Sanat toplumun öncüsü, aydınlatıcı gücü, aynasıdır. Toplumun gelişmesi için sanat olmazsa olmazıdır. Resim sanatı da diğer sanat dalları gibi kendi işlevini toplumsal olarak yerine getirdiği ölçüde topluma katkı yapar. Bu anlamda Ankara’da suluboya resim sanatını icra eden Gülhan Diyarbekirli ile resim sanatı üzerine söyleşi gerçekleştirdik. Beğenerek okuyacağınızı umuyoruz. İyi okumalar.
Gülhan Diyarbekirli’yi tanımayanlara özetle nasıl anlatırsınız?
1975 Adana doğumluyum. Henüz okumayı yazmayı bilmediğim yaşlarda, dönemin siyasilerinin karikatürlerini çizerek, gördüğüm her şeyi resmetmeye çalışarak sanat hayatıma ilk adımlarımı atmışım. Sanatçı Burhan Özer’in kardeşi olduğumdan dolayı, ondan ve sanatından çok etkilenerek ve onun da yönlendirmeleriyle önceleri desen ve ahşap üzerine yakma tekniklerinde eserler ürettim. Lise yıllarımda Burhan Özer Resim Atölyesi’nde pek çok teknikte eserler üretmekle birlikte profesyonel anlamda suluboya ve lavi teknikleri üzerine yoğunlaştım. 2 kişisel, pek çok karma sergim oldu. Hacettepe Fransız Dili Öğretmenliği mezunuyum. Evli ve bir kız çocuk annesiyim.
Resim sanatı topluma ne mesajlar veriyor?
Resim sanatı da sanatın diğer dalları gibi bir işleve sahiptir. Sanatçının bakış açısı ve yorumlaması ilk etapta öznel bir yaklaşımla eserler ürettiğini düşündürebilir; ancak toplumsal bakımdan çoğunluğun sahip olduğu kalıplaşmış değer yargıları dışında başka yollar da bulunabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Toplumların kanıksadığı düşünce kalıpları vardır. Sanatçı düşündüğü ve yaptıklarıyla yaşamda farklı çözüm yolları, farklı kalıplar bulunduğunu göstermesiyle topluma önderlik eder. Sanat bir bütündür ve her dalı medeniyete aynalık eder. Sanat ve sanatçı bir şekilde toplumun sesidir de aslında.
Ressamsız veya resim yapmanın yasak olduğu bir dünya, ülke düşünebiliyor musunuz?
Resim sanatıyla uğraşan birisi olarak böyle bir dünya düşünebiliyor olmak kendi varlığımı inkâr etmek olur. Karanlık, renksiz, duygunun, medeniyetin olmadığı, geri kalmış bir toplumun parçası olarak yaşamayı hayal bile edemiyorum.
Resimden ve resim sanatçısından en çok kimler rahatsız olur?
Resim sanatı yapısı gereği daha iyi, daha yaşanılabilir bir dünyayı hedefler. O nedenle bugün içinde yaşanan toplumun çelişki ve açmazlarını göstermeyi hedefler. Yerleşik düzeni savunan kimseler bu durumdan son derece rahatsızlık duyarlar; çünkü daha ileri düzeyde yaşamı düşünmek bugünkü sistemin çelişkilerini eleştirmeyi de beraberinde getirir. Elbette eleştiri yapıldıkça onun hedefinde olanların bundan rahatsızlık duyması kaçınılmazdır. Sistemin eksikleri ve kusurlarından beslenenler için bu anlamda sanat son derece tehlikeli bir düşünce alanıdır.
Rembrant, çağının haksızlıklarına sessiz kalmayıp çizdiği desenleriyle yaşlıların, çalıştırılmaktan yorgun düşmüş köylülerin, yoksul annelerin; kısaca insanlığın acılarını resimleriyle gözler önüne sermiştir.
1937’de Pablo Picasso Guernica kentinin Almanlar tarafından uçaklarla saldırıya uğraması karşısında bu vahşeti “Guernica” tablosuyla ölümsüzleştirmiştir. Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Dolayısıyla sanat bir çeşit baş kaldırıdır, itiraftır. Bundan pek çok kesim rahatsızlık duyabilir.
Ülkeleri yönetenlerin resim sanatını teşvik etmesi gerekiyor mu?
Bu soruya yanıt vermeden önce dünya üzerindeki ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bakmak gerekir. Çünkü gelişmişliğin ölçütü maddi bakımdan olduğu kadar kültürel anlamda da kalkınmayı gerektirir. Sadece maddi zenginliğin kalkınmayla bir alakası yoktur. Günümüzde gelişmiş dediğimiz ülkelerin tümü sanata önem vermiş ve sanatçılarını desteklemişlerdir. Bunun rakamsal açıklamaları da vardır. Devletlerin genel bütçelerinde kültür ve sanat için ayırdıkları pay en iyi göstergedir. Örneğin Fransa bütçesinin %5’i civarında kültür ve sanata pay ayırırken bizde bu oran binde 2-3 arasında değişmektedir. Bu da oransal anlamda büyük bir farkı ve anlayışı gösteriyor.
Resim yaparken, ya da bitirdikten sonra burası olmadı ya da içinize sinmediğinde sil baştan mı başlıyorsunuz? Bu hatayı nasıl gözden kaçırdım dediğiniz oluyor mu?
Tabii ki olmaz olur mu? Resim yapmak bir hesaplaşmadır. Bir resmin başlangıcından bitimine kadar geçen süre zarfında bir sorgulama yaşanır. Tabii ki yaptığımız her şey mükemmel olmuyor. Bu söylediğim bütün ressamlar için geçerlidir. Çalışma yaparak ve bozarak ilerleyen bir süreçtir. O süreç içinde beğenmediğiniz yerlerin olması çok doğaldır. Bu da sanat yapmanın doğal bir özelliğidir. Gerekirse beğenilmeyen bir çalışma sil baştan yapılabilir. Başladığınız resmin iyi ya da kötü olabileceğini önceden bilemezsiniz. Resim, çalışırken içinde yer aldığımız bir hesaplaşma sürecidir. Özellikle suluboya doğası gereği hata kabul etmez. Onunla senkronize hareket etmek zorundasınız. Pratik ve sabırlı olmalı, anlık doğru kararlar verebilmelisiniz yoksa sonuçlarına katlanmak zorundasınızdır. Ömer Lütfi Akad’ın bir sözü var.” Her film, bir sonrakinin müsveddesidir.” der, ben de işler kötü gittiğinde bu sözü hatırlatırım kendime.
Sizin için resimin anlamı nedir?
Resmin anlamı kendi içindedir aslında. Genel olarak sanat, doğa karşısında ön koşulsuz bir yorum ve yansıtmadan başka bir şey değildir. Çalışırken yalnızca o yorumlamanın gerektirdiği iç hesaplaşmalarını, sorunları çözmeyi amaçlarım. Sanatın kendisi de budur zaten. Bunu yaparak aslında aynı zamanda hem ruhumu besleyip hem de yaşamımı belgelemiş oluyorum.
Her fırçayı vurduğunuzda o an beyninizde, ruhunuzda neler hissediyorsunuz?
Öncelikle yapmak istediğim resmin son halini kafamda tasarlarım ki bu benim için en gerilimli andır. Sonrası bir çeşit meditasyon, bir çeşit trans hali.
Yaptığınız eserlere gelen eleştirilere tepkileriniz neler oluyor?
Öncelikle eleştirinin haklılık payı olup olmadığına bakarım, bu eleştirinin kimden geldiğine de tabii ki. Eğer haklıysa bu benim kendimi geliştirebilmem için bir ders niteliğinde olur; ama haksız bir eleştiriyse üzülürüm doğal olarak.
Açtığınız her sergiden sonra kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Sergi için üretilen tüm eserler sanatseverle buluşmuş ve artık yeni resimler üretmenin zamanı gelmiştir. Dolayısıyla yeni resimler için neler yapabileceğime odaklanırım.
Hayatınızda önemli yer tutan fırçasız, boyasız yapamam dediğiniz oluyor mu?
İnsanlar yüzyıllar boyunca kendilerini ifade etmek için hep bir şeyleri araç olarak kullanmışlardır. Müzisyen için enstrümanı, yazar için kağıt ve kalemi neyse ressamın boyası ve fırçası da odur. O nedenle sağlığım el verdiği sürece o araçların hep ulaşabileceğim bir yerlerde olacağını biliyorum.
Gerek dünyada gerekse ülkede beğendiğiniz ressamlar kimlerdir?
Barok akımın önde gelen isimlerinden Rembrant başta olmak üzere, Rubens, Turner ilk aklıma gelen isimler. Çağdaşlar arasında dijital platformların da etkisiyle çok fazla sanatçıya ve eserlerine ulaşabiliyoruz ve sanatçılar arasında çok daha fazla bir etkileşim var doğal olarak. Çok kıymetli isimler olmasına karşın kendi alanım olan suluboya sanatçılarına doğru rotayı çevirdiğimde dünyada suluboya sanatçıları arasında en beğendiklerim Alvaro Castagnet, Joseph Zbukvic, Liu Yi , Trevor Chamberlain, Chien Chung Wei, Yuko Nagayama ilk aklıma gelenler. Türkiye’de tabi ki öncelikle hocalarım Burhan Özer ve Abidin Celal Binzet, ışıl Özışık, Orhan Gürel, Sait Günel, Ayhan Türker, Ahmet Fazıl Aksoy gibi suluboya üstatlarını sayabilirim.
Sizin yapmayı düşündüğünüz bir resimi sizden önce başka bir meslektaşınız yaptığında o an neler düşünüyorsunuz?
Sanat tarihinde bu söylediğiniz şeyin çok fazla örneği var. Benzer konular, benzer yansıtma eylemi birçok sayıda sanatçıda karşımıza çıkıyor. Yeter ki kopyalama olmasın. Bu ikisinin arasındaki sınırı çok iyi belirlemek gerekir. Ve bu da çok kolay anlaşılır. Aynı konuyu bir başkası düşünmüş olabilir; ama sanatın özü yorumlamaktır. O konuyu kendine özgü yorumlayarak taklitten kurtulabilir insan. Bir başkası benim yaptığım resimden kopya çekmişse o onun sorunudur der geçerim.
Ülkemizde size göre, resim sanatının ustaları kimlerdir?
Ülkemiz çok önemli sanatçıların yetiştiği bir ülke ve bu konuda gerçekten çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Sayılabilecek çok fazla isim olmasına karşın ilk aklıma gelen isimler İbrahim Çallı, Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Hikmet Onat, Hikmet Duruer, Nüzhet İslimyeli olduğunu söyleyebilirim.
Nazım Hikmet’in “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” sözü size ne anlatıyor?
Mutluluğun resminin bile “kolaya kaçmadan” ne kadar zor yapılabileceğini anlatıyor; çünkü mutluluk diye bir şey yok aslında mutlu anlar var ve insanın o an hissettiklerinde yoğunlaşmasından ibarettir mutluluk. En mutlu olunan anlar gelecekte insanı en çok acıtacak zamanlara da gebedir biraz. Bunu bir sevdiğini kaybettiğinde anlar insan. Mutlu anların fotoğrafları olur genellikle ve bu fotoğraflar mutluluğun da insanı acıtabileceğinin sessiz tanıkları ve kanıtlarıdır.
Resim sanatında hedefinizi sorsam?
Hedef bir idealdir. Ona ulaşmak için çok ve sürekli çalışmak gerekir. Benim bu konudaki düşüncem her gün sürekli çalışarak kendimi aşmak. Bir insan sanat alanında ilerlemek istiyorsa bunu yapmak zorundadır. Daha çok çalışmak ve bir gün önce yaptığını eleştirebilmek. Sanatın olmazsa olmaz kuralıdır.
Sergilerden sonra biraz ara vereyim, dinleneyim dedikten hemen sonra elinize tekrar fırça alıp çalışmaya başladığınız oluyor mu?
Her sergi bir yaratım ve çalışma sürecinin sonu sayılır. Sergi bir anlamda bu zaman aralığının toplu olarak değerlendirilebilmesine olanak sağlar. O zaman zarfında yaşanan zihinsel yorgunluk olması da çok doğal; ama bu geçici bir durum. Sergi sonrası yeni heyecan ve yeni birikimlerle yeniden başlamak gerektiğine inanıyorum.
Kadın ressamların daha fazla artması için neler yapılmalı?
Kadın ressamlar sorununu toplumumuzdaki kadın sorunlarından ayırmak pek de mümkün değil aslında. Zaten sorunlu olan toplumumuzdaki sanata bakışın içine bir de kadın olmayı ekleyince sorun çok daha derinleşebiliyor. Bunu ortadan kaldırmanın yolu yine toplumun kitlesel olarak eğitilmesinden geçiyor. Cinsler arası eşitsizliğin tam olarak ortadan kalkması ve insanımızın bu değer yargılarını benimsemesi sorunu en aza indirecektir diye düşünüyorum.
Şimdiye kadar yapmadığınız, ama aklınızın ucunda var olan resim var mı?
Şu ana kadar yapmak isteyip de yapmadığım herhangi bir resim yok. Gelecekte böyle bir durum olursa düşünce aşamasını çok kısa tutacağıma inanıyorum.
İstanbul sözleşmesini savunanlar ve karşı çıkanları resmetmeyi düşündünüz mü?
Günümüzde en önemli sorunlardan olan İstanbul Sözleşmesi iki farklı dünya görüşü arasındaki savaşın göstergesidir. Çağdaşlaşma ile yüzyıllar öncesinin bağnaz dünya görüşü arasına sıkıştırılmak istenen kadın üzerinden bir fırtına koparılıyor. Sözleşme karşıtlarının kadını ikinci sınıf bir varlık konumuna getirmek istedikleri çok net anlaşılıyor. Bu olgu simgesel bir anlatımla da ifade edilebilir. Üzerinde çokça düşünülüp iyice karar verdikten sonra çalışmak neden olmasın?