Oldum olası laleleri severim. Beni onlara çeken bir güç var, nedendir bilmem. Minikleri, beyazdan başlar, pembeden geçer, arada eflatunu, moru vardır, kırmızısı da bordoya varır… Lalelerin gökkuşağı, toprakları ile cam kâselerde yerini alır. Sıcakta bayılır, soğuk suyu sever canlanır. Neşelidirler, kırlarda açan gelincikleri anımsatırlar bana…Ama onlar özenle yetiştirilirler, Lalezar’larda, ‘Has Bahçeler’ de arz-ı endam ederler.
Günümüzde laleler, çiçekçilerin vitrinlerinde, sokağınızın köşesindeki tezgâhlarda, tüm büyüleriyle yer alırlar. Kışlarımıza renk getirirler. Onlar çok özeldir. Tazeyken dimdik dururlar, parlaklıkları ile gözünüzü alırlar; asil, zarif ve mağrur görüntüleri arkasında sakladıkları kırılganlık; çok uzun süre yaşamamalarına karşın taşıdıkları o pozitif enerji. Bir çiçek gururlu olabilir mi?
Olur tabi ki.
Beyaz laleler, diğer birçok çiçek gibi saflık ve temizlik simgesidir. Pembelerse sadakat ve şefkattir. Gel gelelim kırmızılara. Onların da bir hikayesi var. Hikâyesi olan her şey daha anlamlı, daha güzel ve daha çekicidir bence.
Kırmızı Lale’nin öyküsü Ferhat ile Şirin’ e kadar uzanır. Şirin’in aşkından, kendini çöllere vuran Ferhat, aşkı uğruna gözyaşları akıtmaktadır. Her döktüğü gözyaşı damlası çöle düştüğünde kırmızı Lale’ye dönüşür. Çölde kırmızı laleler…
Ne romantik ne hoş…
Aşk mı?
Ta kendisi.
Anavatanı Pamir, Hindikuş ve Tanrı dağları olan Lale’yi, Türkler göçleri esnasında Anadolu ‘ya getirmişlerdir. 1500’lü yıllarda Avrupa’ ya, Anadolu’dan yayılan lalelere, daha sonraki dönemlerde Hollanda ev sahipliği yapmıştır… Lale’nin ‘Tulipa’ olan botanik adı, Türkçe, tülbent (türban) sözcüğünden gelir. Osmanlı’da devlet erkânının başına taktığı tülbendin ucundaki süslemeler laleye benzetilir.
İşte bu endamlı çiçek gelmiş, Osmanlı Döneminde saray bahçelerinde yerini almış. Bahçelerin, en göze çarpan, en önemli alanlarına, kurum kurum kurulmuş. Lale motifleri, mimari yapıları taçlandırmış; hepimizin bildiği “Lale Devri” ne adını vermiş, o dönemin şiirlerine, aşklarına konu olmuştur.
Lale mi?
Bence çiçekten de ötedir.
Renk şölenleri, şiirler, aşklar, motifler, çiniler, desenler, resimler, ebrular… Hep lale, her yerde lale… Divan edebiyatında, kimi zaman ” Allah’ın Kuşatıcılığı” anlamında kullanılır. Gerçek laleler, 6 taç yapraktan oluşur. Kimilerine göre bu yapraklar 6 yönü simgeler.
Bu dönemin şairleri, sevgiliye “lale yanaklı” derler. Genç kızın utanarak yanaklarının al al olmasıdır aslında söz konusu. Şair aşkını itiraf ettiği kızın mutlu olduğunu anlatmaktadır…
Sarı olanı, benim en sevdiğim Lale. Sarı Laleler, hani Mazhar Alanson, sevgilisine alır çiçek pasajından. Mazhar Alanson, kendisi anlatır hikâyeyi. Biricik Suden için yazmıştır bu güzel şarkıyı. “Amsterdam’da bir tartışma yaşamışlar. Güneş daha doğmamış. Biricik uyurken, o, oranın meşhur çiçek pazarında, bir kafede oturup bir hanımla sohbet eder. Aklına sevgilisi gelir, geri dönmeye karar verir.
Gördüğü ilk çiçekçiden sarı laleler alır…
Sarılıp sevgiyle bakışırlar…
Barışırlar.
Sarı laleler, bir yandan umutsuz aşkın ifadesidir, bir yandan ihanet ve kıskançlığın, sonuçta da sevgi ve hoşgörünün sembolüdürler… Viktorya Döneminde ‘gülüşünde güneş ışığı var ‘ demenin en kısa yoludur, o kişiye lale vermek.
“Sen olmasan buralara gelemezdim ben, sevemezdim bu şehri anlamazdım dilinden, nasıl bir sevdaysa bu karşı koyamam, dayanamam kıskanırım seni paylaşamam…”
Günümüzde, her şeyin ve herkesin kısacık sürelerde tüketildiği bu garip zamanlarda, hala, sevgi üstüne sözler söylenmekte… Âşıklar, aşklarını bir çiçeğin renginde gizlemekte belki de. Ara ara radyolarda nostaljik şarkılar çalmakta, duygulandıran, bazen de ağlatan. Birileri birilerine “sen benim şarkılarımsın” demekte… Besteler yazılmakta, çanlar çalmakta… Şiirler kalemlerin ucunda… Aşk, hâlâ yaşamları güzelleştirmekte, anlamlı kılmakta.
Laleler gönül bahçelerinde, belki de tam dibinizde.