Hayatımda ilk defa spor yazısı yazacağım.
Bir ilk de babam Prof. Dr. Faik Yaltırık adına Nihat (Gökyiğit) Bey amcamı yazmak idi. Sürpriz kitap çıkmış ve yazım, çizimim beğenilmişti. Mutlu olmuştum. Sanırım babam gibi cesaretliyim. Yine bir cesaret bir ilk yazım olacak! Sanırım devam da edeceğim.
Sinyor Can Bartu’nun uğurlandığı gece kaleme almam da ilginç aslında. İslam Çupi “Ve futbol Türkiye’de bir gün, topun insanlara kumanda ettiği terör sisteminden, insanların topa hükmettiği bir sanat haline dönüşürse, o zaman hep birlikte bağırırız: Bu ustalığı ilk defa sahalara Can tarif etmiş. Can şuurlandırmış. Can gezdirmişti.” diye yazmış kitabında. Kitabın adını özellikle yazmadım.
“İnsanların topa hükmettiği bir sanat” güzel, anlamlı, derin.
Sanata yansıyan nice olguyu pek seviyorum. Bunlardan biri de spor.
Futbol ile olana “Football Art” veya “Art of Football” deniyor. Her spor için de geçerli. Döğüş sporu… Her ne kadar hüzünlü bulsam ve içinde boks ya da vurdulu kırdılı sahnelerde gözlerimi kapatsam da döğüş tuvale yansıyınca, yansıması farklı oluyor. Jean-Leon Gerome’nin “Cock Fight”ı gibi. Müsabakada belli bir sertlik ya da mecburi bir dinamizm olduğu yadsınamaz kanımca. Antika dergilerindeki, Londra, Edinburgh, Amsterdam, Leiden gibi kentlerdeki “second hand shop”lardaki sporun sanata yansıdığı objeleri, fotoğrafları, tabloları da pek seviyorum. “Amazon Kadın” misali!..
Yine de futbolun dili nedir diye düşünecek olursam, kitaplarımda da bahsettiğim gibi: Dostluğun, aşkın, sanatın, sporun, tabiatın dili, dini, rengi “Sevgi Dili”dir.
Babamın spor, özellikle futbol sevgisi bambaşka bir tutku idi, tiyatroya, sinemaya olan tutkusu gibi, yüceydi. Matematik gözle incelediği, yorum yaptığı hafızamda. Gece maçlarını kaçırmazdı. O kadar heyecanlanırdı ki kalp krizi geçirecek zannederdim. Evde maç izlerken de hiç salona girmezdim. Yani seyrederken önünden geçip, o ânı kaçırmasına da gönlüm razı gelmezdi. Büyüklerimiz böyle terbiye vermişlerdi. Tıpkı namaz kılan kişinin önünden geçmemek gibi. Ses çıkartmamak gibi.
Babamın Kabataş Lisesi’nden okuldaşı Sanlı Sarıalioğlu “Beşiktaş Sevgisinden Mutluyum” yazısında:
“Bir süre sonra da Baba Hakkı’nın, “Şenollar Birollar gider, Yusuflar, Sanlılar gelir!” sözü duyulacaktı…”
diye bir ifadesi gözüme çarptı.
Neden Baba Hakkı da Hakkı Baba değil? Faik Hoca gibi değil. Spor dünyası ile akademik dünyadaki terimleri sorguluyorum. Abdullah Tiralı Bey soruma şöyle cevap vermişti: “Sporcuların lakapları genelde isimlerinden önce kullanılıyor: Taçsız Kral Metin Oktay, Berlin Panteri Turgay, Aslan Nihat, Baba Gündüz.”
Türkiye dışında da pek farklı olmadığını anladım. “Classic and Famaous Nicknames” diye geçiyor. Yüzü bebek gibi ise “Baby” ya da “Hulk”, “Dave”, “Il Phenomeno” gibi.
Baba Hakkı Vodinalı. Peki Vodina neresi ve mânâsı nedir?
“Selânik’in trenle iki saat kuzeyinde, büyük bir kasaba Vodina. “Su Şehri” mânâsında, Osmanlı toprakları içinde. İbrahim Bey’in Konağı, Özer Bey’in ataları. Emin ve Süleyman Beyler ailenin en büyüklerinden bilinen; Karamanoğlulları Soyu’ndan Vodina’ya yerleştirilmişler. Ailenin en büyüğüne “Vodina kazasının Beyi” denirmiş. Hem zenginlik hem cömertlik hem de sevgi dolu imiş, yaşamları. Efendi ise; daha çok “Kadı, öğretmen ve din bilgini gibi kıymetli meslek sahipleri” için kullanılırmış. Zübeyde Hanım’ın doğduğu Sancak Vodina’ya, Atatürk, Selânik’ten Millî Mücadele’ye başlamadan önce gelmiş ve üç gece arkadaşı Hasan Bey tarafından bu konakta misafir edilmiş.” Rengigül e-kitabı s. 58/994
Anlaşılan o ki Ali Sami Yen (Frasheri) Bey’in babası Şemsettin Sami Bey’in Frasheri’li, Selim Sırrı Bey’in Mora Yeni Şehir-i Fenerli olduğu gibi Baba Hakkı da Balkan kökenli. Yâni batıdan gelip, “batıya açılan pencere”lerden bakabilmiş, baktırabilmişler, sistemleri kurup, yaşatabilmişler. Bu konuların nice detayları zaten kitaplarımda olduğu için bir çırpıda kaleme alabilme lüksümü de kullandığımı belirtmekte fayda görüyorum.
Vodinalı Baba Hakkı’nın “Şenollar Birollar gider, Yusuflar, Sanlılar gelir!” sözü ile Şenol Birol ve Birol Pekel’e çevirelim sahne ışıklarını. Birol Pekel de Can Bartu gibi basketten geçmiş futbola. Basketten futbola geçenlerde daha başka bir tavır, duruş yâni İngilizlerin “posture” dediğini gözlemledim. Bunu daha sonra derinlemesine yazabilirim. Beşiktaş JK’nın sayfasından öğrendim; o dönemin en eğitimli futbolcularından birisi Pekel ve Edebiyat Fakültesi mezunu. Bir sezonda en çok gol atan kişi.
Beşiktaş’tan, Fenerbahçe’ye ikisi birden geçince de Baba Hakkı’nın sözü Türk futbol tarihindeki yerini alıyor.
Simon Kuper’in “Futbol Asla ve Sadece Futbol Değildir” kitabını refere edecek olursam ki Kuper’i Türklerin futbola ve hayata bakış açısının analizi ile ilgili kısmından dolayı kutlamamak mümkün değil. Futbol büyük bir pasta kuşkusuz. Sinema dünyası da büyük bir pasta. İkisini birleştirmişler.
“Taçsız Kral” Metin Oktay’ın filmi. Atıf Yılmaz yönetmen. Gündüz Kılıç, Turgay Şeren de filmde! Sinema tutkunları da bu filmde futbola aşina oluyorlar, futbolla ilgileri olmasa da.
O dönemde biri daha var! “Yerelden globale, globalden yerele” sözüme ve görüşüme izdüşüm: George Best! Kuzey İrlandalı. Ve Birol Sanlı, Best’i yakışıklı buluyor. Evet bir film yıldızı gibi. Can Bartu’yu, Ercan Aktuna’yı ve kendisini sırayla yere yatırdığını, çok etkilendiğini de ifade ediyor söyleşisinde.
George Best ve Pele o dönemin dünya efsane futbolcuları. Ve Pele “Best was the best footballer in the world.” demiş. Evet, bir dönem “Best is the best” sözcüğü vardı.
Bu bağlamda Türk futbolunu da çağdaşlarıyla kıyaslayabiliyoruz. O günden bugüne skaladaki yerimiz nedir, bunu spor tarihçileri benden daha iyi bilir ve kaleme alırlar diye düşünüyorum. Ancak şunu da ifade etmeliyim ki bir ülkenin eğitim düzeyi, kitap okuru sayısı ile her meslek dalı paralel gider. Yani ülkenin en iyi üniversitesi dünya skalasında nerede ise, futbolundaki en iyi de dünya skalasındaki yeri neredeyse aynı noktadadır. Bu, normal koşullarda sapma göstermez.
Şimdi dönelim “Şenol Birol Gol” filmine. Kadro şöyle:
Şenol Birol kendisini oynuyor filmde. Sevgilisi Fatma Girik. Ecnebi Dansöz Gülsüm Kamu. Tüccarın kızı Sevda Ferdağ. Necdet Tosun Fenerbahçe’nin malzemecisi. Aziz Basmacı tüccar. Mualla Sürer ve Sadettin Erbil. Hüseyin Baradan Hırsız Semai. Fenerbahçe’nin Başkanı Hulusi Kentmen, Beşiktaş’ın Başkanı Vahi Öz. Birol Peker kendisini oynuyor.
Filmi hayal edebiliyorsunuzdur kadrosundan. İçinde müthiş güldürü var tabii. Güldürürken de düşündüren formda. Hulusi Kentmen’i, Sinemacı dedem Haydar Sarıali’ye benzetmişimdir hep. Babacan, tatlı sert, mesafeli, sevecen, prensipli, doğruları savunan.
Kitabı da olmuş bu yaşananların. Tanıtım sayfasından anlayabildiğim: “Araştırmacı yazar Fatih Sultan Kar, bir dönem filmlere de konu olan başarılı futbolcu Şenol Birol’un hayatını ‘Nasıl da çarpardı kalpler, Şenol Birol Gol diye’ adlı kitapta topladı. Şenol Birol’un futbol kariyeri kapsamlı bir şekilde ele alınmış. Futbola Güneşspor’da başlayan, Sarıyer ve İstanbul Karması ile devam eden Şenol Birol’un hayatını anlatan kitapta futbolcunun Beşiktaş ve Fenerbahçe ile A Milli Takım’da futbol oynadığı dönemlerine ilişkin hatıralara yer verilmekte.”
Orçun Başaran “Spor Tarihimiz” sayfasında bir fotoğrafla ve “Birol Pekel ve nişanlısı boş zamanlarında roman okumaktan hoşlanıyorlar. Birol, Steinbeck ve Keriman Nadir’i, Nişanlısı Ayla ise Tolstoy ve Dostoyevski’yi takdir ediyor.” (Hayat/Oğuz Topoğlu arşivi)” açıklama ile paylaşmıştı. Ben de hayran olup şöyle kaleme almıştım: “Şu fotoğraf ve açıklaması (Kerime Nadir, Steinbeck, Tolstoy, Dostoyevski)! Muhteşem. Bayıldım. Tablo gibi bir fotoğraf karesi. Teşekkür ederim Birol Pekel’e ve Ayla Hanımefendi’ye. Bu fotoğraf karesi bir roman olur! Öyle güzel, örnek alınası! Ve… Anlaşılan o ki gerçekten bana bir GS spor yazarının 2011’de tavsiye ettiği “Futbol Asla ve Sadece Futbol Değildir” doğruymuş. Simon Kuper’i de analım.”
Sevgili Mary (Partheniadis Yuvanidis) Hanım “Rahmetli annem de Kerime Nadir’i okurdu. Kaç yıl öncesini hatırlattınız. Birol da eşim Koco’nun arkadaşı idi. Rengigul Hanım beni duygulandırdınız eksik olmayınız. Hele “Şenol Birol Gol” hikâyesini yazarsanız hepimiz seviniriz.” diye beni onurlandırmakla kalmadı, ilk kez spor yazısı yazmama da vesile oldu. Yürekten teşekkür ederim. Bundan sonraki makalem sevgili Boğaziçi Üniversitesi’nden okuldaşım Zinnur Fenmen’in babaannesi kıymetli Lamia Hanımefendi ile kürek ve çağdaşları olacak ki hayli geniş konu.
Bu güzel fotoğrafa bakınca o dönemin tangoları, valsleri aklıma geldi. “Sevdim Bir Genç Kadını” dilime dolandı. Hani sonrasında “Kemanımla sana bir ses verebilseydin eğer” der ya işte öyle güzel.
“Futbolla Sanat . Sanatla Futbol” gönlümden böyle kalemime yansıyıverdi. Bizleri besleyen, bizlere ilham verebilenlere selam olsun dilerim.
Spor dünyasına katkım olacağı aklıma gelmezdi. Hele bir deneme yazımın 13.3 B takipçisi olan “beşiktaş @igdir1903” twitter’ında yer alacağı hiç aklıma gelmezdi. İçimden geldiği, dilimin döndüğünce bilgilerimi paylaşmaya gayret ediyorum.
“Baba Hakkı Vodinalı. Peki Vodina neresi ve mânâsı nedir? “Selânik’in trenle iki saat kuzeyinde, büyük bir kasaba Vodina. “Su Şehri” mânâsında, Osmanlı toprakları içinde. İbrahim Bey’in Konağı, Özer Bey’in ataları. Emin ve Süleyman Beyler ailenin en büyüklerinden bilinen; Karamanoğlulları soyundan Vodina’ya yerleştirilmişler. Ailenin en büyüğüne “Vodina kazasının Beyi” denirmiş. Hem zenginlik hem cömertlik hem de sevgi dolu imiş, yaşamları. Efendi ise; daha çok “Kadı, öğretmen ve din bilgini gibi kıymetli meslek sahipleri” için kullanılırmış. Zübeyde Hanım’ın doğduğu Sancak Vodina’ya, Atatürk, Selânik’ten Millî Mücadele’ye başlamadan önce gelmiş ve üç gece arkadaşı Hasan Bey tarafından bu konakta misafir edilmiş.” Rengigül e-kitabı s. 58/994 #Rengigül Ural” 13,3 B Takipçi beşiktaş @igdir1903 “twitter.com