetişmem lazım öncelikle hayata, birbirimize desteğiz zaten onun da işi zor anlıyorum ama yorgunum.
Tek başına da olsan, kalabalık bir ailen de olsa herkesin çoğu zaman içinde yaşadığı hız bu değil mi?
Bazen, insanların birbirine gerçekten nasılsın diye bile soramadığı bir hız bu.
Hayat aynı o tren penceresinden akan görüntüler gibi hızlı akıp gidiyor, karmakarışık renklerle, karmakarışık biçimlerle, karmakarışık duygularla.
Bugün yavaşladık hatta durduk.
Çin de yapılan bir araştırmaya göre birçok evli çift karantina sürecinde ayrılmış. Ne demek bu?
Demek bu hızın içinde hiçbir şeyi sorgulamamışlar, idare etmişler birbirlerini belki kendi istemlerini bile unutmuşlar.
Bugün sahilde uzun bir yürüyüş yaptım, deniz kenarında. Çok kalabalık değildi, maske ve eldiven gerekmiyordu.
Bir banka oturdum güneşe karşı gözlerimi kapattım. Bir on dakika durdum. Gerçekten durduğumu hissettim. Sen dururken beyin sinyallerini göndermeye devam eder ya, birçok ankette sorulan saçma bir soru geldi aklıma.
“Issız bir adada kalsanız ve yanınıza sadece üç şey almanız gerekse ne alırdınız”
Sonra eğer bir nedenden hapse girsem diye düşündüm. Yalnız bir odanın içinde olsam.
Bu düşünceler bir anda aktı beynimin içinde. Hayatın eski hızında gitmediği, durduğu, durmak zorunda kaldığı durumun oluşturduğu düşünceler.
Durmaya hiç alışık olmadığımızı fark ettim hem de hiç. Hayatımızı eski hızında yaşayamama duygusu, özgürlüğümüzün kısıtlanması. Daha çok düşünce, zaman zaman endişe, az hareket.
Issız bir adada yanıma alabileceğim üç şeyi düşündüm, günün anlamı gereği yiyecek, ama kolonya, maske hiç aklıma gelmedi, defter, kalem geldi aklıma. Bilgisayarın donuk ışığına hiçbir zaman alışamadım. Bir de tabii ki sevdiğim biri olsa yanımda dedim.
Ama hapiste olma duygusu daha ağır bastı adada bile olsan aynı duygu değil mi?
Hapishanede üniversite bitiren insanları düşündüm, belki dışarda olsalar hayatın hızından hiç bunu başaramayacaklardı. Neticede istediğin yere gidemiyorsun, istediğini yapamıyorsun o zaman neyi yapmak istiyordum da yapamadım ya da hayatımda yarım kalmış, zaman isteyen neler var. Daha da önemlisi en çok ne yapmak isterdim şimdiye kadar yapamadım. Bunlar çok büyük işler olmayabilir, küçük ama hayati işler olabilir. Düşünün; zaman o kadar bize ait ki ve onu özgürce ve istediğimiz gibi kullanma olanağımız var.
O zaman sorun şurada başlıyor. “Ben ne yapmak istiyorum”, hayatın sana dayattıklarından farklı olarak.
İşte tam da zamanı değil mi. Bu zorunlu durumu kendi avantajımıza nasıl çevirebiliriz.
Kütüphanemde okuyamadığım ya da yarım bıraktığım bir yığın kitap var. Bitmeye yakın bir kitap projem var, aklıma bir yığın yazı konusu geliyor. Tadıyla yemek yapmam için, kışlıkları yıkayıp kaldırmak için, çiçeklerin topraklarını değiştirmek belki eve yeni bir düzen vermek için bir yığın zaman. Belki hayatında bir daha elde edemeyeceğin bir zaman bu. İşin panik boyutu tabi ki önemli ama televizyonlar ve sosyal medya o kadar bahsediyor ki burada yazmanın hiçbir gereği yok. Ama bir tek şunu biliyorum gereken önlemleri aldıktan sonra panik ve endişe bağışıklık sisteminin çökmesinde son derece etken.
İnsanoğlu o kadar mükemmel bir yapıya sahip ki her şarta uyum sağlayabiliyor. Yeter ki uyum sağlayacak bakış açısını geliştirelim. Aklımıza, hayatımıza yeni bir düzen getirebiliriz.
Belki, kim bilir tekrar hayatın hızına kapıldığımızda kendimize daha çok “durma” zamanı yaratmanın şartlarını daha çok zorlarız