Nişantaşı Erkek Sultanisi, Nişantaşı Kız Ortaokulu, NKL Sürecine Bir Kesit
Muallimler: Nazîmâ – İbrahim Ethem Efendi – İsak Bozaldi – Nurullah Ataç – Hikmet Onat – Hasan Zeki Bey – Şemseddin El-Mevlevî – Fethi İsmail Bey – Ali Nihat Tarlan
Talebeler: İbrahim Şevki Atasagun – Hüseyin Namık Orkun – Nazım Hikmet – Hasan Rasim Us – Ali Karsan – Nurullah Berk – Cevat Mahmut Altar – Ercüment Kalmık – Prof. Dr. Nusret Fişek – Prof. Dr. Muzaffer Yaşar – Ömer Bedrettin Uşaklı – Muzaffer Çelik – Nurettin Kalkandelen – Ferruh Şemin – Atıf Kaptan
Muallimler: Şükûfe Nihal – Kâzım Naim Duru – Hatice Ülken – Behice Köprülü – Hüsniye Melek Hanım – İhsan Rıza Hanım – Nesteren Sadık Aygen – Mükerrem Ayel
Talebeler: Sabiha Rıfat Gürayman – İclal Ar – Naile Akıncı – Lale Oraloğlu – Ayşe Azra İnal – Semiha Bozkaya – Hüceste Aksavrın – Prof. Dr. Yıldız Demiriz – Ümran Demiriz – Bella Eskenazi – Neriman Altındağ Tüfekçi – Seha Okuş – Ayten Alpman – Arın Karamürsel – Aşula Atlı Yorulmaz – Nazan Sirman – İhsan Kudret (Celile Cem) – Gülten Dayıoğlu – Mediha Berkes Esenel – Nükte Sözen – Sema Özcan – Deniz Türkali
1970-1971, 1973-1974 Yıllıklarındaki Hocalardan: Hacer Özışık (İngilizce) – Necla Çakıldağ (Resim) – Mükerrem Dinçer (Müzik) – Vahide Omay (Fransızca) – Meral Agiş (Fransızca) – Müjgan Demirtekin (Almanca)
Kimden Başlasam?
“Kimden başlasam?” diye düşündüm. Sabiha Rıfat Güreyman ile başlamayı aklımdan geçirdim. Daha önce yazmış, yayınlamıştık Büyük Esma Sultan İlkokulu, Nişantaşı Kız Ortaokulu, Anıtkabir detayı ile. Sonra düşündüm; okulu, eğitimini en detaylı anlatan kim olabilir diye. Karşıma Yıldız teyze çıktı.
Prof. Dr. Yıldız Demiriz – “Sıradan Bir Aile” ile başlayalım isterim.
Yıldız teyzenin birçok kitabı arşivimde. Bazılarını yeğeni, çocukluk arkadaşım Mete (Prof. Dr. Demiriz) hediye etmişti. “Sıradan Bir Aile” başlığı ile tebessüm ettim. Kendince neden sıradan olduğunu yazmış olsa da! Gümüşsuyu Palas ve Tevhide Hanım Köşkü’nde geçen bir yaşam. Ortaokulu Nişantaşı Kız Ortaokulu’nda okuyor. İhsan Rıza Hanım resim hocası. Ressam Naile Akıncı’nın kitap ve kataloglarında yer alan fotoğraf, aynı fotoğraf. Okulunu hayli geniş anlatıyor ki benim için bir hazine. Özel piyano dersleri aldığı hocası Cemal Reşit Rey. Özel spor hocası kimin kızı? Sonra hayatına Süheyl Ünver Hoca ve Semavi (Eyice) Bey amca gibi nice kıymetli hoca giriyor.
Abisi Prof. Dr. Hüsnü Demiriz, babamın çok yakın arkadaşı idi ve ailece görüşürdük. Ümran teyze de Nişantaşı Kız Ortaokulu mezunu idi. Bella (Eskinazi) Hanım’ın sınıf arkadaşı olduğunu Mete söylemişti.
Nişantaşı Sultanisi’nden itibaren NKL’ye varan süreçteki kesitler ile kaleme alma sözümü yerine getiriyor olmaktan mutluyum. Bu bağlamda “Masumiyet Müzesi” kitabı ile ilgili görüşlerimi de Nişantaşı eğitim bölümün sonunda aktaracağım. Yıldız teyze “Sıradan bir aile”de “Piyanosuz ev olur mu?” diye düşünürmüş. Caddebostan’daki köşkte Vehbi (Koç) Bey ve ailesi kiracıları. Sadberk Hanım’ın kitap kapağı bu köşkteki bir detay. Çocukken denize girdiğimiz köşk pek güzeldi.
“Sıradan Bir Aile – Abdülhamit Döneminden Günümüze Sıradan Bir Ailenin Öyküsü” Kitabından
“Okulla ilk tanışmam Şişli Terakki Lisesi’nin yuvasında olmuştu. Sene 1933-34. Okulun tam karşısında Teşvikiye Palas’ta oturuyorduk ve üç ağabeyim bu okula gidiyorlardı.”, “Yuva yaşamım, bir süre için ailece İzmir’e gitmemiz ve tam da bu sırada eve bir matmazel alınması ile son buldu. İstanbul’a bir yıl sonra döndüğümüzde ben henüz okul çağına gelmemiştim. Ama üç ağabeyimin arasında okumayı öğrenmiştim. İlkokula gittiğimde ikinci sınıftan başlamam istendi. Önce özel okullar denendi, annemle bazı arkadaşlarımın okuduğu Işık Lisesi’ne gittik. İkinci sınıfa girmemi Kabul ettiler ama küçücük bir sınıf, öğrenciler balık istifi üst üste, annem beğenmedi. Şişli Terakki Lisesi ise ikinci sınıfa almadı. Devletin okullarına gelmişti sıra, annem o zaman oturduğumuz Maçka’daki İzmir Palas’ın tam karşısındaki ara sokaktaki ilkokulu denedi, semtimize uymuyormuş. Yolun karşısındaki Beşiktaş’a bağlı imiş, bu yüzden orası Beşiktaş’tan öğrenci alırmış. Bizim semtimizin çocukları, sonraları Nilüfer Hatun adını alan Nişantaşı 15. İlkokul kabul edermiş. Bu sefer annemle birlikte oraya gittik. Bana bir şeyler yazdırdılar ve sahiden ikinci sınıfa gidebileceğime karar verdiler. Ama annemi ikna etmeleri için biricik kızının ne kadar iyi aile çocuklarıyla birlikte okuyacağını göstermeleri gerekti. Birlikte okuduklarımı şimdi bile anımsıyorum. Prof. Dr. Şekip Tunç’un kızı Sumru, milletvekili Tahsin Berk’in kızı Türkan, Meral Gaspıralı, ortak tanıdıklardan sonra doktor olduğunu işittiğim Yusuf Kapancı.”, “Dördüncü sınıfa geldiğimde Maçka’dan taşınmıştık. Bir yıl Şişhane’de oturduktan sonra babam, uzun yıllar oturduğumuz Gümüşsuyu’ndaki apartmanı aldı. Sahipleri Paris’te olan apartmanın İstanbul’daki vekilleri aracılığıyla yapılmıştı satış.”, “1939 sonbaharında eskiden Azaryan Apartmanı olan olan adı Gümüşsuyu Palas olarak değiştirilen apartmanımıza taşındık.”
Okul Yollarında
“Beşinci sınıfa Ayaspaşa’dan gittim.”, “İlkokulu bitirdiğimde İkinci Cihan Savaşı sürmekteydi. Ağabeylerim okuldaki öğretmenlerin Nazi propagandası yapmalarından bezgindi. Benim Alman Lisesi’ne gitmem bu yüzden söz konusu bile olmamıştı. Zaten akranlarımdan birçoğu Alman Lisesi kapandığında başka okullara gitmek zorunda kalmışlardı. Benim gittiğim Nişantaşı Kız Orta Okulu’nda sınıfımıza gelen birkaç Alman Liseli arkadaş vardı.
Hiçbir zaman evimin yakınındaki bir okula gitmek nasip olmadı. Maçka’da otururken tam karşımızda Nişantaşı Kız Ortaokulu vardı. Orada oturmaya devam etsek zil çaldığında evden çıksam bile derse yetişebilirdim. Ama ben ilkokulu bitirmeden oradan taşındık. Ayaspaşa’daki evimizin arka pencerelerinden İnönü Kız Lisesi görünürdü, beşinci sınıfta iken sevinirdim, sonunda çantamı sallaya sallaya okula koşacağım diye. Ama ben ortaokula başladığım yıl altıncı sınıf kapanmış, her yıl benim geçtiğim sınıfın kapatılmasına devam edilmişti. Okul sadece lise olacaktı. Gelgelelim ben liseye gidecek hale geldiğimde aynı yerde erkek öğrenciler için bir ortaokul açılmıştı. İnönü Lisesi ise Tünel’deki savaş sırasında kapanan Alman Lisesi’nin yerine taşınmıştı.
Nişantaşı Kız Ortaokulu’na yazıldım ve tramvay yolculukları da sürdü gitti. İyi öğretmenlerimiz vardı, ders programlarımız sanırım bugünkünden ağırdı. Test diye bir saçmalık yoktu. Derse kalkar not alır, yazılı sınavlarda terler, hakkımızla sınıf geçerdik.
Yıllar sonra okul dışından girdiğim lise bitirme sınavlarına hazırlanırken pek çok konuyu zaten bildiğimi fark ettim. Ortaokulda öğrendiğim cebir, fizik, kimya ve tabiat bilgisi dersleri yeterli oluyor, ya da okuduğum ders kitaplarından çalıştıklarımla kendi kendime sınava hazırlanabiliyordum. Matematik öğretmenimiz ve okul müdürü olan Bedia Hanım belirli bir problem çözmekten çok çözüm yöntemini öğretmişti. Kimya dersinde öğrendiğimiz denklem, atom ağırlığı gibi kavramları sanırım şimdi ancak lise sıralarında öğreniyorlar. Ama kimi öğrendiklerimiz de elbette çağın gerisinde kalmıştı. Ben ortaokulda iken atom parçalanmamıştı henüz. Atom bombası patladığında sekizinci sınıfta idim…
Öğretmenlerimizin öğrencinin kişiliği ile ilgileri farklı düzeydeydi. Müdür yardımcısı bizim anladığımız şekliyle Muavine Hanım sertlik yanlısıydı. Kızların saçlarında en küçük bir bukleye tahammül edemez, olduğu gibi keser atardı. Benim saçlarımın doğal kıvırcıklığını bile kabullenemiyordu. Çareyi saçlarımı uzatmakta ve sımsıkı örmekte bulmuştum. Yazın uzun süre denizde kalmam yüzünden devamlı ıslanan ve güneşte kuruyan saçlarımın üst tabakasının sararması ise onun fikrince sadece oksijenle ağartma sonucu olabilirdi. Öksürük, aksırık, hıçkırık da yasaklar arasındaydı. Bu gibi doğal şeylerin özellikle bir tabiat bilgisi öğretmeni tarafından anlayışla karşılanmaması garip ama aynıyla vâkidir. Bir gün sınıfta hıçkırığım tutmuştu. Beni sınıftan çıkardı ve “hıçkırığım geçince” dönmemi söyledi. Birkaç dakika sınıf dışında bekledim ve hiç hıçkırmadım. Sınıfa girmek üzere kapıyı açtığım anda hıçkırmaz mıyım? Öğretmenim kendisi ile alay ettiğimi ileri sürmüş ve iyice azarlamıştı. Bu anlattıklarım altıncı sınıfta olmuştu. Ancak zamanla beni daha iyi tanıdığında aramız düzelmişti.
Yedinci sınıftaki tabiat bilgisi öğretmenim Hatice Hanım ise derste başarısız olduğumda boyuma bakarak “Zaten bu sınıfın öğrencisi olmadığımı, aslında lise öğrencisi olmam gerektiğini” söylemişti bir gün. Oysa sınıftaki arkadaşlarla saptadığımıza göre, ay farkı ile en küçükleri idim. Komşusu olan bir arkadaş kendisine bu durumu iletince bir daha yaşımı konu etmedi öğretmenimiz. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’in eşi olan Hatice Hanımla annem sonradan pek ahbap olmuşlardı. Kızı Gülseren’le yazlık evimize de gelmişlerdi. Ailenin tek çocuğu olan Gülseren’in, bizim dört kardeş, her birimizin birer ikişer misafiri, amca, hala, teyze çocukları ile on taneden aşağı düşmeyen genç grubumuzla yemek yerken “Ne güzel, yatılı okul gibi!” dediğini hiç unutamam.
Gözlerimin miyop olduğunu hiçbir öğretmenim anlamamıştı. Tahtaya yazılanları okuyamaz, yanımdaki arkadaşın defterine yazdıklarına bakarak yazardım. Önüme çok eğildiğimde görüşümün kötü olabileceğini düşünmez, “Kambur olacaksın” derlerdi.
Resim öğretmenimiz İhsan Hanım karşımıza taştan, seramikten vazo ve benzeri objeler koyar, çizmemizi, gölgelendirmemizi isterdi. Bir gün yaptığım vazo resmine bakarak “Ben karşına taş parçası koyuyorum, sen bana pamuk yığını yapıyorsun” demişti. Benim öyle gördüğüm ise hiç aklına gelmemişti.
Bir gün okula İhsan Hanım’ın kanser olduğu ve göğsünün alındığı haberi geldi. Yerine Güzel Sanatlar Akademisi’nin lise dengi bölümünden herhalde bizlerden 2-3 yaş büyük, genç bir hanım kısa süre vekil öğretmen olarak geldi. Ertesi yıl İhsan Hanım tekrar derslere başladı. Ancak çok geçmeden gelen ölüm haberi ile sarsıldık.
Öğrencisiyle en yakından ilgilenenlerden biri beden eğitimi öğretmenimiz Hüsniye Melek Hanım’dı. Buna yakından tanık oldum. Bir gün annemi okula çağırmıştı, birlikte gittik okula. Annemin sonradan anlattığına göre “Yıldız’ın durumunu beğenmiyorum, halsiz ve hevessiz görünüyor. Bir doktora gösterseniz” demişti. Bendeki verem başlangıcını, çok dikkatli geçinen annemden önce fark etmişti anlaşılan. Bundan sonra okulu bir süre için bırakmam ve uzun bir tedavi sürecinden geçmem gerekmişti. O yıl derslere devam edememiştim, hatta ertesi yıl bile doktorlardan izin çıkmamıştı. Tekrar sekizinci sınıfa devam ettim ve ortaokulu ancak iki yıl gecikmeli olarak tamamladım. O zamanlar Türkçe, matematik ve tabiat bilgisi derslerinden yazılı eleme sınavına girilir, üç sınıfın bilgisi sorulurdu. Derslerin birinden bile başarısız olunursa geri kalan derslerin sözlü sınavlarına bile girilmezdi. Matematik sınavımızda son sınıftan hiçbir geometri sorusu gelmemiş, hep yedinci sınıfın geometrisi sorulmuştu. Yedinci sınıfı benim gibi Bedia Hanım’dan okuyanlar, belleklerine değil, konunun prensiplerine dayanarak başarılı olmuştu. Anımsarım, o yıl kimi ortaokuldan hiçbir öğrenci haziran döneminde matematikten başarılı olamamıştı. Ve tarihten bütünlemeye kalmama karşın not ortalamam 9 olduğu için babam “Bizim kız pekiyi derece ile ikmale kaldı” diyerek gülerdi. Sonunda eylülde ortaokuldan mezun olabildim.”
Müzikli Günler
Ortaokuldaydım ve konservatuara giden – başta Canan Keskin – arkadaşlarım vardı. Okulumuz tam gün, öğleden sonra ders değil sadece etüt saatleri vardı. Konservatuvar dersleri öğleden sonra olduğu için bu gibi öğrencilere izin veriliyor. Aynı şeyi yapmayı düşündüm ve konservatuvara başvurdum, annemi zor bela razı ederek. İki günlük sınavda ikinci güne kalmıştım. Öyle anlaşılıyor ki öğrenciler daha önceden konservatuvar öğretmenlerinden özel ders alarak giriş sınavına hazırlanıyorlar ve seçiliyorlar. Benim sınıfına gireceğim öğretmen ise seçeceğini seçmiş, ikinci gün sınava bile gelmemiş. Ama yine de hazırlık sınıfını atlayarak ilk sınıfa girmeye hak kazandım.
Konservatuvar yaşamım çok kısa oldu. Küçük kız öğrencileri genellikle anneleri ders süresince bekliyor ve alıp götürüyorlar. Dersler oldukça geç saatlerde, savaş yıllarında taşıt diye bir şey zorlukla bulunuyor. Annem “Ben seninle uğraşamam, özel ders almaya devam edersin” deyiverdi. Ben de “Doğru dürüst hoca isterim” diye tutturdum. Benim için doğru dürüst hoca, o sırada bazı arkadaşlarımın ders aldığı Cemal Reşit Rey. O da öyle herkesi kabul etmiyormuş diye duyuyoruz.”
Yıldız teyzenin “Sıradan Bir Aile” kitabındaki Nişantaşı Kız Ortaokulu anılarını bu bölümde aktardım. Okulun disiplini, hocalarının, öğrencilerinin ve ailelerinin profili 70’lı yılların ilk yarısında da değişmemişti. Biz de Cumartesi öğlene kadar okuduk. Ortaokul ve lisenin sonunda bitirme sınavlarına giridik. Sınav biter bitmez babamın İngiltere’deki vazifesi gereği Londra’ya gittik ve Trinity House School’a başladım. İki ülke eğitimini – ilkokula da Edinburgh’ta başladığım için – Nişantaşı serisinin eğitim bölümü bitince aktaracağım.
Kitaplığa hakim olmakla ilgili gençlere bir faydam olabilir diye kitap analizleri hakkında güzel bir detay ile bu bölümü bitireyim diye düşündüm.
Prof. Dr. Yıldız Demiriz’in “Sıradan Bir Aile” kitabında okul anılarında geçen resim öğretmeni İhsan Hanım’ın adı ve fotoğrafı, ressam Naile Akıncı’nın özgeçmişinde, sergi, kitap ve kataloglarda aynı fotoğrafla geçiyor. Naile Hanım’ı resme yönlendiren İhsan Rıza Hanım olmuş.
“İhsan Hanım’la derste (1938)”, “Sıradan Bir Aile – Abdülhamit Döneminden Günümüze Sıradan Bir Ailenin Öyküsü”, Yıldız Demiriz.
“Ressam İhsan Rıza Hanım ile Nişantaşı Kız Ortaokulu 3. Sınıfta Resim dersinde (soldan 3. sırada 2. öğrenci)”, “Bir Kendilik Öyküsü Naile Akıncı”, Küratör Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün, Müze Gazhane
İhsan Rıza Hanım ile ilgili araştırmalarımı o dönemin hocaları ile birlikte artaracağım.
Nişantaşı’ndaki “Müzikli Günler”de Cemal Reşit Rey ile olan Prof. Dr. Yıldız Demiriz’in anılarını gelecek köşe yazımda okuyup, bilgilenip o dönemin profilini analiz edeceğiz.