Yaşam dediğim zaman Becket’in bir tanımı gelir aklıma “ yaşam forseps ile mezar arasındaki bir an dır”. Yani doğumla ölüm arasıda sadece bir an yaşam dediği. Halbuki başlangıçta ne de uzundur sanki bitmeyecekmiş gibi. Yaşlar bir türlü ilerlemez. Büyümek istersin bir an önce, sakalın çıksın, göğüslerin büyüyüsün istersin. Bir türlü geçmek bilmez zaman. Sonrası da kuşkanadında.
Yaş alırken, para biriktirirsin, yatırım yaparsın eğer yapabiliyorsan, sigortalar ödersin sağlığa mal varlıklarına yaşlılığını düşünerek ya da çocuklarını.
Bir takım şeylerin yedeklerini alırsın bir gün bozulursa diye, giysi, takı, çanta, ayakkabı biriktirirsin. Hele tüketim toplumunda yaşıyorsan kaçınılmazdır bu biriktirmek, hep ihtiyacından fazlasını almaya teşvik eden bir topluma karşı koymak zor.
İsveçte yaşadığım yıllarda tam tersi olmuştu çünkü orada insanlar ihtiyaçlarının dışında pek alışveriş yapmazlardı dolayısıyla ben de yapmadım. Neticede tek başına yaşayamıyorsun bir toplumda etkilenmeden. Ya da etkilenmemek için ciddi bir iradeye sahip olmak lazım, bu konuda çok başarılı olduğumu söyleyemem. Ama biriktirmek çok farklı bir durum. İstesen de istemesende bir kere anı biriktiriyorsun acısıyla tatlısıyla. Anıları olan hediyeler, objeler çoğaldıkça çoğalıyor atmayı da sevmiyorsan birikiyorsun.
Benim gibi bir “biriktirme cadısı”için hayat zor. Benden daha beterlerini tanıyorum ama tanıyor olmak benim bu sıfatımı çok da değiştirmiyor. Annem benim gibi değildi, babam hiç değildi. Ama dedem…
Benim ilk arkadaşım dedem. Kurtuluş savaşının kaptanı. Annanemin annesinden kalan bir tepsi mücevherle Beşiktaşda bir köşke damat olarak girmiş dedem. O mücevherlerin savaş günlerinde nasıl pirinç ve şekerle değiş tokuş yaptıklarının hikâyeleriyle büyüdüm. Ne yapsınlardı mücevher, altın yenmiyordu ki.
Dedem; ilk arkadaşım, “cici torunum” derdi bana. Omuzunda gezdirirdi beni, iki ayağımı göğsünde tutarak. İlk kara tireni onun omuzunda görmüştüm.
Yatağının altında tahta bir valizi vardı, içinde boylarına göre sıralanmış çiviler, vidalar, somunlar ve her türlü tamiri yapabileceği aletler. O zamanlar tükenmez kalem yeni çıkmıştı zor bulunuyordu.
Cici torunum eğer tükenmez kalemin bozulursa sakın atma bana getir ben onu tamir ederim derdi. Sandığında tükenmez kalem uçları ve yayları da vardı, götürürdüm ve onun zevkle sandığını açıp parçaları bulup kalemi tamir etmesini büyük bir keyifle izlerdim. O herşeyin tamir edileceğine inanırdı ve hiç boş durmazdı hep yapacak bir işi vardı. En önemlisi de “cici torunum sakla samanı gelir zamanı” derdi. Bu değim anlamını kaybedeli çok oluyor.
Şimdi paran varsa al, alamıyorsan da üzül zamanı. Ya da almak için her yol mubah.
Bir keresinde yeni taşındığımız evde çamaşır makinesinin toprak pirizini yanlış bağlamış, annem hani o karikatürlerdeki saçlarına kadar elektiriklenmiş olarak bulmuştu kendini. Ya da onu dam aktarırken bulabilirdiniz sabahın köründe. Köpek görünce de ilk bulduğu ağaca çıkardı, ya da yere çömelirdi. Bu korkunun nereden geldiğini sormak hiç aklıma gelmemişti, elbet vardı bir nedeni ama şükür ben o korkudan etkilenmedim.
Annemin diktiği takkeleri beğenmez, kendi yöntemiyle parmaklarıyla ölçü alarak takke dikerdi kendine. Odasında tüm peygamberlerin hikâyesini dinlediğim sonra da geceleri korktuğum zamanlar. Okuma yazma bilmeden tüm duaları bana ezberletmesi. Dedem inançlı bir insandı, ben dini ondan öğrendim benim ondan öğrendiğim din yalanın sahtekârlığın olmadığı bir dindi. Kurban bayramından dört beş ay önce kuzuları alır büyütür besler kesileceği gün de evden kaçardı. O kurban eti bizim soframıza hiç gelmedi, yenmedi. Gelseydi de kimse yiyemezdi zaten. Belki de hayvanseverliğimin dışında kurban bayramının bu gün aldığı vahşete yakın duruma tepkimin başlangıcıdır o günler.
Çarşamba geceleri bezli ahşap radyonun önüne oturup birlikte “radyo tiyatrosu” dinlediğim dedem, bir gün benim de o radyo oyunlarında oynayacağımı bilse çok sevinirdi. Ama bir yerlerden görmüştür, duymuştur diye düşünüyorum.
Okul yaşımdan üç dört sene öncesinden çantamı defter ve kalemlerimi alan arkadaşımdı o.
Aynalı ceviz gardrobunda güveylik ayakkabıları dururdu demir kalıplar içinde ve annanemin işlediği çorap ve mendil bohçaları. Hani şimdi biz sokaktan gelip ayakkabılarımızı dolaba koyarız ya, dedem sokaktan geldiğinde ayakkabıları silinip boyanır cilalanır ve elbise dolabının içine konurdu. Yıllarca giydiği keten ceketleri beyaz pantolonları vardı. Yağmurlu havada sokağa çıksa pantolonunda, ayakkabılarında bir dirhem çamur olmayan bir adamdı benim dedem. Eski bir istanbullu olmasından mı, kaptan olmasından mı bilmem hep beyazdı o.
Tüketimin bu kadar fazla olmadığı, savaşı, varlık içindeki yoksulluğu görmüştü. Para verip aldığı bir şeyin kıymetini bilir, korurdu onu. O yüzden sloganı sakla samanı gelir zamanıydı ve benim ilk arkadaşımdı.
Şimdi düşünüyorum da ben bu mirası dedemden devralmışım ve böyle bir mirasa sahip olduğum için de çok mutluyum. Evet, biraz kalabalığım, karışığım ama bir çok arkadaşıma, dostuma da iyi geliyorum. Semah şu sende vardır ya da onlar için çok alakasız ama bir an ihtiyaç duydukları şeyler de olabiliyor bende.
Bazı arkadaşlarım da”çöpçü” derler bana ama dediğim gibi bir şeye ihtiyaçları oldu mu ilk başvuracakları benimdir.
Hep biriktirdik, biriktik de.
Şimdi benim onlarca ayakkabım çantam giysim var koruma kaygım olmayan. Ne gam…
Bu gün artık görüntülü konuşuyoruz telefonlardan dünyanın dört bir yanıyla, dedemin hayal bile edemeyeceği. Her türlü bilgiye ama doğru olduğuna emin olamayacağımız bilgiler de dahil herşeye bir tuşla ulaşmak mümkün.
Onun omuzlarında ilk kez kara tireni görüp de “semah kokumaz” diyen Semah yok artık. Ama ondan ve birçok yaşanmışlıktan biriktirdiklerim var. Birikiyor işte yaş aldıkça.
Anılar; yaşamın bir yerine takılıyorlar, onları takıldıkları yerden çıkartıp adeta bir hesaplaşmayla bu güne getirip, hatırlayıp çoğaltmak da yazıyla oluyor.
Anılar sadece bana ait değil ki, bu coğrafyada her zaman bir karşılığı var bir yerlerde.
Değişim o kadar hızlı ki çok güzel hatırladığın bir anı yüzünde acı bir gülümsemeye dönüşebiliyor.
Zamanı geri döndüremeyeceğimize göre biritirdiklerimizi özenle ayıklamaktan başka yapacak bir şey yok galiba. Ayıklayıp paylaşmak.
Şimdi umut biriktirmek zamanı.