Başlamadan söyleyeyim de imla hatası sanılmasın. “ Alaşmak” diye bir sözcük yok Türkçede. Melih Cevdet Anday’ın deyimiyle “ben uydurdum”, hangi nedenle uydurduğumu anlatacağım. Sözcük üretmek bir ihtiyaçtan doğar, benim de bu sözcüğe gerçekten ihtiyacım vardı.
“ Alışmak sevmekten daha zor geliyor.
Alışmak bir yara bağrımda kanıyor”
Diye nakaratı olan bir şarkı vardır; neredeyse her kesin bildiği, çoğunluğun sevdiği. Niye sevilir bir şarkı? İnsanın kalbine dokunuyorsa, kendinden bir şeyler buluyorsa o şarkıda, sevilir.
Alışmak duygusu, sevgiden daha güçlü olarak ifade buluyor sözlerde. Bence de doğruluk payı oldukça yüksek. Sevgiyle, aşkla başlayan ilişkilerde zamanla sevginin bittiği olağandır. Bu durumda iki taraf da sevgilerinin bittiğini, değil birbirlerine kendilerine bile itiraf edemedikleri bir sürece girerler. Kavgalar, incitmeler, huzursuzluk, toplumun değer yargılarıyla tahammül edilen medeni bir işkenceye döner hayat. Hele kadının ekonomik bağımsızlığı yoksa tahammül kaçınılmaz. Ekonomik bağımsızlığı olan kadınların bile bu sürece girdiklerini gözlemleyebiliyoruz sıkça. Yalnız erkek için daha farklı bir tahammül etme biçiminde seyredebilir bu süreç. Gönlünü eyleyebileceği bir sevgili hayatını kolaylaştırabilir. Karısından ayrılmak istemez, “ben karımı seviyorum” der ısrarla. İtiraf edilemeyen sevgisizlik ve de saygısızlık durumu sadece ve sadece “alışkanlık” tan başka bir şey değildir.
Alaşma hali, son derece rahat ve alıştıra alıştıra oluşur. Farkına varılmadan.
Alaşan, rahatının bozulmasını istemez.
Kadın; “ daha iyisini mi bulacağım”, “ Evim var, para düşünmüyorum”
Erkek; “düzenim, çocuklarım, temiz çamaşırlarım, yemeğim önümde” gibi öncelikle kendisine saygıdan yoksun, mutsuz “alaşık” bir ilişki sürer gider.
Yaşananı, yaşamak istenene yaklaştıracak yanılsamalar üretir beyin. Zamanla yaşanan gerçekliği kabul etmek, ya da farkına varmak gittikçe zorlaşır.
Bu hale, sevginin bir çeşidi denebilir mi?
TV, zaten olağan üstü aşklarla dolu.
Aldatma mı?
En güzel kadınlar, herkesin hayran olduğu sanatçılar bile aldatılıyor magazin haberlerinde, diyerek çekirdek çitlenen geceler.
“kol kırılır, yen içinde kalır” la komşuya, arkadaşa gösterişli mutluluk oyunları.
Her şey, herkesin yaşadığıyla aynı.
Bunun dışında bir hayatı düşlemen de pek istenmez zaten.
En küçük birim ailede işleyen alaşıklık durumunun öz de aynı biçimde farklı çeşitlemeleri, Toplumda da gözlemlenir…
Özellikle alıştırmanın son derece ağır ve fark etmeden olması benzerliklerden en önemlisidir.
Gençken, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelen hayatta, birbirinin neredeyse aynılarından oluşan bir sürünün içinde alaşık ve rahat yaşamak.
Sürü kalabalık, sürü güçlü. Sürüyle birlikte olmak güvenli.
Arabesk bir mutsuzluğun rahatlığı.
Beyin kamaşması gibi.
Ahlak kusması!
Dönüp, durup tekrar aynı yere gelmek gibi.
“ya bu deveyi güdersin, ya da bu diyardan gidersin” gibi hamasi ve zaten gidemeyeceğin yargısını besleyen alaşık bir durumda bulunmak gibi.
Alaşan insanın yaşamayı unuttuğu tek bir duygu vardır.
“şaşırmak”, “hayret etmek”.
Ah bir şaşırsa, da “Neden?”, “Niçin?” sorusu, engellenemez cesaret, bir göze almayla aklın bir boşluğuna takılsa.
Alaşık olma halinin, bu arabesk mutsuzluğunun bir kader olmadığı, değişebilir bir hal olduğunun farkına varabilse.
Sürüden ayrılmanın cesareti; az olmanın haklı ama acılı yolunun sonundaki umut.
Değişmeyen tek şeyin “değişmek” olduğu.
Vazgeçebilmenin özgürlüğü.
Soru sormadan yaşamanın mutlu rahatlığından vazgeçmek.
Ve tek tek, nelerle alaşık yaşadığımızı, nelere artık şaşırmadığımızın uzun bir listesini yapmak.
Çoğalmaya umutlu “tek” ler yazmıştır tarihi.
Mesele sürüden ayrılmayı göze almakta.
O yüzden, sürüden ayrılan herkes sevgilidir.