Her yıl 8 Mart’ta dünyanın birçok ülkesinde Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanıyor. Bazı ülkeler bugünü tatil ilan etmişler. Dünya Kadınlar Günü, kadınların topluma katkılarını kutlamayı ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak için farkındalık yaratmayı amaçlayan, Birleşmiş Milletler onaylı küresel bayram. 8 Mart 1946 da İkinci Dünya Savaşının ardından İtalya’da feministler Mimoza çiçeğini Kadınlar Günü’nün simgesi olarak seçtiler.
Her yıl 8 Mart’ta büyük büyük laflar ediliyor ama hiçbir şey değişmiyor. Kutluyoruz da ne oluyor? Bayram mı? Kime bayram? Zaten toplumumuzda bir türlü çözülemeyen ” kadın” ve ” kadına dair” tüm sorunlar bu yıl pandemi nedeniyle inanılmaz boyutlara ulaştı.
Bu konudaki başlıklara şöyle bir bakarsak acı tablo maalesef ortaya çıkıyor.
- Pandemi Kadınları Tüketti:
TÜSİAD, TÜRKONFED ve Birleşmiş Milletler iş birliği ile hazırlanan araştırma
Covid 19’un kadınları çok daha fazla etkilediğini ortaya koydu.
- Kadınlar artan iş yükünden şikayetçi (artan ev işleri, uzaktan, evden çalışmanın getirdiği sorunlar)
- Endişe, stres ve tükenmişlik sendromu
- Kadınlara şiddet artıyor. Evde çalışma ve ev işlerinde geçirilen zamanın artmasıyla kadınların ve kız çocukların üzerindeki baskı artıyor, aile içi şiddet ve bu mücadelede yalnız kalan kadın.
- Salgında evle iş arasında sıkışan kadınlar. Geleneksel rollerinin baskısını hisseden kesimin başında kadınlar geliyor. Ev işlerini, çocukların uzaktan eğitimini, yüksek performans bekleyen kariyerlerini aynı zaman diliminde yürütmenin zorluklarını yaşıyor. Eşler veya hayat arkadaşlarının “yardımı” yetersiz ve istenildiği gibi olmadığı durumlarda kadınlar tam bir kaos yaşıyor.
- Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bu süreçte derinleşti. Çocuklarının bakımına günde ortalama erkeklerden 6 saat fazla zaman ayırmak durumunda kalan kadınlarımızdan, profesyonel iş yaşamlarını da erkeklerle eşit kalitede sürdürmeleri bekleniyor. Haftada 80 saat çalışmak zorunda kalan kadınlar, toplantıları çocuklardan uzakta olmak için balkonlarda yapmak zorunda kalıyor…
- İş kaybetme korkusu… Zaten daha düşük ücret ve daha yoğunluklu olarak sosyal güvenceden yoksun kadınların durumu krizde daha da ağırlaşıyor. Perakende sektörü, konaklama, turizm, AVM ler gibi yerlerde çalışan genç kadınlar işlerini kaybediyorlar.
Bu başlıklar böylece devam ediyor. Pandemi etkisindeki tüm Dünya, bir an önce eski normal günlere dönüş umudunu taşırken, kadınlar da bir gün ev ve çocuk bakımı gibi işlerin sadece kendi sorumlulukları sayılmayacağı günleri özlem ve arzuyla beklemekteler.
Sarı mimozalar güneş gibi parlamayı, kışın ortasında yürekleri ısıtmayı istiyorlar. Zarif ve narin, kırılgan ama güçlü yapılarıyla gelecek günlerdeki mücadelelerine hazırlanıyorlar. Tüm kötülükleri yenmekte kararlılar…Yaz günlerine sapsarı güzellikleri getirecekler. Yeter ki çoktan hak ettikleri sevgi, saygı ve adaleti bulsunlar.
Yeter ki erkeklerin dünyasında verdikleri yaşam savaşında eşit şartlara sahip olabilsinler. Yeter ki emeklerinin, çabalarının, meyvelerini toplayabilsinler. Yeter ki anlaşılıp değer verilsinler. Yeter ki hor görülmesinler…
Yeter ki diplomalarını tozlu raflara kaldırıp hayatlarındaki hedeflerini gerçekleştirmek için bir erkeğin iki dudağının arasında sıkışıp kalmasınlar. Sahip oldukları değerleri, deneyimleri işe yaramaz, kullanılmaz hale gelmesin. Şiddet görmesinler. İstemedikleri evliliklere katlanmasınlar. Çocuk gelinler olmasınlar. Baba dayağı, ağabey dayağı, koca dayağı yemesinler.
Fiziksel ve duygusal şiddet görmesinler. Patronlarının tacizlerine maruz kalmasınlar. Törelerle yargılanmasınlar. Cinayetlere kurban edilmesinler. Erkek egemen bir toplumda bedeni ile ilgili kararları, sadece kendileri, alabilsinler; meta olmasınlar, meydanlarda susturulmasınlar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ” Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın” sözü ilkemiz olur ve içselleştirilirse özlenen günlere yaklaşma hedefimiz gerçekleşme yolunu bulur, diye düşünüyorum.
Günümüzün, her gün, günümüz olması, en büyük dileğimdir…