18-24 Mart tarihleri arasında kutlanan Yaşlılar Haftası geldi geçti.
Tüm yaşlılarımızı saygıyla sevgiyle kucaklıyoruz, ellerinden öpüyoruz.
Ben o günlerde Yiğit Amcamdan bahsetmek istemiştim, ancak bir türlü fırsatım olmadı. Şimdilerde, size, biraz onu anlatmak istiyorum.
İçimizdeki çocuk hiç ölmez, o çocuk hep oradadır” diyor bir söz…
Çocuğu yitirmemek, hep yaşatmak, birazda bizim hayata bakışımız ve tutumumuzla ilgilidir bence. İçindeki çocuğa sıkı sıkıya bağlı, yaşam enerjisiyle dolu, güzel yürekli Yiğit Özyiğit Amca’ yık her gün bir önceki günden daha çok anımsıyor ve özlüyorum.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın babasıydı Yiğit Amca, maalesef kendisini Temmuz 2020 de kaybettik, 84 yaşında. Çok ağladım arkasından, çok üzüldüm.
Yiğit Özyiğit, (1936 doğumlu) kendi tabiriyle ” Kamyoncu” Midilli adasından, Ayvalık’a göç etmiş bir ailenin çocuğu. İstanbul’da Galatasaray Lisesinde okurken, nedense notları biraz düşünce, okulu bırakmaya karar verir, ancak annesinin ısrarıyla Gazetecilik Okuluna gider ve diplomasını oradan alır. Kısa süren gazetecilik macerasından sonra Ayvalık’a dönüp, istediği mesleği yapmaya karar verir. Aklı fikri arabalarda, kamyonlarda olan bu genç delikanlı nakliye işine girer. Bu arada uzaktan akrabası olan İnci Hanım gönlüne düşmüştür. Evlenirler. Bir ömür boyu, iyi günde kötü günde, beraber olmaya yemin ederler. Öyle de olur. 50 yılı aşkın bir evlilikten sonra, hala böyle aşkla bakabilmek mümkün mü? Evet mümkün… Bir kez olsun eşine karşı sesini yükseltmemek, anlayış ve sevgiyle yoğrulmuş bir ailenin babası olmak, hayatın getirdiği tüm zorluklara söylenmeden, şikâyet etmeden katlanabilmek, oğluna ve kızına her konuda hoşgörü ve sevecenlikle yaklaşıp arkadaş gibi olabilmek. Torunlarıyla şakalaşmak, sohbetler edebilmek, anlaşmak, onlarla arasındaki kuşak farkını kapatabilmek. Söz konusu Yiğit Amca ise mümkün.
Evlendiklerinde Ayvalık’ta yaşayan İnci Teyze ve Yiğit Amcaların evi hep şenlikli, arkadaşlarla çaylar, sohbetler, eğlenceler, yılbaşı geceleri, keyif kıyamet… Uzaktan akraba olan bu çift, çok iyi anlaşıyor. Yiğit Amca gençliğinde de yaşlılığında da insan canlısı, herkese iyi davranıyor, seviyor seviliyor… Arkadaşlarına takılmadan edemiyor, ama şakalarını o kadar tatlı o kadar içten yapıyor ki, kimse ona kızamıyor.
Ben, onu tanıdığımda diyaliz hastası olmuştu. Ancak hayatla kurduğu bağ o kadar güçlüydü ki, bu sorunu çevresine yansıtmıyor, kendi deyimiyle “tabancasını “yani cep telefonunu yastığının altına koyup sabah erkenden gideceği diyalize geç kalmamak için belli bir saatte yatıyordu. Bu arada çok sevdiği Mustafa Keser’in TV programlarını izlemeyi şarkılara eşlik etmeyi alışkanlık haline getirmişti.
İzmir ve Ayvalık’taki diyaliz hemşirelerini karşılaştırıyor, hangilerinin daha güzel olduğu konusunda yorumlar yapıyordu. Diyaliz merkezinde ikram edilen tostla mutlu olabiliyordu.
Ayvalık, Çamlık mevkiindeki evine gittiğimizde bizi hep gülen gözleriyle karşılar, daha sık gelmemizi tembih ederdi. Onunla yaptığımız uzun sohbetlere doyamazdım.
Bana babasının Midilli’deki çocukluk ve gençlik yıllarını anlatırdı. Babasının, evinin alt penceresinden Rum çocuklarla yaptığı karpuz savaşlarından sanki kendisi de orda bulunmuş gibi söz ederdi. Çiftlik evinin kahyasının kızına düşkünlüğünü bilen Yiğit Amcanın babası, aynı ondaki muziplik ruhuyla, evin kedisinin ayaklarına, kırdığı cevizleri mumla yapıştırır, ahşap zeminde dolaşan kedinin sesiyle uyanan kâhya, kızını birilerinin kaçırmaya geldiğini sanarak dehşet içinde kediyi kovalarmış… Yiğit Amca bu hikayeleriyle bizi hep güldürürdü. Kendisine özgü söyleyişleri vardı. Örneğin, her statü ve meslekten insanlarla çok vakit geçirmesi nedeniyle, etrafındakileri iyi tanıdığını belirtmek için ” Kantar benim belimde” derdi. Yıllarca Kamyon kullanmaktan gelen alışkanlıkla varış noktasını ” menzil” olarak tanımlar, yolu uzatmayı hiç sevmezdi.
Hele uzatılan yol görmeye değer bir yere varmamışsa oraya” Tilkinin bakır sıçtığı yer” gibi bir tabir kullanırdı.
Çocuklarla da arası çok iyiydi.
Pazar günleri, ertesi gün okula gitme stresi yaşayanlarla empati yapar, şakadan” Enayi misin, ben olsam yarın okula gitmem! derdi.” Hayvan terli”, ” Maymun çomağı yedi”, ” Allah sabır versin top çeken katıra”, ” Şöyle böyle devlet memuru” hep onun lafları…
Son zamanlarda yürümekte zorlansa da yaz aylarında, Ayvalık’ta evlerinin yakınındaki kır kahvesinde arkadaşlarıyla buluşma saatini kaçırmaz, blum oyunundan, her akşam eve galibiyetle, mutluluk içinde döner, ” yine nah tokat” derdi…
Esprili, şen şakrak kişiliğinin yanı sıra çok gerçekçiydi. ” Yaşlılar pis olur” deyip kendisiyle de dalga geçerdi. Evinin balkonundaki harika manzaradan söz ettiğimizde ” bak bak aynı manzara derdi”.
Bir zaman onun ne demek istediğini anlamadım. Fakat onu tanıdıkça, insan sevgisini, sosyalleşmeye olan düşkünlüğünü gördükçe ne söylemek istediğini anlamakla kalmadım, ona yürekten katıldım. Yiğit Amcaya göre insana yalnız başına seyredebileceği güzel bir manzara değil, konuşabileceği, sohbet edebileceği dostlar gerekiyordu.
Son zamanlarında, onu ziyaret ettiğimde epey sessizleştiğini, çektiği sıkıntılar nedeniyle bitap düştüğünü, suskun ve neşesinin kaçmış olduğunu gördüm.
Onu, öylece, kolu kanadı kırık bir kuş gibi bulmak beni çok sarstı. İnci Teyze ve tüm aile üstüne titriyordu, çok iyi bakılıyordu. Ama zamanın tükendiğini sanırım çok iyi hissediyor, fakat etrafındakileri üzmemek için bundan söz etmiyordu. Benimle vedalaşırken sanki göz göze gelmemeye çalıştı. Sadece,” yine gel, bekleriz “dedi.
Telefonum her çaldığında kötü bir haber almaktan korkuyordum. Çok küçük yaşta kaybettiğim dedemi, tekrar bulduğum, Yiğit Amca’ya ne kadar bağlandığımı, onu ne kadar çok sevdiğimi o zaman anladım. Hala, onun ismi geçtiğinde gözlerim doluyor, hayatıma giren bu şeker mi şeker insanı anmadan günüm geçmiyor…
Yiğit Amca, ihtiyarlamadan, yaş aldı; arkasında, güzel anılar ve sevgi bırakıp, ışıklar içinde bizden ayrıldı. Biliyorum, oralardan bir yerden bize bakıp, muzip muzip gülümsüyor.