“ Bana bir önyargı verin dünyayı yerinden oynatayım”
Der, Gabrial Garcia Marquez dünyaca ünlü romanının ilk sayfasında.
“ Kırmızı Pazartesi”.
Seneler önce, Macit Koper’in oyunlaştırması ve rejisiyle İ.B.Ş.T de oynadığım oyun. Roman incecik bir nefeste okunabilecek bir kitap.
“Dünyanın en iyi yazılmış romanı” ünvanlı. Neden bu unvanı almış derseniz; romanı sizde oluşturduğu soruların cevaplarını bulmak için en az üç kere okumanız lazım. Gerçek bir matematik zekâyla yazılmış bir “ fantastik edebiyat” dehası.
Marquez; niye romanının başına böyle bir cümle koymuş?
Roman herkesin olacağını bildiği bir cinayeti anlatır ve bu cinayet herkesin önünde işlenir. Ve herkes tarafından bilinen bu cinayeti kimse engelleyemez.
Neden?
Çünkü herkesin birbirine bir önyargısı vardır!
Bu önyargılar, romanın satır aralarında kanaviçe gibi işlenmiştir. Sorularınıza yanıtı ancak üç ya da dört kere okursanız bulabilirsiniz ancak. Örneğin; benim oynadığım rol açısından bakıldığında (Placida-Santiago’nun yani cinayete kurban giden gencin annesi)sorularıma yanıtı ancak dört okuma sonra bulabildim.
Katil kardeşlerin cinayeti planlayıp ve de özellikle herkese duyurdukları mekân, yani meyhane kurbanın evinin hemen yanında. Meyhaneci kadın, olayın gelişiminin en büyük şahidi.
Peki, neden gidip Santiago’nun annesine haber vermiyor?
Soru bu?
Bu sorunun cevabı; Placida nın babasının geçmişte Meyhane mafyası olduğu. Her ne kadar meyhaneci; ölümü, cinayeti önemsese de bu “önyargı” onun gidip haber verme duygusunun önüne geçiyor.
Meyhaneci kadınla, Placida arasında, bir gencin ölümünü bile hiçe sayacak kadar güçlü bir “Önyargı” var. Bu sadece, bir karakter açısından bir inceleme. Onlarca karakter var romanda. Hepsi bu cinayetin göz göre göre işlenmesine seyirci oluyor.
Macit’in yorumu Hırant Dink cinayetine bir göndermeydi. Ve de çok doğru bir göndermeydi!
Çünkü o cinayetin olacağını da herkes biliyordu!
Kırmızı Pazartesi’yle tanıştıktan sonra, Marquez’in ustalıkla altını çizdiği bu kavram ciddi bir şekilde kafama takıldı. Zaten onunda istediği buydu diye düşünüyorum.
Ne kadar çok yargılarımız ve ön yargılarımız var, şu yaşadığımız uzun gibi görünen ama kısacık hayatta.
Önyargılarımızdan dolayı neleri kaybetmişiz?
Anlamak ve soru sormak yerine bir yargı, ne kadar kolay gelmiş düşünceye!
Bir çeşit korunmak duygusu mu?
Acaba hayatımızı yönetmemizde bu yargı ve önyargılar ne kadar etkili olmuş?
Evet, bir önyargı tüm hayatın akışını değiştirebilir güçte bir düşünme boğulması!
Ve her şeyi yerinden oynatabilecek güçte!
Yargılar; düşünme mekanizmamızı nasıl etkiliyor?
Ya da düşünmek istemediğimiz için mi, yargılamak daha kısa bir yol oluyor?
Korkudan mı acaba?
Bir yanıyla da beynimizde söyle de bir bilgi oluşmuş da olabilir. Yargıyı gerektirecek mutlak bir doğru yoktur. Her şey değişir, mesele bu değişimi fark etmekte.
O zaman; değişip akan zamanın içinde, değişime kör olup yitip gitmek değil midir yargı?
Hele “ Aşk” da ne kadar keskindir bu düşünme boğulması.
Ya seviyor olmasına kitlenir düşünce ya da sevmiyor.
Hemen ve acilen bir fikrimiz olması lazımdır, korunmak için.
Zamanın akışının dışındadır bu yargı.
Sonuç; bir yaşamı, bir gerçeği, bir yaşanmışlığı sorgulamaksa, burada yargının yeri yoktur!
İşte tam da bu noktada ikinci bir oyun geliyor aklıma.
12 Öfkeli Adam.
Reginald Rose’un sinemaya da aktarılan, bence çağımızın en iyi tiyatro metinlerinden biri.
12 mahkeme bilirkişi heyeti; bir hakkında karar vermek için toplanır. Verecekleri karar bir bir gencin katil olup olmadığıdır. Heyetten 11 kişi gencin kesin katil olduğunu savunmaktadır delillere dayanarak. Ama bir kişi ısrarla direnir.
“suçlu olmayabilir” der.
“suçsuzdur” demez çünkü o da bir yargı cümlesidir.
Tezini analitik bir aydınlıkla savunur.
“ Suçlu olmaya bilir”
Genci suçlu gösteren tüm delilleri çürütür sonunda, yargıya alışık 11 beyini, çocuğun suçsuz olduğuna ikna eder.
Bu metin; bence dünyanın ihtiyacı olan tek bir şeye, yitirdiğimiz insanlığımızı hatırlamamıza yardım ettiği için çok değerli.
Genç bir çocuğun hayatı hakkında verilecek bir kararda önyargılar, cinayetle aynı şey değil mi?
Benim için; oyunun konusundan çok bana, benim için düşündürdükleri.
Bu kadar senelik hayatımda, kimleri nasıl yargılamışım.
Kolayca.
Yaşayabileceğim birçok güzelliğe nasıl engel olmuşum.
Algısal olgunluk, analitik yapıya sahip, etik sorunlara karşı cesarettir.
Yani hayata cesarettir.
Hadi, geç kalmak diye bir şey yok.
Bu gün hayatının sondan önce ilk günü.
Hadi biraz cesaretle savun hayatı.
Önyargısız.