Disiplinli ve çalışkan iş insanları olmaları bir yana; gerek Güzin (Poffet) Hanım’ın gerekse Doktor (Edgar Poffet) Bey’in iş ve özel hayat ile ilgili öğütlerini uygulamak, bana başarı getirdi.
Güzin Hanım; “Evlendikten, çocuk sahibi olduktan sonra da şiir yazmaya devam edin.”,
“Eşini tek başına, samimi de olsan, bir hanım arkadaşınla mümkün olduğunca uzun, yalnız hele hiç bırakma.” derdi.
Dr. Poffet ise “İş yerinde başarılı olmak istiyorsanız, iş arkadaşlarınızla evlerde samimi görüşmeyin.”,
“Çocuğunuzla çok sevecen vakit geçirin, oyunlar oynayın.” diye öğüt verir gibi de değil, sohbet arasında, vurgulayarak ifade ederdi.
Sandoz Teknik Grup Direktörü Mehmet Türkyılmaz ise “Paranızın üçte ikisini tasarruf edin, geri kalanını harcayın, gençken yatırım yapın, ev alın.” diyerek teşvik eder ve bizim ev almamızı, kooperatiflere üye olmamızı öğütlerdi.
Galatasaraylı rahmetli Vural Barkın ise önce Fransızcasını söyler, sonra Türkçe; “Dünyanın en güzel kadını ancak sahip olduklarını verebilir.” derdi muzipçe gülerek. “Teşbihte hata olmaz, elimdeki bilgi bu kadar.” manasındaydı sözü.
Yine Galatasaraylı rahmetli Baha Demirok, öğütlerle, bana “Sultani masalları” anlatırdı, aslında gerçek yaşanmışlıklarıydı.
Bir de “Optalidon Halit”imiz vardı. Sabahları çöplerimizi toplayan, ufak tefek, kırmızı yanaklı, esprili, mahallenin muhtarı gibi bir tipti. Çöpün çokluğuna, azlığına göre fazla çalışıp, çalışmadığımızı kendince değerlendirir, kendini de yarı-eczacı olarak görürdü mahallesinde. Bir gün bahçesindeki tavuklara hastalık gelmiş. Halit Efendi de Optalidon vermiş tavuklarına. Tabii tavukların hepsi ölmüş. O günden sonra adı “Optalidon Halit” kalmıştı. Sandoz Türkiye, başlı başına bir eser olabilecek, deneyimlerimle doludur.
Bu satırlarımı kaleme aldığım gece, Sandoz’dan Dr. Altan Demirdere’nin evine davetli idik. Bir kadirşinaslık örneği olarak, Dr. Poffet’in 89. Doğum Günü Partisi’ni organize etti. Doktor eşi benim yanımda oturarak, beni onurlandırdı. Kendisi de Ersin’in karşısına. Sandoz’dan, Novartis’ten ve Galatasaray Lisesi’nden konuklarını neşe ile, musiki ile ağırladı. Masada Altan Bey ayağa kalktı ve tebessümle dedi ki, diğer GSL’lı arkadaşları ve yeni Novartis’lilere;
“Rengigül Hanım’ı tanıyor musunuz? Rengigül Hanım bir efsaneydi… Güzin Hanım’ı (Poffet) rahatlatır. Negatif enerjiyi alır. Biz öyle içeri girerdik.”
Şahsen kalplerinde böyle bir yerde olduğumu, bu derece olduğunu bilmiyordum. Daha doğrusu hiç “efsanelik” bir durumum olduğunu düşünmemiş, hiç aklıma gelmemişti. Ancak bu sözler, bana Semahat Hanım’ın yakın zamanda bir üst düzey yönetime yazdırdığı ve “Marka Olma Yolunda Sürdürülebilir Başarı” seminerinde genç meslektaşlarıma da aktardığım bir tavsiye mektubundaki satır aralarını anımsattı;
“… sizin metni daha saygılı bir üslupla kaleme almanız gerekirdi. Şayet, ben Rengigül Hanım’a böyle bir mesaj versem, o muhakkak karşı tarafa yumuşatarak geçirirdi. Bu da asistanlığın görevlerinden biridir…”
İki yazılı, iki sözlü sınavla girdiğim Sandoz’da “efsaneydi” sözünü duymak “genç meslektaşlarıma tavsiye” bağlamında faydalı olabilir. Ayrıca 150 yıl sonra bir Rengigül kendi yıllarını yazarsa diye de vurgulamaktayım: Referansınız Daima Kendiniz ve Kendi Yapabildiklerinizdir.
Sandoz bir mihenk taşı idi o zamanlar ilaç endüstrisinde.
1980 yılında Yabancı Sermaye Derneği, YASED kuruldu. Erdoğan Karakoyunlu Başkan, Semiha Baban Genel Sekreter idiler. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) da 50. Yılı’nı geride bıraktı. Ben, Sandoz’da “psikotrop maddeler”den de sorumlu idim. Hesaplarını her ay kontrol eder ve kırmızı mum mühür vurup, saklardım. Güzin Poffet, Uluslararası Soroptimist Külübü’nde aktifti ve ben de kendisine bir gölge destek olmaktan mutluydum. Sandoz Kültür ve Sanat Yayınları’nın tashihlerini de yapmaktan büyük keyif alırdım. Ersu Pekin Bey’i o zamandan tanırım. Sonraları, Sandoz Sanat Galerisi açıldı, Barbaros Bulvarı’ndaki Türkan Şoray Hanım’ın binasındaki merkezimizde. Sergideki eserler arttıkça “Sanat Envanteri” tutmaya başladım. İlaç sektöründe Sanat Koleksiyonu’na bir ilk miydi bilmiyorum ama çok keyifliydi. Aynı sistemi Divan Oteli’ne geçtiğimde de oturttuğuma memnunum. 50. Yılı’nda Divan’ın ilk envanteri yine Ersin ile bana nasip oldu. Ben, sanata, sanatçının emeğine sahip çıkmanın zevkindeyim. Bir kişi veya kuruluş ya da hangi ülkeye ait olduğu önemli değil ve benim olması da gerekmez. O, bir eser ve sahip çıkılıp, doğru koşullarda saklanmalı.
Tüm bu özel kişi ve kurumların, 150 yılı aşan aile yadigarlarımızın deneyimleriyle; RE Books Arts Yayınları ve Rengigül Ural Kitaplığı envanteri oluşturuluyor gelecek kuşaklara, bilim sanat ve kültüre bir faydamız olur umuduyla.
“koskoca bir ağaç görüyorum/ ufacık bir tohumda/ o ne ağaç ne tohum” (Sidharta, Asaf Halet Çelebi, “Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil”, Haldun Taner) gibi…