“Bu üç güzel insanı bir arada gördünüz mü? Hem de genç yetenekleri izlerken duygulandıklarını, mutlu olduklarını! Ben gördüm! Sevgili Ahmet Güvenç ve Gülen Andak da gördü!
Geçen gün arşivimi ve üstüme vazife aldığım kütüphaneyi gözden geçirirken Ergün Hiçyılmaz’ın yazılarını tarıyordum. Nebil Özgentürk’ün “Cumhuriyet’in bir numaralı kadını” başlığı ile Selmi Andak ve annesi Fatma Betül Hanım ile olan yazısını gözlerim dolarak okudum. “Güçlü anneler”! Gücünü kültüründen alan anneler. Tıpkı babaannem gibi!
Bu konuyu uzun bir makale yapacağım şimdilik tadımlık ölüm yıl dönümlerinde!” diye yazmıştım. Sözümü tutmalıyım değil mi?
Ağustos ayında ilk aklıma gelen 30 Ağustos’tur. Milli Mücadele sonrası Zafer Bayramı güzel. Vatan topraklarını koruma mücadelesi. Selmi Andak, Ara Güler ve Prof. Dr. Faik Yaltırık’ın anne ve babalarını düşünecek olursak; I. Dünya Savaşı’nı yaşamış çocuklar. Anne ve baba savaş gördüğü ve savaşın içindeki sıkıntıları yaşayarak bildikleri için vatan toprağının bütünlüğünün önemine vâkıf, mücadeleci, çalışkan evlat yetiştiriyorlar. Bu benim önemli bir gözlemim. Başarıdan mutlu olan çocuklar yetiştiriyorlar. En mühimi şımarık çocuk yetiştirmiyorlar. Ayakları yere basan, vazifesinin bilincinde çocuk yetiştiriyorlar. Yaptığı işle gurur duyan ama şatafatlı sözlere hayatlarında yer vermeyen bireyler oluyorlar. Bu noktayı çok önemsiyorum; övgü almak için vazife yapmıyorlar, vazifeleri olduğu için en iyisini yapmak eğilimindeler.
Şimdi gelelim bu üç güzel insanın annelerine. Yayına hazırlamakta olduğum “Pera Aşkları” ve yayınlanan “Rengigül” kitaplarımda konusu geçtiğinden Pera ile başlamak istiyorum. Pera bir kültür! Pera dediğimizde şimdiki gençler ne hayal edecekler diye de düşünmeden edemedim. Tıpkı Büyükada’nın iskeleden iner inmez bugünkü hâli gibi! Büyükada da diğer adalar da bir kültür idi. Nişantaşı, Teşvikiye, Ihlamur Kasrı bir kültürdü. Beyazıt, Chamlı İskender Müzik Neşriyatı bir kültürdü! Yazın yazlık sinemalar, kışın Konak Sineması bir kültürdü; Emek, Elhamra, Alkazar, Atlas, Lâle, Fitaş kültürünün devamı gibi. Rebul Eczanesi bir kültürdü. Osmanlı Bankası’nın içi bir kültürdü! Liman Lokantası, istasyon lokantaları bir kültürdü. Yemekli vagon bir kültürdü.
Pera’ya dönelim. Nerede duralım?
Beyoğlu… Pera… Hacopulos Pasajı…
Pasaj muhabbetleri… 1871’den… 1970’lere kadar…
Vitrinlerde sıra sıra şapkalar, eldivenler, çantalar.
Ham ipek dediği saf ipek astarlar.
Renk renk, çeşit çeşit ebatta düğmeler… İbrişimler, “Kordone”ler…
Kişiye özel korseler… Jüponlar… “Dekupe” danteller… “Robe”lar…
Babaannem Nevzat Hanım’ın “Pasaj” dediği ve hikâyelerinin kulağımıza çalındığı, Hacopulos Pasajı’nın dili olsa da konuşsa! Halamı da yanında götürdüğü için halam avucunun içi gibi bilirdi. Zira, modanın kalbi burada atıyor ve modaya yön veriyordu. Annem, babamla evlenince annemi de götürmeye başlıyor. Çocukluk ve genç kızlık dönemimde annemle sadece dikişle ilgili Beyoğlu’na gittiğimiz gözlerimin önünde. Dükkân sahipleri ile tatlı, yarı-resmî konuşmaları da kulaklarımda. Şapka, eldiven, çanta, ayakkabı… Düğme koleksiyonu yapardı anneannem. O düğmeci bey ile sohbetlerini canlı canlı filme almak vardı. Hele kumaşçı bey ile! Dimdik ayakta durur, zarafetle raftan aldığı bir top kumaşı tezgâha eliyle bırakışı vardı izâh ederek, sanırsınız kumaş, volanlı etek gibi dans ediyor.
Talk pudrası ve Dacat Güler. Ara Güler’in babası eczacı. Eski eczacılar nice solüsyonu kendileri yapardı. Kibar ve bilgili, saygılı olurlardı. O dönem acı badem yağı, talk pudrası, kolonya âdeti vardı. Ne kadar çok talk pudrası kullanılırdı diye şimdi hayret ediyorum. Mis gibi kokardı. Yüz pudrası daha ince ve daha parfümü yüksek kokardı. Kolonyalar ise çiçek çiçek açardı gönüllerde. Leylak rengini de leylak kolonyasını da pek severlerdi. O dönemin hanımları şapkalı, tayyörlü, eldivenli idi. Yazın yazlık şemsiye, şemsiye ile uyumlu yelpaze, kışın kışlık şemsiye. Ruj sürmeden sokağa çıkmazlar, “bir mâniniz yoksa size geleceğiz” diyen misafir için evinde ağırlayacağı konuğa saygı gereği süslenirlerdi. İkrâmları da özenliydi, kıyafetleri de.
Mûsîkî önemli bir yer tutardı hayatlarında. Babaannem ve dedemin mûsîkî nota defterleri kitaplığımın arşivinde yadigâr. Dedem, babaanneme ve küçük kardeşi Saffet’e keman çalarmış, nişanlı iken. Nasıl özenle açarmış kutusunu ve kutuyu yüksekçe bir rafa koyduktan sonra başlarmış çalmaya. Utlarıyla da birbirlerine âşık olmuşlar. Fatma Betül Hanım da piyano çalarmış. Oğluna müzik sevgisini aşılamış. İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nin karşısında oturmaya başlamışlar. Selmi Bey de mektebe gidiyormuş. Fatma Betül Hanım’ın fotoğrafındaki ayaklarının duruşu, rugan ayakkabıları, tilki kürkü ne kadar da babaannem Nevzat Hanım gibi.
Eczacı Dacat Bey’in eşinin ve o dönemin fotoğraflarına bakarsanız size anlatacaktır zaten. Dajat ve Vergin Güler’in evlilik, Ara Güler’in çocukluk fotoğrafını vaktiniz olduğunda incelemenizi isterim.
O dönem Pera’da oturan, Pera’da okuyan ve Pera ile iş ilişkisi içinde olanlardan size kültür yansır. Bu kültürde en sevdiğim unsur; kinayeli konuşmazlar. Üstü örtülü üstünlük sağlamak gibi, alaycılık gibi… Ya da kibarlık olsun diye sesini değiştirmezler. Gösteriş de yapmazlar. Ezici de olmazlar.
Prof. Dr. Murat Gülsoy’un ders aralarından birinde “Rengigül kitabı için ailemize ait 5000 fotoğraf taradık, kendi 150 yılımız içinde.” dediğimde, “O dönemde hâli vakti yerinde, varlıklı ailelerin fotoğrafları olur.” diye cevap verdi. Bu konuyu hoca söyledikten sonra irdelemiştim. Fotoğraf bir belge. O belgeye bakınca kim olduğunu anlayabiliyorsunuz.
İşte böyle annelerin çocukları: Selmi Andak, Ara Güler, Faik Yaltırık.
Yoğun tempoda ve Cumartesi günleri de çalışan anne olduğum için uzun yaz tatilleri ve hafta sonları, çocuğun hangi yeteneğine göre, nasıl değerlendirilir sorusu emek yoğun bir düşünce idi! Utku, BÜMED yaz okuluna gitmişti, Boğaziçi Üniversitesi’nin içinde. Okul hayatı boyunca kişisel gelişim (Ihlamur Kasrı resim-drama, Müjdat Gezen, İYİK yüzme, Ahmet Güvenç – Gülen Andak, Dialog – Can Gürzap) faydalı oluyor, farklı bakış açıları ve taktikler deneyimliyor diye düşünüyorum ki neticede; üniversiteye hazırlık kursuna gitmeden Bilkent Üniversitesi’ni kazanmış, şeref öğrencisi olarak da mezun olmuştu. Ergenlik çağında, her çocuğun ana-babasından başka, yol gösterici, deneyimlerini aktarıcı büyüklerinin olması bir şans. Uzun yıllardan beri böyle büyüklerimiz ve dostlarımız olduğu için mutluyum. Donanımlı insanlardan sadece müzik, sanat, spor, botanik, yabancı dil öğrenmiyor gençler, onların atalarından yansıyan kültürü de alıyor. Bu çok önemli bir nokta. Ailelere okul ve eğitmen seçerken bu gözlemimi değerlendirmelerini dilerim.
Nice temsillerin birinde; babam, annem Güler Yaltırık, Selmi Andak ve eşi Nermin Hanım, Ara Güler eşi Suna Hanım birlikte idiler. Bu güzel insanların müzik kabiliyeti olan gençlere bakışlarını görmek bambaşka bir hazdı. Suna Hanım Ahmet Güvenç’in annesidir ve Ağaoğlu ailesine mensuptur. Hatta Ara Güler bir söyleşisinde “Ben Suna’nın yanında çöpçü olamam.” diye eşine sevgi ve saygısını dile getirmiştir. Nermin Hanım ile Selmi Bey Taksim’de komşu iken izdivaç yapmışlar. Nermin Hanım, Suna Hanım ve Güler Hanım zarif ve olgun kadınlar, eşleri ise işleri gereği de zor erkeklerdendi ama bu güçlü erkekler eşlerini çok sevip, saydılar, değer verdiler. Babama ve anneme saygısı, sevgisi olan Gülen Andak ve Ahmet Güvenç eğitmen olarak haklı gururu yaşıyorlardı temsilde. Mutluluk tablosu şöyle: Eğitmenlerin aileleri Selmi – Nermin Andak ve Suna – Ara Güler. Öğrencinin dedesi ve anneannesi Prof. Dr. Faik – Güler Yaltırık.
Bilgili olmak başkadır, kültürlü olmak başka. Bilgi ve kültürün paralel gitmesi kapital ve kültürün başa baş gitmesi kadar haz verir.
Ülkesini seven, ülkesi için gönülden çalışan bu güzel üç büyüğümüzün ruhları şad olsun. Ve tabiî en başta Millî Mücadele’ye katkısı olmuş, onun heyecanını yaşamış atalarımızın.