“Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılı” dolayısı ile UNESCO tarafından 1981 yılı “Atatürk Yılı” ilan edilmişti. Roma Üniversitesi’ndeki sempozyum dönüşümüzde İstanbul Üniversitesi Bülteni “Atatürk Özel Sayısı”nı çıkartmıştım. Her sayıda kapak rengini düşünürdük. “Bu sayının kapak rengi ne olmalıydı?” Uzunca bir araştırma yaptıktan sonra kapak içine şöyle bir yazı yazmıştım;
“Doğumunun 100. Yılı nedeniyle, Atatürk’ün en sevdiği renk bültenimizin kapak rengi olarak seçilmiştir. Bu renge olan hayranlığı, Kemal Arıburnu’nun 1960 yılında yayımladığı ATATÜRK (Anekdotlar – Anılar ) adlı kitabın 24-25. sayfalarında (Bölüm XIX) dile getirilmiştir: “Mustafa Kemal bir sahil çocuğu olduğu için, denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer bir çam ormanlığı idi. Buna vesile veren, kendisine hediye edilmiş, bir ormanlığı ve çayırlığı gösteren tablodur. Ona yattığı yerden uzun uzun bakar ve yanına girdiğimiz zaman “Afet, bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat, onlara gidelim, ağaçlar altında dolaşabileyim, basit bir hayata kavuşalım, son arzum yeşillik ve ağaçlık, fakat yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır.” diyen ıstıraplı, hasta sesi hâlâ kulaklarımda akisler yapıyor. O, hastalığının ağırlığına müdrikti ve belki kurtulamayacağını biliyordu. Fakat etrafındakilere ümitsizlik vermek istemediğinden, yaşayacağı yeni muhitler arar gibi idi; ancak bugün anlıyorum ki yeşilliğin ebedîyetinde son uykusunu uyumak arzusunu, buna vasiyet etmek istemiştir. Atatürk’ün yeşile hayranlığı, Faruk Nafiz’in şu şiir parçasını tekrarladığı zamanlarda, ne kadar da belli olurdu:
Yeşil hem de!
Ben bu rengi taşırım her zaman can köşemde.
Yeşilde ne arar da bulmaz insanoğlu?
Yeşil bu… varlık dolu, gök dolu, umman dolu.
Bir ucu gözlerinde, bir ucu engindedir,
Meyve veren ağaçlar, bu çini rengindedir.
Bu çini rengindedir bahar, deniz, kır, orman,
Bana Tanrı’m gözükür, yeşil dediğim zaman.
Mustafa Kemal bu şiiri okuduğu zamanlarda, pür sıhhat bir varlıktı. Fakat kendisi yeşile hasret çektiği zaman ise, fâni varlığının erimekte olduğunu hissediyordu. Böylece o, bu son arzusu ile çam ağaçları ve yeşillikler arasında olmak istemiştir. Prof. Dr. Afet İnan”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk neden “Afet, bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat, onlara gidelim, ağaçlar altında dolaşabileyim.” demişti Afet Hanım’a? Afet Hanım’ın babası, dedemiz Tayyip Ural’ın ve babam Prof Dr. Faik Yaltırık’ın büyüğü meslektaşı Selanikli İsmail Hakkı Uzmay. Atatürk’ün bir orman müfettişinin kızına, küçüklüğündeki ormanları anlatmasını sorması ne kadar da doğal. Öyle değil mi? Sayın Uzmay’ın hayatı kısaca şöyle:
“İsmail Hakkı Uzmay (d. 1881, Selanik) – (ö. 11 Temmuz 1950),Türk siyasetçidir.
İstanbul Halkalı Yüksek Ziraat Okulu mezunudur. Kesendire Orman Süvari Memurluğu, Orman Müfettiş Yardımcılığı, Adapazarı, Ankara, Mihalıççık Fen Memurlukları, Ankara Orman Müfettişliği, Ankara, Çanakkale, Alaiye, Elmalı, Aydın, Bursa, Bilecik, İnegöl, Sinop Orman Müfettişlikleri, İzmir Orman Kontrol Memurluğu, İzmir Orman Müdürlüğü, TBMM IV. Dönem (Ara Seçim) ve V. Dönem Bolu Milletvekilliği yapmıştır. Evli ve dört çocuk babasıdır. Türk öğretmen, tarihçi ve sosyoloji profesörü, Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’ın babasıdır.” tr.wikipedia.org (İsmail Hakkı Bey (Uzmay), TBMM Albümü, Cilt 1, sayfa 192)
Fotoğraf açıklaması: “1932 – I. Türk Tarih Kongresi çalışmaların Ankara Halkevi’ndeki locasından izlerken. Sağdan sola; Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak, Dr. Refik Saydam, İsmail Hakkı Uzmay, Şükrü Kaya, Esat Sagay, Celâl Üner, Recep Peker, Kâzım Özalp” https://www.ktb.gov.tr/genel/galeri/ataturk/ataturkresimleri/4/pages/0161_01.htm
Bu hafta RE Books Arts Rengigül Ural Kitaplığı’na bir kitap girişi yaptım. Elime Semahat (Arsel) Hanım’dan dolayı tanıdığım Özden Toker Hanım’ın kızı Gülsün Hanım imzalı “Mevhibe” kitabı geldi:
Sayın Rengigül Ural’a
Pembe Köşk’ten Sevgilerle,
1 Kasım 1999
Gülsün Bilgehan
Babam, bir ders kitabının ithaf bölümünü İsmet Paşa’ya armağan etmişti, yeşile olan saygısından. Özden Hanım da kadirşinaslık ile Heybeli’deki İsmet İnönü Evi açılışına babamı, annemi ve beni davet etmişti. Özel arşivimdeki her değerli kitabın güzel bir öyküsü var. Kitap girişi yaparken bazen inceliyor, bazen de tekrar okuyorum. Kitabın 204-206. sayfalarındaki satır araları bu konuma denk düştü:
“Mustafa Kemal bir İzmir gezisinde Afet Hanım’a rastlamıştı. Bir orman müfettişinin kızı olan Afet Hanım, Bursa Muallim Mektebi’nden henüz mezun olmuş bir genç öğretmendi. Şerefine düzenlenen bir müsamerede en önde babası ile oturan kara iri gözlü, beyaz tenli kız, Gazi’nin dikkatini çekmişti. Onun yüksek öğrenime devam etme dileğini öğrenince eğitimini üzerine almış, İstanbul’da Dame de Sion Lisesi’nde okutmuştu. Genç kız daha sonra İsviçre’de doktorasını verecekti. Afet Hanım’ın Çankaya’ya gelişi ile evin havasını tümden değişti. Köşkün yönetimi ile ilgileniyor, Mustafa Kemal’in sofrasında yanında duruyor, bir tür özel sekreterliğini yapıyordu.”, “Afet Hanım bir yandan da Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde yurt bilgisi dersleri veriyordu. Konu henüz yeniydi. Kaynak yoktu. Afet, Çankaya’da vereceği bilgileri önce Mustafa Kemal’in yardımıyla saptıyor, sonra Fransızca kitapları okuyarak öğreteceği dersleri tercüme ediyordu. Hazırladığı bölümleri ilk defa Fevzi (Çakmak) Paşa’ya gösteriyor, Paşa aynı bilgileri Almanca kaynaklardan onaylıyor, nihayet en son İsmet Paşa’ya başvuruyorlardı. Böylece ortak bir çalışma ürünü olan konuları Afet Öğretmen, sınıfta öğrencilerine gösteriyordu. Bir gün “Belediye Seçimleri” meselesi işleniyordu. Bir deneme olmak üzere beş sınıf arasında seçim yaptırdı. Sonuç ilginçti: Bir kız öğrenci kazandı. Afet pek memnun oldu. Tam derse devam etmek üzereydi ki arka sıralardan yaşı epeyce geçkin bir öğrenci ayağa kalktı: “Hocam! Bu seçim kanuna aykırı!” dedi. Sonra şaşkın gözlerle kendisine bakan Afet’i aydınlattı: “Kadınların değil seçilmek, seçmek hakkı bile yok!” Genç öğretmen kıpkırmızı oldu. Sinirlerine hâkim olmaya çalışarak, yumuşak bir sesle: “Belki yaptığımız uygulama eski kanuna uymuyor, ama inşallah pek yakında bunların hepsi gerçek olacak, göreceksiniz!” diye cevap verdi. Genç kadın zil çalar çalmaz sınıftan fırladı, kendisini genellikle bir süre alıkoyan okul müdürüne görünmeden dışarıda bekleyen Çankaya Köşkü’nün arabasına atladı. Şoför Celâl Efendi’ye Çiftlik’e gitmek istediğini söyledi.”, “Bahçede bir aşağı bir yukarı yürürken biriken gözyaşlarını daha fazla tutamadı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Tam o sırada Gazi’nin büyük, siyah arabası göründü; Cumhurbaşkanı yanında Şükrü (Kaya) Bey ile beraber Afet’e doğru ilerledi. Genç öğretmenin perişan halini görünce ilgilendi, olanları öğrendi. Derhal Şükrü Bey’e dönerek, sordu: “Kadın hakları ne zaman Meclis’e sevk edilecek? Bu seçim meselesi üzerinde duralım, kanunu hızla çıkaralım. Başbakanla hemen konuşun.” İsmet Paşa zaten bir süredir “Yeni Belediye Kanunu”nu hazırlamakla meşguldü.”, “Afet Hanım’ın yaşadığı bu olay Gazi’yi çok üzmüştü. Kafası artık hep bu meseleyle doluydu. Ertesi sabah genç kadını odasına çağırdı; düşünmüş, bir karara varmıştı: Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyacak Yeni Belediye Kanunu Meclis’ten geçmeden Afet Hanım’ın Ankara’daki Türk Ocakları Merkezi’nde kadın hakları ile ilgili bir konferans vermesini istiyordu. Genç öğretmeni bir telaş aldı; kendini yeterli görmüyor, bu işin altından kalkamamaktan korkuyordu. Ama Gazi aman dinlemedi, sızlanmalarını “Ben sana yardım edeceğim!” diyerek kesti. Afet’i kolundan tuttuğu gibi devrin en büyük konuşmacısı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’e götürdü. Ünlü hatip ile bayan öğretmen Türk Ocağı salonuna girerek deneme yaptılar. Adam salonun çeşitli kısımlarında oturarak kürsüde konuşan Afet’i dinledi. Sonuç: Tam bir fiyaskoydu. Genç kadın çok sıkılgandı, sesi hiç çıkmıyor, bütün gayretine rağmen etraftan duyulmuyordu. Hamdullah Suphi ellerini çaresizlik içinde kaldırıyor, uzun beyaz saçlarını uçuşturarak başını iki yana sallıyor: “Olmuyor! Olmuyor!” diye bağırıyordu. Afet’in sesi büsbütün kısıldı. Neticede uzman kendisini karşısına aldı, anlattı. Tek çare, metni ezberledikten sonra, aynanın karşısında bağıra bağıra denemeler yapmaktı… Günlerce çalıştıktan sonra, belki… Belki bir şey yapabilirdi. Afet ümitsiz bir şekilde köşke dönünce yine azimli ve kararlı bir Gazi Paşa ile karşılaştı. Çaresiz kolları sıvadı, önünde sadece bir ay vardı. Zaman geçtikçe telaşı artıyordu. Cumhurbaşkanı konferansta giyeceği elbise biçimini bizzat düşünerek çizdi.”, “3 Nisan 1930 günü Mustafa Kemal, Afet Hanım’ın bileklerine kendi altın kol düğmelerini taktı. Konuşma metnini satır başları halinde cebine yerleştirdi ve öğrencisini dinlemeye gitti. Bütün devlet ileri gelenlerine, kordiplomatiğe davetiyeler yollanmıştı, salon tamamen doluydu.”, “Konferans umulanın üzerinde bir başarı sağladı. Zaten aynı günlerde Yeni Belediye Kanunu Meclis’te kabul edildi. Altı ay sonra 5 Ekim 1930’da yapılan belediye seçimlerinde kadınlar ilk defa oy verdiler.”
Fotoğraf açıklaması: Akçakoca ilk kadın Belediye Meclis Üyesi seçilen iki hanımdan biri, (meslektaşı Afet İnan’ın babası İsmail Hakkı Uzmay gibi) ailemize orman sevgisini aşılayan Tayyip Ural’ın eşi İstanbul Balatlı Seher Hanım’dır. Seher Hanım, sağdan ikinci, Lutr kürklü, fiyonklu ayakkabıları ile. Makbule hala gibi başının örtüsü. İkinci ilk seçilen kadın üye Seher Hanım’ın arkadaşı Şehriban Gören Hanım, 1936. 1934-1938 tarihleri arasında Belediye Reisi Talat Uğur, Seher ve Şehriban Hanımların ortasında.
Annemin öz annesinden dolayı, aynı soydan gelmiş olmam bir yana, Atatürk’e “Bir kadın olarak” saygı duymamak, kendisini gönülden sevmemek mümkün olabilir mi? Nüfus sayımlarında bile gözükmeyen, mîrâstan eşit hak alamayan, erkeğin iki dudağının arasındaki “Boş ol!” ile geçen onca yıldan sonra, Osmanlı topraklarında doğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin nimetlerinin farkında olan, her aklı başında kadın gibi Seher Hanım da “Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı”nın tanınmasından ziyâdesiyle memnundur. Artık 1930 yasasıyla Belediye Seçimlerinde kadınlar siyasette de yer alacaklardır. Toplantılara katılacaklar, görüş bildireceklerdir. Hem de erkekler ile eşit şartlar imajıyla. Eşi Tayyip Bey, doru atı ile Akçakoca Ormanları’nda vazifesini icra edip, yöresinin ağacına sahip çıkarken Seher Hanım, Akçakoca ilk kadın Belediye meclis azası seçilir. Kendisi ile birlikte arkadaşı, Şehriban Hanım da aza olarak seçilmiştir. İki hanım, Akçakoca Belediye Meclisi’nde erkek azalarla birlikte, yan yana çalışmalarını sürdürürler. İngiliz kadınından (1928) iki yıl sonra, Fransız kadınından (1945) on beş yıl önce, Seher Hanım, kazandığı (1930) bu hakkı aktif olarak yaşadığı bölgede kullanan bir ilktir. Ne güzel bir duygu, İstanbul Balatlı bir kadın için, değil mi? Hele ki 1789’da gerçekleşen Fransız İhtilâli’nin simgesi “Liberté, égalité, fraternité”nin yüzyıl sonraki izdüşümü “Hürriyet, Müsavat, Kardeşlik” sloganı kulaklarında iken!
Türk kadınları olarak vazifemiz çocuklarımızı Atatürk saygısı ile eğitmek, kitaplar okumak ve okumaya teşvik etmektir. Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını minnetle anıyorum ve hakları ödenmez bir haktır diyorum. O Millî Mücadele olmasaydı biz olmazdık. Bize hakkı geçen tüm babaların “Babalar Günü” kutlu olsun dilerim.