Düş perilerinin uykularımızda gezindiği gecelerde bir melekti uyuyan çocukken, artık yetişkin olan.
Artık büyüdü. Daha doğrusu geçen zaman büyüttü onu, istem dışıydı aslında. Ne rüyalar kaldı kaldı solgun bellekte, ne de gerçekleştirilmesi olası pembe hayaller.
Soğuk ve acı gerçekler birer tokat gibi patladı, birkaç kez tökezledi çocuk. Cezalandığını kavradı en ağır biçimde. Kocaman bir hayal kırıklığı, tasviri mümkün değil, bilen bilir ancak.
Öğrendi, bunun adı büyümekti. Hayatı deneyimlerken, anladı insanların anlaşılmazlıklarını. Olan bitenden habersiz ne kadar safmış meğer! Büyümek neydi aslında, basitti yanıtı. Aslında sadece yok olmaktı…
İçini titreten güzel duygular, hepimizin bildiği ve insan olmaktan kaynaklanan şahane incelikler başka mahlûklarda olmayan, evet onlar tükendi, köreldi tek tek. Sonra bencilleşti. İlk doğduğunda da öyleydi zaten.
Vicdan, merhamet, şefkat yok oldu tek tek, aktı zamanın içine karıştı, belki de derin suların içinde kaldı, kim bilir?
Sadece kendine kaldı. Başkalarına veya başkaları için değil.
Biriken acılar, üzüntüler bıçaklaştı mı ne? Onlar mı kesti ruhunu besleyen damarları tek tek…
O sahte nezaketlerin ardında gizlenen kaba saba egolardı tükenmek bilmeyen. Anlamıştı. Artık saf falan değildi. Bir kez ve de bin kez çevresinde olan biten kavgaya tanık olduktan sonra ne kalmıştı geriye, dünya ya gelirken getirdiği insanlıktan.
Sevgi ile dopdolu yüreği, boşalıyordu adeta bir dipsiz kuyuya. Sert bir kabuk vardı yüreğinin çevresinde, ne zaman bağlamıştı bu kabuğu bu yürek? Koparası vardı fakat erişmiyordu artık oraya… Çok geç kalmıştı.
Yaşadıklarından ne öğrenmişti, anlamsızlıklar silsilesiydi yaşananlar.
Ölmeyi bekliyordu herkes takdir edilen bir yer ve saatte, kimsenin bilmediği. Tanrıydı aslında tek var olan.
Kara bir boşluktu uykusunu dolduran, simsiyah gecelerin yalnızlığında parıldayan Yıldızlara doğru uçup gitmişti Düş perileri çoktan.