Covit-19 gölgesinde hüzünle kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda sevgili arkadaşım Güler (Ağra İlbay) arşivindeki ilkokul fotoğrafımızı benimle paylaştığında çocuk gibi sevindim. Bu fotoğraf arşivimde yer almıyordu. Öğretmenimiz hayalimde hayli silikti. Zira babamın vazifesi dolayısı ile yurt dışına gidecektik ama okuldan da geri kalmayayım diye beni Büyük Esma Sultan İlkokulu’na yazdırmıştı. O zamanlar, insanlar nerede oturursa o semtin hastanelerinde doğar, o semtin okullarına giderlerdi. Her şey doğal akışında giderdi, hiçbir şey bir sükse değildi. Halide Edip’in “Mor Salkımlı Evi”ni aradığı mahalle idi.
Babaannem Nevzat Hanım’ın, baba dostu Lord John Scott’un “Çölde bir vaha” dediği Ihlamur Kasrı’na yakın Ihlamur Dere Caddesi’nde cadde üstünde, dört katlı cumbalı bir apartmanı vardı. İsmi Emek Apartmanı’ydı. Emekle alınmıştı, alın teri, göz nuru ile memleketine vergi vererek, yanında yetiştirdiği, terzilik mesleğini öğrettiği kızları ile birlikte bizzat çalışarak. Güzel bir terası, en alt arkada da bir bahçesi, küçük ama hoştu. Kocaman, 3. kata kadar çıkan Trabzon hurma ağacı ve diğer yeşillikler ve çiçeklerle masal ev gibiydi. Masallar da dinlerdik, gerçek masallar… Ve… Sinemalara giderdik. Yumurcak Sineması’nı pek severdim. Babamın çocukluk anılarını süsleyen Gürel Sineması idi eski adı. Suat Park ve Yıldız Sinemaları…
Osmanlı Devleti’ne matbaayı getirmek için çaba sarf eden, mimariye ve sanata önem veren Divan Edebiyatı’ndaki Necib mahlası ile bilinen Lâle Devri padişahlarından III. Ahmed’in kızı Büyük Esma Sultan’dan adını alır okul. Babaannemin evinden okula doğru yürürken Tarihi Oktay Fırını’ndan gelen mis gibi kurabiye kokuları ile tebessüm ederdim, tadını da okul öncesinden bildiğim için. Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın kurabiyeleri gibi… Babaannemin yan apartmanının sahibesi Saniye Hanım teyze idi. Eşi Hikmet Bey. Çok kibar, görmüş geçirmiş, akıllı insanlardı. Saniye Hanım teyzenin Tarihi Oktay Fırını’ndan günlük minik sandviçlerin arasına halis incecik tereyağı sürdükten sonra yine Beşiktaş’ın meşhur ipek gibi kuşgömü satan pastırmacısından aldığı pastırma dilimlerini koyarak yaptığı “soirée sandwich”in tadını hiçbir yerde yemedim diyebilirim. Güler de Tarihi Oktay Fırını’ndan her sabah pandispanya alırmış ve onun tadını da başka hiçbir pandispanyada bulamamış. Evet, çocukluk tadı ve kokuları… Güzel kokar güzel ise!
İnsan okulları boyunca, gerek yerli, gerek yabancı arkadaşlarını sever, ama bazılarının yeri başkadır. Katıla katıla birlikte güler, çocukça. Annemin adaşı Güler de kalbimde özel yeri olan arkadaşlarımdandır. Ailece de görüşürdük. “Nisan Prens” e-kitabım ile duygu dolu sözleri şöyle:
“Çocukluk anıları eğer güzel ve mutlu ise çok değerli. Ancak çocukluğunda üzülen, ezilen travma yaşayan çocuklara duacıyım. İnşallah bunları aşıp, sağlıklı yetişkinler olurlar, bütün çocuklar mutlu olsun. Dün söyleşini dinledim, ne kadar güzel duyguların, tahlillerin var. Entelektüel birikim, maddi şanslar, zengin duygular ve yoğun emek verilince anlam kazanıyor, teşekkürler sevgili Rengigül. Güler Hanım teyzeyi çok severim neden dersen size geldiğim zamanlarda adı gibi hep güler yüzle karşılardı, anneannen de öyle. Çocuklar sevgiyi, ilgiyi altıncı hisleriyle algılıyorlar. Hayatımda bu duyguları samimi olarak hissettiğim birkaç teyze ve amca var; Güler teyze, Türkan teyze ve Gülen teyze. Her üçünü de çok severim, çocukluğumun sevgi dolu, çocuk kalbini anlamış, idrak etmiş, müstesna kadınları, benim annemin kız kardeşi üç teyzem var; birini kaybettik, bu üç kişiyi kendi teyzelerimden ayırmadım. Belki şöyle düşünebilirsin; Güler teyzeyi hayatımda kaç kere gördüm, kaç kez bir arada olduk? Neden bu güçlü duygular bende oluşmuş? Dediğim gibi çocuklar anlar, hisseder radar gibi hiç yanılmazlar. Hepsi için duacıyım, gösterdikleri yakınlık için, zarafeti, tavırları küçücük bir kızın kalbinde yer ettikleri, rol model olabildikleri için.”
Biz Bahriye anneannemle birlikte Hüsrev Gerede’deki apartman dairesinde yaşardık. Dr. Ercüment Atabay amcadan satın almıştı babam ve babaannemin güzelim teras katından taşınmıştık. Ercüment amcalar da karşıdaki konaklarının yerine apartmanları bitince geçmişti. Az katlı, cumbalı, sobalı aile apartmanlarından, asansörlü, kaloriferli, mutfakları aydınlığa bakan (aslında karanlığa bakan tabiri daha doğru olabilir) çöp öğütücülü dairelere geçilmekteydi. Asansörün içi kırmızı, çift kapılı, zıngır zıngır titreyen tipteydi. Divan Oteli yıkılırken geçtiğimiz ve üç yıl kaldığımız rahmetli Vehbi Koç Bey’in eski aile apartmanı olan Çankaya Apartmanı’nın asansörüne her bindikçe çocukluğumu hatırlayarak gülümsedim. İstanbul’daki bu tip asansörlerin en güzeli Pera Palas’tadır. Hüsrev Gerede’deki yan dairemiz Ziya (Ünsel) Bey amcalara aitti. Eşi Ayşe Hanım teyze müthiş bir kadındı, kimya mühendisi. Ziya Ünsel’in adı Beykoz Ortaokulu’na verilmişti şanssız ölümü dolayısı ile. Sadri Alışık gibi hayatımızın içinde olanların mezun olduğu bu okul artık Beykoz Koç Ortaokulu.
Ülkeme mimari konusunda hizmet etmiş ilk mimar kız öğrencilerden Oya (Oktav Bekiroğlu)* halam gibi İTÜ mimarlık mezunu, özellikle metro çalışmalarında değerli hizmetleri olan arkadaşım Güler’in inşaat mühendisi babası Ziya (Halit Ziya Agra) Bey amca, centilmen, iyi kalpli, insan sevgisi yüksek bir beyefendi idi. (“Bey amca” diyorum, zira o dönemin terbiyesi öyle idi.) Bayındırlık, Milli Eğitim Bakanlığı ve özel sektörde çalışmış dürüst, ilkeli bir meslek adamı imiş. Türkiye’nin çeşitli illerinde okul, spor salonu, devlet binaları gibi büyük projelerde canla başla çalışmış. İstanbul’da Abdi İpekçi Spor Salonu, Nişantaşı Kız Lisesi yeni bina, Yıldız Üniversitesi ek mühendislik binaları gibi pek çok yapıda emeği varmış. Neredeyse her şantiyeye Güler’i ve ablasını küçük yaşlarından itibaren götürmeye başlamış. Babamın bizleri ülke içi ve dışı ağaç bilimi ile ilgili ekskürsiyon ve bilimsel toplantılara götürdüğü gibi. Annesi Keriman Hanım teyze sarışın, yeşil gözlü, yumuşacık edalı ses tonu ile çok güzel bir kadındı. Ve Ziya Bey amca eşine aşıktı. Bunu çocuk aklımla anlayabiliyordum. Annem gibi Keriman Hanım teyze de o dönemin âdeti olan enstitüye gitmiş olduğu için iyi derecede dikiş, nakış bilir, leziz yemek yapar, bayramlıkları, mantoları dikermiş. Uskumru dolması, kestaneli tavuk, beşamel soslu cevizli makarna, bisküvili pastası meşhurmuş. Şu Covit-19 günlerinde Keriman Hanım teyzenin beşamel soslu cevizli makarnasının muadilini yapayım “cooking for pleasure” ruhuma izdüşüm. Babaannemin de cevizli, keşli (özel kurutulmuş peynir, dünyaya ihraç edilse yeridir) tereyağlı ev makarnası meşhurdu.
Tek kelime İngilizce bilmeden gittiğim Edinburgh’tan İstanbul’a döndüğümüzde ise okullar çoktan açılmıştı ve neredeyse Türkçeyi unutmuştum. Yine “uyum süreci” beni beklemekteydi ama ne gam! Alışmıştım, her yere, her şeye, her ortama kolay uyum sağlayabilmeye. Bu sürecin içindeki çerçeveyi, prensipleri de öğrenmekteydim. Fotoğraftaki gibi kibar bir hanım olan öğretmenimiz, evlenip, okulumuzdan ayrılmıştı. Sanırım Bursa’ya gelin gitmişti. Babamın babası Eyüp dedem, beni bir akşam yanına çağırdı. Dedem, aynı babaannemin yaptığı gibi nasihatler verirdi. Beni cumbadaki berjer koltuğa oturttu, kendisi de yan koltuğa oturup, ayak ayak üstüne attı. Her zamanki gibi ama daha farklı ciddi bir tavırla;
“Süleyman Bey, senin yeni öğretmenin olacak. Süleyman öğretmenin, bizim bahçe katındaki kiracımız olduğunu hiçbir arkadaşına söylemeyeceksin. Daha çok çalışacaksın ve daha terbiyeli olacaksın. Ona yolda, otobüste, her yerde öncelik vereceksin. Beni ve ailemizi mahcup etme.” diyerek, uzun uzun hayat dersi verdi. Yıllar sonra dedemden aferin aldığım için mutlu olmuştum.
Öğretmenlerimiz, müdürümüz hâlden anlayan, çocuk psikolojisinin önemini kavramış, kuvvetli yetişmiş, disiplinli, büyüklerimizin “tam tekmil öğretmen”ler dediği gibiyidi. 23 Nisan merasiminde, sabahın en erken saatlerinde kuaförde tacımı taktırıp, annemin özenle diktiği kostümle, bir heyecan okulumuza giderdik. O zamanlar “Yerli Mallar Haftası” vardı ve Sümerbank’tan basma, pazen almak neredeyse vicdanî bir sorumluluktu. Teneffüslerde birbirimize erik, iğde, keçiboynuzu, lokum ikrâm eder, paylaşırdık. (Bu alışkanlığım hiç değişmedi. Boğazımızdan geçmez, sevdiklerimle paylaşmaz isem.) Her hafta, bir anne evden tepsilerle mis gibi börek, çörek yapar, okula getirir ya da gönderirlerdi. Sınıflara kazanlarla sıcak süt getirirdi aklı başında, öğrenciyi kollayan, sevgi dolu, tatlı-sert okul görevlileri. Kepçelerle bardaklarımıza sıcak süt dağıtılır, leziz ev kurabiyelerini neşe içinde yerdik sınıfta. Anneminkiler pek meşhurdu. Afyon usulü kaymaklı kurabiye ya da sosisli börek. Sosisler de çok lezzetli idi, kaymak da gerçek kaymaktı, “Şairlerin Beşiktaş”ında. Bulgar kaymakçıdan…
Ne güzel bir çocukluk hissi… Süt içerken hâlâ çocuk olurum.
Hokka ile de güzel yazı yazmayı ilkokulum Büyük Esma Sultan’da öğrenmiştim, Süleyman öğretmenimizden. “İstanbul Beyefendisi”, engin bilgi sahibi, değerli bir öğretmendi. Eğitmenler kendi kültürlerini yansıtarak bilgi sunuyor. Okullar birer binadan ibaret değil ve her okul öğrenciye o dönemde çağı gereği bilgi veriyor. Öğrenci de kapasitesi/yeteneği kadar alıyor. Birer tuğla ya da basamak oluyor. Bana eğitim veren tüm kurum ve kişilere saygı duyuyorum ancak her olguda olduğu gibi sadece o döneme takılı kalmıyorum. Özümsüyorum ve yoluma devam ediyorum. Bunu İskoçya’da öğrettiler. Gözlem, araştırma, sentez. Spontane yaşam güzellikler yaratıyor. Bir çalışmayı içgüdüsel yapıyorum. Güzel sürpriz olunca mutlu oluyorum. İçgüdüler insanı nadiren yanıltır. Bir de şu önemli noktaya değinmek istiyorum yine İskoçya’da öğrendim: İngiliz yaşamak için ne yapıyorsun, diye sorar. Hangi okulları bitirdin diye sormaz. Onun için okuma fırsatı olmamış ya da bir okul mezunu olmamış/olmayı da tercih etmemiş ama ülkesine ve dünyaya faydalı olmuş kişilere (en tipik örneği kurucumuz Vehbi Koç, sanatçı Türkan Şoray, rahmetli dostumuz Sıtkı Olçar usta gibi…) de çok saygı duyuyorum. Nice de örnek var böyle.
Dün, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 100. yılını karantinada, buruk kutladık. 100 yıl sonra savaş, sürgünlerin, virüslerin olmadığı bir zaman dilimini mi kaleme alacak gelecek nesiller? Umarım ve dilerim sağlıklı, mutlu, güzel günleri zarafetle yaşarlar. Hoş bir bekleyiş ile…