Toplumların veya bireylerin gelişiminde en büyük etken bilgidir. Bilgi baskı altında olmadan özgürce araştırma içerisinde sonuca ulaşılır. Bu nedenle toplumların ve bireylerin en büyük sermayesi bilgidir. Bilgiyi toplumla paylaşmak ise insana mutluluk verir. Merakla sürekli bir şeyler öğrenen ve öğrendiklerini paylaşan Berna Aysu ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi beğenerek okuyacağınızı umuyoruz. İyi okumalar.
İngilizce öğretmenliği hayaliniz gerçekleşmeyince neler hissettiniz?
Kendimi bildim bileli hep yaramaz yerinde duramayan ve öğrendiğim yeni bir bilgiyi öğretme güdüm ve çok şükür kabiliyetim vardı.
Yabancı dili bana sevdiren kolejdeki İngilizce öğretmenim ve idolüm Sevgili Füsun Ersoy idi.
Hayrandım hocama. Sırf ondan yıldızlı imza alabilmek için gece yarılarına kadar ev ödevlerimi yazımı güzelleştirerek yazmaya çalışır. Kenar süsleri yapardımJ) Yazım hala kötüdür o başkaJ
Sonra hocamı taklit etmeye başladım
Okulda ün saldım ve bazen hocam beni tahtaya çağırır “HADİ YAP BAKALIM TAKLİDİMİ, BEN NASIL ÖĞRETİYORUM ”derdi. Benden mutlusu olmazdı.
Kadıköy’den öğretmen not defteri almıştım. Sınıf arkadaşlarıma evde ders çalışırken notlar verirdim. Kendi kendime açıkçası ders çalışma metodunu böyle böyle edinmiştim. Çalışkan, ama ezberci bir öğrenciydim.
Annem dışarı çıkmama izin vermediği zaman yahut ona kızdığımda basıyordum not olarak “0”J)
Bizim zamanımızda hocalar önlük giyerdi, önlük diktirmiştim anneme, oda kapıma rahatsız etmeyin yazısı asar, saatlerce tebeşirle cama yazarçizer sınavlara öyle hazırlanırdım. Çoğunluğun aksine ders çalışmak benim için şölen gibiydi.
Haliyle üniversite sınavında yazdığımı sandığım bölümü yazmadığım için puanım yeterli gelse de çok istediğim İngilizce Öğretmenliğini kazanamadım.
Bizim zamanımızda dershanelerde rehberlik hocaları vardı.
Benim deneyimsizliğim, tez canlılığım, sabırsızlığım ve en önemlisi dikkatsizliğim sonucu maalesef giremedim.
Ciddi hayal kırıklığı olmuştu benim için. Kendimle inatlaştım ve tekrar girmedim sınavlara.
Sonraları elimde mutlaka bir üniversite diploması olsun diye üniversiteler o zaman birbirleriyle anlaşma yapıyorlar birleşiyorlardı. Sınavlara girdim İngilizcem iyi olduğundan ön elemeleri kazandım ve hazırlık okumadan Henley University & Marmara Üniversitesi iş birliği ile Hotel Management bölümünü bitirdim.
İçimde ukte kaldığından öğrencilere ya da yakınlarıma İngilizce dersleri verdim gönüllü olarak.
Disiplinli bir öğretmenim anlayacağınızJ
Şu an 49 yaşındayım ve farkında olduğum bir şey var ki hala öğretiyorum daha doğrusu rehberlik etmeye çalışıyorum insanlara fakat İngilizce değil Yaşam yolculuğumuz üzerine.
Hep meraklı bir yapım vardı hala öyle.
Önceliklerim konusunda algım iyi çalışıyor ve çok araştırıyorum, okuyorum içime sinene kadar.
Metotları deniyorum ve işe yarayanları hayatımda tutup, onları paylaşıyorum.
Hayatın kendisi aslında BAŞÖĞRETMEN!
Uçakta hosteslik yaparken korkularınız oldu mu? Veya unutamayacağınız olumlu, olumsuz anılarınızı anlatır mısınız?
Özgür ruhluyum. Kafama bir şeyi koyarsam mutlaka denerim. Sonucu olumlu ya da olumsuz olsa bile.
Aklımda kalacağına, deneyim olsun düşüncesi vardır benim nezdimde.
AER LINGUS İrlanda hava yolları Türkiye’de bugün Pegasus olan hava yolunu açmıştı 1989 yıllarında.
Hostesliğe de öyle karar verdim. Hayatımda uçağa ilk defa hostes olarak bindim ne kadar dua varsa ettimJ) Ve ilk uçuşumda uçak Dublin’de pistten dışarı çıktı duramayarak.
O zaman dedim buraya kadarmışJ) Şansa bakın ilk uçuş ve uçak durmuyor
Slidelar açıldı, ben o kadar eğitim almışım buz kestim şok olmuş vaziyetteyim. Yanımdaki arkadaşım koluma vurunca kendime geldim tahliyeye başladık. Çok şükür bir şey olmadan atlattık. Yurt dışında basında ve burada haber olduk.
Bir keresinde de Düsseldorf hava alanından kalkacağız, ben ön galley (Ön mutfak)’tayım.
Kapıdan dışarı bakayım dedim ve camın çatlak olduğunu gördüm. Hemen kaptana haber verdim ve biz uçamadık tam 3 gün; Duesseldorf’ta malzemenin gelmesini bekledik.
Ya görmeseydim diye düşünmedim değil! İncecik bir çizgi meğer iç orta cam çatlamış.
İşte hep meraktan bunlarJ! Yeni yerler, yeni insanlar, yeni yüzler hep ilgimi çekti benim.
Çok güzel bir ekip vardı. Hala daha kaptanlarımla, arkadaşlarıma irtibat halindeyimdir. Çok güzel, keyifli 2 yıl geçirdim ben. Bünyem daha fazla yılı kaldıramadıJ
Sabaha karşı olan uçuşlarda uykuyu sevdiğim için açıkçası çok zorlanıyordum, uyumuyorsunuz çünkü.
Böyle bir zamanda servisle alana uyurken giderken minibüste düştüm ve uçağa girerken yeni olduğum için gıkımı çıkarmadım.
Ama dönüş yolunda bileğim bayağı şişti ve yürüyemez hale geldim ve uçuşu dönüşte alanda ambulans ile tamamladım. Meğer ayağım yarılmış, dikiş atıldı ve 1 ay uçamadım.
Çok fazla anım var aslında ama aklımda kalan canlı canlı bunlar.
ABD’li bir şirkette çalışmak deneyim olarak size neler kattı?
Evet, 20 yıla yakın Amerikan şirketinde çalıştım, Ziraat ve kimya sektörü üzerine ve oradan emekli oldum.
Bir kere sistemleri hem çok farklı hem çok ileri. Sizi öyle bir hazırlıyorlar ki siz bile farkında olmuyorsunuz. Bunu en çok emekli olduğumda anladım.
1996 yılında şirkete başladığımda, adamlar 10 yıllık kalkınma planı ve hedefleri koyuyorlardı. Ben de gülüyordum neyin kafası bu diye?:-)
Daha dün akşam ne yediğimizi hatırlamayan bir millet olduğumuz için 10 yıllık plan bana fazla geliyordu.
Sistemin içine girdikçe özellikle uluslararası platformda hizmet verdiğiniz bir şirketse her şey kayıt altında.
Aylık raporlar halinde tüm izlenimler sisteme giriliyor ve kayıt ediliyor. Haliyle şimdi bütün sistemler çok ileri seviyede.
Şahıs şirketlerinde çalışmadığım için ayırımı ancak arkadaşlarımın şikâyetlerinden yapabiliyordum.
Neden kaşının üzerinde göz var diye soran yok mesela. Eğer sorulacaksa buna toplu bir heyet eşliğinde dahil oluyorsunuz.
Bir kişinin ağzından çıkacak söz ile hareket etmiyorlar.
Aylık anketler yapılırdı ve isim soyad mecburi değildi. Eğer senin müdürünle ilgili bir sıkıntın varsa mesela ve elinde bulgu, kanıt vs mevcutsa sunabiliyordun.
Hiç biri yoksa bile anketi dikkate alıyorlar ve takibe başlıyorlardı.
Eğitimlere önem veriyorlar. Az eleman, çok iş mantığı var yabancı şirketlerde. Hep yeniliğe açıklar.
Ben şanslıydım hep erkeklerle çalıştım. Dolayısıyla çözüm odaklı bir ortamda idim.
Hem cinslerim darılmasın bana, biz kadınlar biraz karmaşığızJ
Kafam rahattı, birbirimizi dinliyor, sorunları hallediyorduk.
Disiplin ve iş prensipleri, görev tanımları son derece yalın ve açıktı.
Müşterilerimizi bile eğitiyorduk gerek gördüğümüz yerlerde.
Onlarda plan yapmaya, hedef koymaya başlamışlardır.
Emekli olunca sosyal hayatımda nasıl faydalı olduğunu gördüm bu disiplinin.
Detaylarla ilgilenmiyorum. Ortada bir sorun varsa eğer bu sorunu en hızlı nasıl çözerim sorusuyla
İlerliyorum.
Hızlı davranmayı öğreniyorsun, şeffaf olmayı öğreniyorsun, en önemlisi hedef koymayı ve o hedefe nasıl ulaşacağını biliyorsun.
Dinlemeyi ve anlatmayı öğretti şirketim bana.
Odaklanmak, sistematik bir şekilde işleri yoluna koymanın başarısını şirketime borçluyum.
Müjdat Gezen Sanat Merkezinde tiyatro eğitim aldınız, ama neden tiyatroya devam etmediniz?
Bana söylenilen ve hatırladığım Babamın beni tiyatroya yazdırmak istemesiydi. Sanırım annem o zaman karşı çıkmış. Hayal meyal hatırladığım şeylere annem genelde “yok öyle bir şey nereden çıkarıyorsun ”der. Muhtemelen buna da öyle diyecektirJ) Ama bir çocuk niye ve nasıl bu gibi şeyleri hatırlar; o da bilinçaltının hazinesi diyorum.
Müjdat Gezen Sanat Merkezine, Rahmetli Babamın bu isteği üzerine yazılmıştım açıkçası. Ruhen onu ve kendimi tatmin etmek , “Bak kızın bunu da başardı” hissini yaşamak için.
Bir nevi vasiyeti yerine getirmekti benimkisi ve bunu Hocam Müjdat Gezen ile paylaşmıştım bana “neden tiyatro” diye sorduğunda.
Hatta Türkçeyi, kelimelerin vurgularını çok iyi kullandığımı, diksiyonumu beğendiğini söyleyip, seslendirme yapabileceğimi yahut bunun üzerine eğitim almamı düşünmemi söylemişti kendisi.
Ortaokul yılarında “imambayıldı” diye bir tiyatro yazıp, yönetip, oynamıştım. Sonra bu oyunu yazlık evimize gittiğimizde sitede ki arkadaşlarıma öğretip, dekor, vs hazırlayıp bilet satıp oynatmıştım.
Çocukluktan geliyor yani.
Sonra bir baktım ben sahneye çıkınca bana kal geliyor, tutuluyorum, rahat değilim.
O yüzden hocam bir gün bana dedi ki “Seni teneffüslerde gözlemliyorum, doğanda doğaçlama var, beden dilin süper, o yüzden sen sahnede doğaçlama yap”
İşte akıl havada olunca boş veriyor insan.
Ben kendi tiyatromu kendime yapıyorum en güzeli böyleJ
Tiyatro başlı başına bir kültür, eğitim ciddi emek isteyen sanat. Ülkemizde hakkı pek verilmiyor. Sanatçı kolay yetişmiyor ve olunmuyor. Duayenlerimize kolaylıklar diliyorum aynı zamanda onların açtığı yoldan giden gençlere.
Bir de Betül Mardin’in teklifini kabul etmediğim için pişmanım.
Aile dostumuzdur.
Bir gün Bursa’ya sabah kahvaltısına rahmetli Üzeyir Garih ile gelmişlerdi, öyle tanımıştım ikisini de.
O zaman Amerikan şirketinde çalışmaya başlamıştım.
Üzeyir Bey , “Gel Alarko’ya alalım seni demişti.
Betül Mardin’de “Seni yetiştireyim, gel yanıma “demişti.
Üstelik Betül Hanım ondan sonra birkaç kez tesadüfen karşılaştığımız yerlerde teklifini tekrarladı
Hatta Esma Sultan Yalısında karşılaştığımızda bana “Sen hala neyi bekliyorsun” diye de sitem etmişti.
İşte diyorum ya zamane aklı diye.
Ekonomik özgürlüğümü elime alınca stajyer olarak yetişmek ve çalışmak işime gelmedi o zamanlar.
Oysa 2 duayen! Sana teklifte bulunuyor , sen neyin , hangi dağın tepesindesin ki , burun kıvırıyorsun!:-)Öğrenci hazırsa, öğretmen ayağına gelir. Demek ben hazır değilmişim. Üzerine deneyimsizim.
Şimdi ki aklım olsa hayatta kaçırmazdım. Gene de şu an hepsi güzel bir ders, ön görü ve deneyim benim için.
Bu vesileyle kendilerine şükranlarımı, sevgilerimi iletiyor ve Üzeyir Bey’e rahmet diliyorum.
“Fırsatlar ayağına geldi mi değerlendireceksin” diye seminer, konuşma, köşe yazısı, derleme elimden ne geliyorsa yapıyorum gönüllü olarak insanlara.
Berna Aysu: “Her İnsan tam Ve Bütündür
İçinde hep bir şeylerin eksik olduğunu düşünen Aysu, arayış içerisindeyken, Milton Erickson prensipleriyle tanışır. Ve “HER İNSAN TAM VE BÜTÜNDÜR” sözü kendisini kalbinden vurduğunu ve içindeki eksikliğin nedenini bulduğuna inanarak yeni yaşam yolculuğuna adım atar.
Son zamanlarda çığ gibi büyüyen koçluk eğitimini alarak sizde koç oldunuz. Koç olarak neler yapıyorsunuz? Koçluk sektörünün bu kadar çok yaygınlaşması normal mi? Ya da Koçlar arasında farklar nelerdir?
Ben Erickson koçuyum. Neden Erickson diye soracak olursanız;
İş hayatındayken netice itibariyle sevdiğim işi yapmıyordum, kendimi işime ait ya da yaratıcı hissetmiyordum. Var olan sisteme sadece ayak uyduruyordum ve sosyo ekonomik düzeyde bana tanınan imkanlar dahilinde fiziki anlamda rahatlık içindeydim.
Ama hep bir şeyler eksik hissi vardı, tamamlanmayı bekleyen. Adını koyamıyordum bunun.
Genelde benimle iletişimde olanlar sorunlarına kısa sürede çözüm bulur ya da benimle dertleşmeye, fikir danışmaya gelirdi.
Derken o zaman sadece Adler Ve Erickson kurumları vardı, yolum onlarla kesişti.
Nedir bu koçluk diye araştırırken, Milton Erickson (psikiyatrist & psikolog) karşıma çıktı ve başladım Milton Ericsson prensiplerini detaylıca incelemeye.
Beni etkileyen madde şu oldu “HER İNSAN TAM VE BÜTÜNDÜR”
Tam da, tamamlanmayı düşündüğüm o dönemde bu söz beni kalbimden vurdu ve kendimi Erickson Koçluğunda buldum
Hem işime devam ettim hem koçluk eğitimlerime. Yıllık izinlerimi eğitimlere kullandım. Ciddi maddi manevi emek isteyen bir eğitim sonucunda uluslararası onaylı profesyonel Koç oldum.
Eğitimin içeriği, hocaların donanımları, temele esas kalmarı başarının anahtarı.
Zaten Milton Erickson prensipleri doğrultusunda kurulan bir kurum.
Koçluk belgemi elime aldığımda tamamlanmış mıydım peki?
Hayır! Gene bir şeyler eksik gene farklı bir şey olması gerekliliği hissi yaşıyorum.
Zira koçlukta güçlü sorular eşliğinde karşındakinin düşünme kapasitesini, nöronlarını harekete geçirterek hayal kurdurtma aşamasında sorumlusunuz.
Öneri ya da kendi fikrinizi veremezsiniz.
Eeee ben konuşmadan duramam yapıma aykırı derken kendimi enerji çalışmalarında buldum.
Peşi sıra geldi tüm eğitimlerim ve belgelerim.
Reiki master oldum, bioenerji uzmanı, oldum, yetmedi taşlara olan merakım ve onların gizemi beni hep çekti kristal taş terapisti oldum.
EFT & NLP uzmanı oldum
Böylelikle koçluk ve mentörlüğü harmanladım ve tamamlandım.
Son 1. 5 yıldır kendimde adını koyamadığım ruhsal ve zihinsel bir tıkanma hissediyordum.
Ve 2019 ekim ayında Nefes ve nefes teknikleriyle tanıştım;
Tıkanık hissettiğim şeyin adını nefes sayesinde buldum ve çözdüm.
Ben şanslıyım zira 18 yıla yakın baş koyduğum kendi serüvenimde araştırmalarım neticesinde hep iyi rehberlerim, öğretmenlerim ve kurumlarım oldu.
Bu vesileyle hepsine teker teker tekrardan teşekkür ediyorum
Kişinin ihtiyacını belirleyip ya koçluk ya mentörlük ya da ikisini bir den uygulama alanına sahibim.
Koçluk Dünya’da artık gereksinim duyulan bir araç. ;Üst düzey yöneticiler, takımlar, şirketler koçluk alıyor.
Sistemdeki tıkanıklığı bulmak, görmek, yüzleşmek ve kabule geçip o tıkanıklığın içinden çözüme, hedefe ve başarıya ulaşabilmek için koçluk çok çok önemli.
Sizin göremediğiniz yahut görmek istemediğiniz kör noktalarınızı size buldurtuyoruz.
Kimi görüyor kimi görmek istemiyor
Gören yürüyüp geçip gidiyor, görmek istemeyen kısır döngü içinde kayboluyor.
Seçim sizin?
Artık “ben her şeyi ben bilirim” sözü tozlu raflara kalktı
Bir 3. Göz tarafından farklı yönlere bakma zamanı
Koçlar bile birbirimizden koçluk alıyoruz. Kendimizi geliştirmek, tıkandığımız yerleri görmek ve aşmak adına. Bu bir gereklilik bu yüzyılda.
Kaldı ki artık çağ değişti. Çağ bilgiyi gizleme değil tam tersi paylaşma, birlik bilincine geçiş çağı.
Dolayısıyla koçluğun yaygınlaşması olağan ve doğal.
Farklılıklar bizi birbirimize yaklaştıran etkenler.
Her koçun çalışma şekli ayrı olsa bile temelde izlediği prensipler etik olarak aynı olmalı düşüncesindeyim.
Bir koç ya da mentör seçerken öncelikle ICF onaylı mı onu dikkate alsınlar.
Kendine faydası dokunmayanın bir başkasına nasıl faydası dokunur sözünü hatırlasınlar.
Kişinin duruşu, sözüyle, davranışıyla, yaşamıyla örtüşmeli, bu konuda gözlem yetisini kullansınlar.
Ben Koç olarak daha çok gönüllü işler yapıyorum. Pandemi yüzünden herkes gibi internet ortamından yüz yüze seanslarımı yaptım.
Bursa Lösev’de 2 yıla yakın gönüllü eğitimler verdim, koçluk yaptım.
Genelde Bodrum’da ikamet ettiğimden bu kış Bursa’ya mesleğimi icra etmek için gittim çeşitli derneklerde “YAŞAM ENERJİNİZİ NASIL KULLANIYORSUNUZ” adı altında seminerler verdim
Bodrum’da Gündoğan’da bir çocuk atölyesi açtık Peynir Çiçeği Gündoğan Gönüllüler Derneği çatısı altında.
Bodrum Belediyesi açılışımızı yaptı. Burada yaz kış yaşayan çocuklarımız için bir aktivite yok.
Bu yoldan çıkarak onlara koçluk, mentörlük, kişisel gelişimlerine katkıda bulunacak ne varsa uyguluyoruz.
Koçluk geniş bir mecra. Sadece kişiyle sınırlı değil.
Buna kurumlar, iş birliği yaptığınız herkes, komşunuz, çocuğunuz, eşiniz, arkadaşınız her şey ve herkes dahil. Hatta hayvanlar bile nezdimde. Nasıl mı?
Bilirsiniz sürüde ALFA lideri vardır. Ben bir hayvan sever ve Bodrum Belediyesi gönüllü mahalle sorumlusu olarak mahallemde ki sokak canlarının ALFASIYIM mesela.
Resmen onlara koçluk yapıyorum tabi mecazi anlamda söylüyorum bunu
Ne zaman mama saati, ne zaman bahçenin dışına çıkılacağını, mama sıralamasının kimlerden başlayacağını artık biliyorlar.
Eskiden hepsi birbirinin mamasına saldırırken şimdi hepsi sırasını beklemeyi öğrendi.
Güven oluşturmak için az uğraşmadım ama bir kere güvenince aranızda muhteşem bir bağ oluşuyor.
Koçlukta güven ilişkisi son derece önemlidir!
Bu yüzden koçluk geniş bir mecra diyorum kendimce.
Bir Koç isteği uyandırır, harekete geçirtir ve sürekliliğini sağlar.
Eğer hayatta bir hedefiniz yoksa (ki bu gerçekten üzücü bir durum, yaşamla teması kesmek gibi) yaşam amacınızı bulamadığınızdan ve değerlerinize göre yaşamadığınızdandır.
Değerleriniz sizin önceliklerinizse mutlaka hedefleriniz, ulaşacağınız mertebeleriniz mevcuttur.
Bir koçun farklılığını nasıl anlarız sorusuna cevabım ise;
Hayatta esnek olabilmeyi, empati yetinizi kullanabilmeyi, hedeflerinizi oluşturabilmeyi, o hedefe giden yollarda ki engelleri, olumlu, olumsuz tarafları, çıkmaz ve kör noktaları, farklı bakış açılarını , çok yönlü , çözüm odaklı düşünebilmeyi ve en önemlisi 5 duyusuyla sizi dinleyebilen , tam o an , orada sizinle olan , size yoldaşlık edebilen koç farklı bir koçtur!
Şahsım adıma diyebilirim ki neyi hayal ettiysem çocukluğumdan beri kendimce, o hayalin içine önce girer yaşardım(bilmeden yapardım bunu hep) , o hayali hep canlı tutardım, gerçekleşmiş olarak düşünürdüm, zamanı geldiğinde o hayalin gerçeğini yaşar halde bulurdum kendimi.
Ve hedeflerim hiç bitmez. Biri biter, diğeri başlar.
Yakın dönemde Küba’ya seyahat etmiştiniz. Oradaki gözlemleriniz ve Küba ile ülkemiz arasındaki toplumsal farklılıklar nelerdir?
Ahh Evet KÜBA! Ölmeden evvel mutlaka göreceğim diye hedeflerim arasına koyduğum yer! Ve çok şükür modernleşmeden evvel görebilme şansına sahip oldum.
Farklı kültürler, tatlar, insanlar, ülkeler görmek, öğrenmek beni çok mutlu ediyor.
Seyahat etmeyi seviyorum, geleneksel yemekleri, o yöreye ait yaşam biçimini, göreneklerini merak ediyorum gittiğim yerlerin.
Açıkçası tarih ve sanat tarihini severim ama aklımda tutamıyorum, etrafı izlemekten ve fotoğraflama aktan.
Beni en çok insan figürleri, hayvanlar, doğa ve yaşam alanları etkiliyor.
Küba’da öyleydi benim için. Eğer imkân ve zamanı olan varsa mutlaka görmeli, görmemiş olanlar için diyorum.
Ben hayran kaldım, dokusuna, bitki örtüsüne, yokluk içindeki varlıklarına, tarihlerine
Sokakta bir tane bile gülümsemeyen yüz görmedim.
Her şey eski, yeniliğe kapalılar haliyle komünizm tabi.
Müzik gıdaları, tütün tarlaları saltanatları.
Kimsenin evinin kapısı kapalı değil, her şey ortada çünkü hırsızlık yok.
Eğitime ve sağlığa verdikleri önem görülüyor ne kadar daha kendi kendilerine yeterler bilinmez ama uğraş veriyorlar, takdire şayan bir ülke.
Eğitim ve sağlık hizmetleri ücretsiz!
Her ay belli başlı gıda ve temizlik ihtiyaçları devlet tarafından karşılanıyor.
İnternet kullanımına yeni başlamışlar o da sokakların belli başlı merkezlerinde internet çeken yerlerde kotalı kullanım hakları var.
Yavaş yavaş belli başları yerleri kiraya vermeye başlamışlar, buraya yenilik girdikçe, ticaret başladıkça, paranın kokusu yakına geldikçe dokusu bozulacaktır eminim.
Toplumsal farklılıklara gelince;
İnsanlar birbirine hoş görülü , saygılı , kimse kimsenin hakkını gasp etmiyor , çalmıyor , şiddet , cinayet , taciz yok.! Yetmez mi?
Hayvan severler. Sokaktaki her hayvanın boynunda kimliği var
Her şey nizamda kurallar gereği ve bu kurallara riayet ediyorlar.
Her şey devletin olduğu için kira ödemiyorlar, kimse üzerine bir şey alamıyor haliyle para da yok alamazlar ama insanlar mutlu çünkü dışarıdan haberleri yok!
Ya Che Guevara, devrimci!
Hayran kalmamak, o zekâya, o iş birliğine, o yakışıklılığa) mümkün değil.
Nutuk kitabını yanından ayırmaması ve müzede NUTUĞU, askeri kıyafetinin yanında görmek beni çok etkilemişti.
Ulu önderimiz M.Kemal Atatürk’e olan ilgileri muazzam.
Sokakta ki bir dilenci Türk olduğumu öğrenince cebinden bizden gidenlerden aldığını düşündüğüm Türk parası çıkardı ve ATAMIZIN resmini gösterip çok şanslısınız böyle bir liderin insanları olduğunuz için dedi.
Türk olmaktan, Cumhuriyet kadını olmaktan her defasında daha çok gurur duyuyorum!
Berna Aysu: “Söz Uçar, Yazı Baki Kalır”
Çeşitli platformlarda yazan Aysu, yazma merakının çocukluk yıllarına dayandığını, eline kâğıt kalem alarak sürekli yazdığını ve yazdıkça yazdığını ve bugün farklı platformlarda yazıyorsa çocukluk yıllarına borçlu olduğunu söylüyor. En dikkat çekici olan yazdıklarını hep kayıt altına alması. Söylenen söz kaybolup gider “SÖZ UÇAR, YAZI BAKİ KALIR”
Çeşitli platformlarda yazılarda yazıyorsunuz. Yazmanın sizin için anlamı nedir?
Kendimi bildim bileli yazarım. Hem sözelde hem yazıda ifade etmeyi seviyorum. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı sözelde, daha detaylı ve keskin vuruşlu mesajları kalemimle ifade ettiğime inanıyorum.
Yazarken daha çok sorgulama yetimi kullandığımı gördüm ve bu beni daha fazla araştırmaya yöneltti.
Bir bilginin doğruluğunu, sonuç verdiğini öğrenene kadar farklı bakış açılarına mutlaka göz atarım
“SÖZ UÇAR, YAZI BAKİ KALIR” yani.
Çocukluk yıllarımda bir anda köşeme çekilir, elime kalem kâğıt alır başlardım yazmaya.
O an aklıma ne gelirse
Edebiyat mezunu olunca haliyle (Kolej yıllarımda) kompozisyonum iyiydi.
Şiirler yazardım, anekdotlar yazardım. Hep yazardım ama hiç birini kayıt etmez tutmazdım.
Belli başlı yerlerde köşe yazıları yazmaya başladığımdan beri , kayıt adreslerim oldu değerli siteler ve yerel gazeteler ..
Yazdıkça kendimi gözlemliyorum, rehabilite ediyorum kendimi.
Spontane olarak, gözlemlediğim bir objeyi, olayı, insanı, ben de his uyandıran bir davranışı yahut kelimeyi deneyimlerim doğrultusunda kaleme döküyorum.
Köşe yazılarımı ileride bir kitap çatısı altında toplamayı çok isterim.
Tüm duygularını yazarak ifade edebilmek inanın bir terapi şeklidir.
Çoğumuz artık duygularımızı bastırıyoruz, konuşmuyoruz, konuşsak anlaşılmadığımızı düşünüyoruz.
Ben de naçizane diyorum ki “ o zaman yazın”.
İfade bulmamış her cümle, hastalık oluşumunu etkiler. Zihinsel, fiziksel, ruhsal olarak.
Biz toplum olarak maalesef hatta artık dünya böyle çabuk sıkılan, okumayı sevmeyen ve uzun yazı okumaktan kaçınan bir dönemdeyiz.
Hâlbuki o yazıda çok mesaj var. Belki bir cümle ışık olacak, belki içinize bir tutam huzur serpilecek ya da aradığın sorunun cevabını bulacaksınız. İlk emir “OKU” DEMİYOR MU?..
Size göre kadına yönelik şiddet nasıl önlenir? Cezai yaptırımlar yeterli midir?
Kadını, erkeği diye fark etmez aslında. İnsana yönelik her türlü fiziksel ve psikolojik şiddet ayrı bir travma ve yıkıcı bir etkidir.
Artık günümüzde şiddetli iletişim hakim oldu.
Hırslar, egolar, bastırılmış tüm duyguları şiddet kullanarak ifade ediyoruz
Bunun için bilinçaltına inmek ve başladığı yeri bulmak gerekir ki bu da hiç zor değil. Şiddet eğiliminde olan kişi mevcut düzeninde (aile vb) çocukluğunda maruz kalmış yahut şahit olmuş olabilir.
O yüzden çocukların yanında davranış ve sözlere, içeriklerine çok dikkat etmek lazım.
Çocuk bunu kaydeder hafızaya. Ve bu davranışı normal sayarak büyür, olgunluk döneminde aynısını yahut benzerini kendi yapmaya başlar. Zincirleme devam eder.
Kadın üreten, yaratan ve doğurandır. Senden fiziken güçsüz birine o gücü hangi akıl ve vicdanla uygularsın diye soran kesim aklı başında vicdan sahibi olandır.
Şiddeti uygulayan kesimse kesinlikle geçmişine dayalı bir tanısı olan, tedavi olmayan ve maalesef cahildir.
Kadına, çocuğa, hayvanlara yapılan zulme baktığımızda toplumsal travma yaşadığımızı üzülerek görüyorum.
Ve kanunlar yeterli değil hatta akıl alır gibi değil.
Tecavüzcüsü, katili elini kolunu sallaya sallaya gezebiliyor.
Hukuk sisteminde ki açık bir an evvel giderilmeli
Caydırıcı değil, yaptırıcı cezalar gelmeli.
Nasıl önlenir sorusuna ise cevabım şu:
Toplumu bilinçlendirmek, eğitmek gerekiyor.
Bunun için sosyologlar, psikolog ve psikiyatristler, STK’lar, gönüllüler, kurumlar, dernekler aklımıza gelebilecek en alt merciden, en üst merciye kadar el ele, iş birliği içinde olmak, birlikte projeler üretmek ve fayda sağlamak lazım
Devlet bizim çatımız, kubbemiz.
Win-win (kazan-kazan) fikrinden yola çıkılması gerekir.
Sağlıklı iletişim ve ilişkiler konusunda seminerler, uygulamalı eğitimler düzenlenmesi bir başlangıç olabilir.
Daha disiplinli, daha çözüm ve takip odaklı projeler gerekiyor maalesef.
TBMM’de kadınların temsil sayısı size göre ne olmalı?
Dünyadaki 192 ülke arasında Türkiye 117.sırada, Avrupa’da 37 ülke arasında sondan 3. Sırada yer alıyoruz.
Finlandiya ve İsveç açık ara farkla kadın milletvekili sayısı yüksek olan ülkeler arasında.
Kadına öncelik ve hak tanıyan Ulu Önderimiz M.Kemal ATATÜRK, ön görüsü ne kadar muazzam ki kadının gücüne inanmış, kanunlar çıkarmış.
Bu sayı neden az!
Eksik değiliz tam tersi KURTULUŞ SAVAŞINDAKİ azmi, gücü, birliği, dinamizmi ve cesareti göğüsleyen kadınlarımız değil mi?
Kadının olduğu yerde, erkek kendine çeki düzen verir. Meclisteki tartışmalar üzücü ve inanın hiç hoş görüntüler ve üsluplar değil.
Üslübün değişmesi için, detayları adlandırabilmek adına kadın nüfüsunun en az Finlandiya ve İsveç kadar olması gerekliliğini düşünüyorum.
Ben bir kadın olarak artık kavgadan, takipsizlikten, çözümsüzlükten sıkıldım. Bıraksınlar el ele bu güzel memleketi koruyalım.
Kadınlara kulak versinler, onları dinlesinler.
Hiçbir ananın, kadının direnişi es geçilmemeli.
Kadının olduğu yerde şefkat vardır, yaratım vardır, bu unutulmamalı ve gereken özen gösterilmeli.
Karar ve savunma mekanizmaları kusursuz işler kadınların, her türlü detayı görür, eksiği tamamlar, söküğü diker!
Kadına şiddeti, mecliste izlediğimiz gerginlikleri, ülkede ki kaosu gene kadın bitirecektir!
Dirlik, dinginlik, düzen, yaratım ve doğum kadından çıkar!
Kadının keskin sezisi, algısı, yöntem becerisi, iletişim kanallarının çevikliği, uzlaşmacı yapısı, analiz kabiliyeti piramidin içeriğidir.
Kadınların iş hayatında daha fazla yer alması için neler yapılmalı?
Zaten kadına platformlar, olanaklar açılmaya başlandı. O yüzden gelişmelerden memnunum.
Çoğu kurumlarda üst düzey yöneticiler kadın.
Donanım, eğitim, deneyim, ekip birliği olunca kadının başarısı yadsınamaz.
Kadın bunların hepsini harmanlayacak algı ve güçte.
Kendini gelişime açık tutan şirketler, hedefleri doğrultusunda çok güzel tercihler yapabiliyor.
Yenilikçi, tutucu olmayan (Eski davranış kalıplarına), farklı bakış açılarına sahip, çözüm odaklı kadınlar bugün başarıya imza atmaya devam ediyor Bu bir kadın olarak onur verici bir duygu.