Bahçeye giriyorum, basamaklara uzanan beyaz sarmaşık güllerinin baş döndürücü kokuları beni bir an maziye götürüyor. İlk kez tanıştığımız gün aklıma geliyor, gülümsüyorum. Ne kadar genç ne kadar safmışız meğer. Dallara konan minik serçelerin ürkek gözlerinde, senin bakışlarını görüyorum bir an.
Odalara sığamıyorum, camları açıyorum. Gökyüzünde ışıldayan yıldızları izliyorum.
Orda mısın? Benimle misin, uzakta mısın bilmiyorum. Aynadaki yansımalarda, gecenin karanlığına karışan şehrin sarı, turuncu, kırmızı, beyaz ışıkları, maviler de var içlerinde. Işıkların içinde bir gölge… Tepeleri limon ağaçlarının süslediği o güzel mütevazi mahalle. Oraların en sempatik delikanlısı. Tüm kızlar tutkun ona. Ama o farkında değil aklı fikri derslerinde, geleceğinde. Güvenebileceği kimse yok hayatında, arkasını toplamaya çalışan garip, fedakâr anasından başka. Artık yakılmayan eski püskü soba, nem kokan lacivert seccade, kenarı yırtılmış, sigaranın külü duruyor kenarda bir yerde…
Sensiz boş kalan kadife koltuk… Siyah sehpanın üstünde, ağzı bir çay tabağı ile kapatılmış, yarım bardak su, içilememiş öylece kalmış… Seni düşünüyorum, hala şekerli mi içiyorsun çayını merak ediyorum.
Ceviz oymalı ahşap dolapta, tozlu rafların arasında saklanmış, solmuş bir gül resminin süslediği eski kutunun içinde, hiç gönderilmemiş mektuplar… Dillendiremediğin sözcüklerle dolu, gözü yaşlı mektuplar… Bendeyse tek bir mektup, açmaya cesaret edemediğim, nedense bilmediğim. Kutuda fotoğrafımız var. Bir kenara sıkışmış.
Çok genciz, gelecekle ilgili ortak planlarımız var, hiç gerçekleştiremeyeceğimiz. Aynı bahçedeyiz, güller beyaz, ruhlarımız saf… Ders aralarında çay içmek bahanesiyle kantin de herkes. Gülüşmeler, gençliğin verdiği o rahatlık, özgürlük… Alt sınıftan kızlar, sana bakıp kıkırdıyorlar. Oysa bilmiyorlar seni ve beni… Sadece ikimiz biliyoruz. Hiç bu konuyu konuşmuyoruz, ama biliyoruz. Her gün sabah olsa da okula gitsek diye, sabırsızlanıyoruz. Sınavlara beraber çalışıyoruz, benim notlarım daha iyi. Sana bir öğretmen edasıyla ders vermeye kalkışıyorum. Kızıyorsun. Sonra da durumumuza ikimiz de gülüyoruz. Anlaşıyoruz. Nereye gitsek hep yan yanayız ama sadece arkadaşız.
Gülüşünü, sesini hatırlamaya çalışıyorum, nafile, boşuna uğraşıyorum. Şen kahkahalarımız çoktan sessizliklere bırakmış yerlerini, dışarda yağan yağmurun sesi mi bu? Yoksa kalbimdeki durulmamış dalgaların mı? Bilmiyorum.
Işıl Işıl yanan avize, herkes toplanmış, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz, herkes mutlu o gece… İnce kadehler tokuşturuluyor, dilekler söyleniyor… Birileri şarkılar mırıldanmaya başlıyor. Sofranın ortasında laleler, tüm asaletleri ile gecemize eşlik ediyor. Ne renktiler unuttum. Sadece özenle seçip bana gönderdiğini anımsıyorum.
Yine bir gün geçti, yine akşamın yorgun saatleri, birazdan evine dönersin herhalde…
Kapılarda karşılayanın var mıdır? Bir eşin? Çocukların? Mutlu musun? Merak ediyorum.
Dışarda rüzgâr, ağaçların yaprakları hışırdıyor… Bana biri mi sesleniyor? Yoksun, camdaki bir hayalsin sadece, ismin bulutlara karışıp gitmiş…
Uzaklardan bir yerlerden itfaiye arabası geçiyor, sirenler kulağımda çınlıyor… Ormanda yangın çıkmış anlaşılan. En sevdiğin mavi çamlar yanıyor, kor olmuş ağaçlar, otlar… Yetişemiyorum, söndüremiyorum… Yaşanamayanlara oturup ağlıyorum…
Ortak dostlarımıza seni soruyorum, onlar da bilmiyor. Kayıplara karıştı, diyorlar.
Neredesin? Kiminlesin? Yaşlandın mı? Sağlıklı mısın? Merak ediyorum.
En son bir selam gönderdin bana biliyorsun. Sonra telefonda konuştuk havadan sudan. Ne sen sordun bana ne de ben… Yitik bir sevda oldu bizimkisi. Tüm yitik sevdalar gibi unutulmadı. Sadece üstünden geçen yıllara meydan okumaya devam etti.
Ben mi? Ben mi ne yapıyorum? Çok basit çok sade. Bahçeme beyaz sarmaşık gülleri dikiyorum her fırsatta, seni düşünüyorum.