“ne kadınlar tanıdım, zaten vardılar”
Atilla İlhan’a bir güzellemeyle başlamak istedim.
Evet, ne kadınlar yaşamış ve ne başarılara imza atmışlar dünyada ve ülkemizde. Dünyada; zaten isimleri bu günlere gelmiş kadınları, okuyup yazması ve biraz da merakı olan çoğu insan bilir edebiyatta, bilimde ve sanatta. Çok bilinmeyen bir tane var o bir başka yazımın konusu olacak. Ülkemizde ismi bu günlere kadar gelmiş tabi ki çok kadın var ama önemli başarılara imza atıp da çiçek dürbünlerinin içinde saklı kalmış olanlar da çok.
Her ne kadar Âdem’in sol kaburga kemiğinden ürediğimize inananlar olsa da yaşanan gerçeği değiştirmeye güçleri yetmez.
Geceyle gündüz gibi, siyahla beyaz gibi Yin ile yang gibi, kadın olmasaydı erkek de olmazdı.
Hani siyahın içindeki beyaz nokta, beyazın içindeki siyah nokta gibi.
Yaşamda üstlendikleri sorumluluklar gereği dişiyi erkekten ayıran önemli özellikler olduğunu kimse yadsıyamaz.
Birinin diğerinden üstün olması değil, farklı olmalarıdır yaşamı sürdüren. Bu fark çay bardağıyla, su bardağı arasındaki fark gibi değildir. Çay bardağıyla, çay gibi bir farklılıktır.
Doğada dişiler; yavrularını koruyabilmek, beslemek, yaşatmak için verdikleri mücadelede türlerinin devamı için artı bir zekâya sahiptirler. Zekâlarının yanı sıra, garip bir önsezi ile kimden(insanoğlundan söz ediyorum) zarar görmeyeceklerini de iyi bilirler. Sorumluluk duyguları ve zekâları gelişmiş olarak yaratılmışlardır. İster sürü halinde yaşasınlar ister çift, türün devamı, onların asal görevidir.
İnsanoğlunda da durum, tüm memeli canlılarla aynı olmakla birlikte biraz daha karmaşıktır.
İstisnalar olmakla birlikte, bir kadının çocuklarına duyduğu yaşamsal sorumluluk her zaman erkeğinkinden farklıdır, her ne kadar soy ağacı babadan devam etse de.
Kadın doğası yaşamı savunur. Savaş isteyen bir kadın gördünüz mü hiç?
En haklı savaşlarda bile kocasını, evladını kaybeden kadındır.
Dünyamızın ilk yüzyıllarında kadın; anneliğinin yanı sıra avcılık ve yöneticilik görevini de üstlendiğinden, erkekler tarafından saygın bir yere sahipti.
Anadolu’da “toprak ana” “Kibele” heykelleri, Hitit sikkelerinin( paralarının) üstündeki kadın formları bu kutsanmanın simgeleridir. Soy ağacı da Ana tarafından sayılırdı. Baba değil dayı söz sahibiydi ailede. Ta ki oğlan çocuğunun yerine kurban edilmek üzere gökten koç inene kadar.
Ve erkek kutsandı…
Soy ağacı erkeğe geçti. Sonra da soyadı.
Batıdaki gelişim; Doğu toplumlarından farklılık gösterse de, Hristiyanlığın orta çağında, toplumda biraz sivrilen kadınlara “cadı” gözüyle bakılıp canlı canlı yakılmaları da tarihe işlenmiştir.
Batıda, toplumsal altüstlükler ve buna bağlı gelişen felsefe ve bilimle bilinçlenen kadınlar kendi haklarının savunucusu olmuş ve hak ettiklerinin büyük bir kısmına da kavuşmuşlardır.
Doğu toplumlarında ise kadın sorunları hala katmerlenerek büyümeye devam etmekte.
“Fırsat eşitsizliğiyle var olmaya çalışan kadınların yüzyılı”
Giderek bu eşitsizlik kadının genlerine kadar işlemiştir.
Erkekle kadın; yukarıda da yazdığım gibi, tabi ki eşit değiller. Eksiklikleri ve fazlalıklarıyla sadece farklılar. Bu farklılıklar, ancak fırsat eşitliği verildiğinde olumlu bir biçimde gelişir.
Konu çok basit ama son derece de zor.
“fırsat eşitliği”.
Etik ve ahlak ezberleri, kaderi olmuş kadınların.
Orta doğuda bir kadının; hayallerini ve yaşamdan beklediklerini hayata geçirmesi için, önce cesaret ve de çok sağlam tırnakları olması lazım ve de erkeklere oranla on kat daha çalışma gücü.
Toplumun kendilerine dayattığı rollerin dışına çıkabilmek için de sağlam hayalleri.
Ne yazık ki ülkemizde hayallerinin ideallerinin peşinden gitmiş, ağır bedeller ödemiş yüzlerce kadın var.
Çoğunun isimleri ve yapıtları çiçek dürbünlerinin içine hapsedilmiş.
Ben yapabildiğim kadar hep hayallerimin peşinden gittim. Bedellerini de ödemeyi göze alarak tabi. Kayıp ve kazançlarım bende saklı.
Bu gün burada yazabiliyorsam, düşüncelerim ve deneyimlerim benden sonraki nesillere biraz ışık olabilir umudum varsa, kazancım da çok diyorum.
Seneler önce İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında bir oyun seyrettim. “ kadın hayattır memattır” adında.
Tüm emeği geçen meslektaşlarım bir çiçek dürbünü uzattılar bana. Ve o dürbünün içinde hapsolmuş kadınlar. İsimlerini ilk defa duymaktan utandığım.
Kısa da olsa bu kadınlardan bahsetmek istiyorum size. Belki onların hayatları bize daha çok mücadele ve var olma gücü verir.
MİHRİ MÜŞFİK
1886 da Moda da doğdu. Resimde, “Dışavurumcu” çağdaş resim çalışmalarını ilk başlatan kadın. İtalya ve Fransa da çeşitli sanat okullarında ve atölyelerde öğrenim gördü. Türkiye de 32, İtalya da 36,Fransa da 23, Amerika da 60’ı aşkın olmak üzere 150 dolayında eseri kayıt altına alındı. İmzasız da çok resmi olduğu biliniyor. Papa’nın portresini yapan ilk kadın ressam. Osman Hamdi Bey’ in 2. Abdülhamit’ten aldığı izinle kurduğu Sanayi-i nefise mektebi sadece erkeklere eğitim vermekteydi bu yüzden 17 yaşında İtalya ya gitti. Sonra da Fransa ya. 1913 de İstanbul Darülmuallimat ( kız öğretmen okulu) resim öğretmenliğine atandı. Bu okul, Müslüman halkın kızlarının devam ettiği yüksek eğitim kurumuydu. 1914 de İnas Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı. Bu okulun açılmasında da büyük katkıları oldu. Sonradan okulun müdürlüğüne getirildi.
1915 de Tevfik Fikret’in ölümü üzerine yüzünün kalıbını alarak heykelini yaptı. Bu Türkiye de yapılan ilk büst çalışmasıdır. Mask Aşiyan müzesinde sergilenmektedir.
1922 de yılında Mustafa Kemal’in mareşal üniformasıyla, ayakta canlandıran 3m yüksekliğinde bir portresini yaptı ve Çankaya köşküne götürerek kendisine sundu. Cumhuriyetin ilanından sonra, Türk ressam tarafından yapılan ilk Atatürk portresidir.
Aykırı giyimi ve resmi toplumda asla kabul görmedi. Evliliği bozuldu. Tekrar İtalya ya dönmek zorunda kaldı.
1922 de Papa nın portresini yaptı. Papa ilk kez başka dinden bir kadına poz vermişti.
“çingene” isimli tablosu Louvre Müzesine kabul edildi. New York, Washington, Chicago üniversitelerinde konuk resim profesörlüğü yaptı. Zengin Amerikan ailelerine resim dersleri vererek hayatını kazandı.
1954 de yoksulluk içinde öldü ve kimsesizler mezarlığına gömüldü.
FATMA ALİYE
İlk Türk kadın romancı. 1862-1936
Fatma Aliye, hiçbir okuldan eğitim almamıştır. Abisi Sedat beyin aldığı özel dersleri dinleyerek kendini geliştirmiş, sonrasında Fransızca ders alıp gelişme imkânı bulmuştur.17 yaşında evlenmiş ve dört kızı olmuştur. Kocasından gizli okurmuş kitapları. Daha sonraları kocasının izniyle Fransızca’ dan çeviriler yapmış. Ahmet Mithat Efendi ile birlikte “ hayal ve hakikat” adlı romanın tüm kadın karakterlerin konuşmalarını yazdığı halde kitap Ahmet Mithat efendi adıyla yayımlanmış.
Yazdığı romanlarda, bir kadının gözünden aşk, sevgi, evlilik gibi konuları yazan ilk kadın yazarlardandır. Soyadı kanunuyla Topuz adını almıştır. 2009 yılında 50 TL’lik banknotların üstünde resmi yayımlanmıştır.
LEYLA SAZ
Hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminde yaşamıştır. Besteci, yazar ve şairdir. 1850-1936 yıllarında yaşamıştır. Dil hayat Kalfa dan sonra ikinci Müslüman anı yazarıdır. Babası saray doktoru olduğundan çocukluğu Dolmabahçe sarayında geçmiş, sultan kızlarına ders veren piyano hocalarını dinleyerek saray musikisini tanır. Babasının Girit valiliği esnasında Fransızca ve eski Yunanca öğrenir.
Günümüze kalan besteleri, “seni sevda çiçeğim”, kurtuluş savaşında “yaslı gittim şen geldim, aç koynunu ben geldim” marşının bestecisidir. Divan edebiyatını da çok iyi bilir, aynı zamanda da çok iyi bir şairdir. Soyadı kanunuyla “saz” adını alır, nedeni sorulduğunda da “onsuz ömrüm geçmedi ki” cevabını verir.
Size iki isim daha vereceğim ŞAİR NİGAR ve ZERRİN BÖLÜKBAŞI. Bir de MİNA URGAN derim ki, onun yaşam öyküsüne ve eserlerine daha kolay ulaşabilirsiniz.
Mutlaka daha ne kadınlarımız vardır çiçek dürbünlerinin içine hapsolmuş.
Yukarıda adı geçen kadın sanatçılar, eninde sonunda dürbünden çıkıp yaşayan yerlerini alacaklar tarihte.
Her birinin hayatı bir tiyatro oyunu ya da bir film olacak kadar değerli.
Bir de hiç ismi olmayan kadınlar var. Hiç tanıma şansımız olamayanlar.
O zaman da etrafımıza bir bakalım derim.
İsmi hiçbir zaman olmayan ve olmayacak olan ama her türlü acıya ve ötekileşmeye direnerek yaşamlarını tırnaklarının ucunda hissedenlere.
Benim bir umudum daha var. Belki bu yazı, kız çocuğu olan babaların da dikkatini çeker.
Hani umut ya…