Usta tiyatro oyuncusu Özlem Güveli’yi en son Fatima’nın Erkekleri oyununda tüm salonla birlikte büyük bir hayranlıkla ayakta alkışlamıştım. 70’lerin İstanbul’unu ve aile yaşantısını anlatan İncir Ağacı dizisinde ise çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak isteğiyle kimi zaman onları yanlış yönlendiren, kimi zaman sinirli halleriyle dikkat çeken Neriman olarak izledik. Belgin’i gelini olarak görmek istemeyen tavrı da bazı seyircilerin tepkilerini çeken bir unsur oldu.
Sonuçta, Neriman kimi zaman nefret edilen, kimi zaman haklı bulunan bir karakter olarak hafızalarımıza kazındı. Görünen o ki, salgın nedeniyle ara verilen dizi daha uzun süre konuşulacak ve Neriman bizden, bizim içimizden bir karakter olarak gönüllerde yer bulacak.
Böylesine bıçak sırtı bir karaktere hayat veren Özlem Güveli ile yaptığım röportajda başarının asla bir tesadüf olmadığını bir kez daha gördüm. Buzdağının görünmeyen bölümünde role hazırlanmak için yapılan upuzun hazırlıklar, gözlemler, araştırmalar, ruhsal ve fiziksel motivasyon, disiplin, yaptığı işe saygı, koordinasyon yeteneği, fedakarlıklar ve daha birçok şey yatıyor.
Kişisel olarak da tanışmaktan büyük mutluluk duyduğum sanatçıyı yakalamışken, ona eski bir sanat gazetecisi ve daimi sanatsever olarak merak ettiğim birçok şeyi de sormadan edemezdim.
Mümkün olduğu kadar evde kaldığımız şu günlerde bizlere neleri önerir, Koronavirüs Covid 19 salgınından sonra tiyatroya ve tüm sanatsal etkinliklere ne tür düzenlemeler getirilmeli, yeni normal ne olacak, alışkanlıklar nasıl etkilenecek gibi birçok sorumun cevabını vizyonu çok geniş bir sanatçımızdan aldım.
Beni en çok etkileyen uzun yıllardır iç içe olduğum Uzakdoğu felsefelerinden bana geçen An’ı Yaşamak, An’da Kalmanın önemini ve yeni normaldeki temel görevini vurgulamasıydı.
Yetişme çağındaki oğlu onaylamayacağı bir gelin adayı getirse Neriman gibi davranır mıydı? Sorum ise onu en çok etkileyen ve zorlayan sorum oldu.
Röportaj/Aylin Saraçoğlu
İncir Ağacı dizisinde Neriman karakterine nasıl hazırlandınız?
İncir Ağacı dizisinin önemli özelliği 1970’lerde geçen günlük diziler içinde ilk defa dönem dizisi olmasıdır.
Senaryo elime geldiği zaman önce metin çözümlemesi yaptım. Neriman karakterinin, o dönem içinde sosyo-ekonomik yapısı, eğitimi, aile düzeni, dört çocuğunun olması, eşinin konum ve değerleriyle nerede bir oldukları, nerede ayrı düştüklerini, sınıf atlama hevesini, dengeli ve değerlerinden taviz vermeden, yaşadıkları toplumu göz ardı etmeden, nasıl yapmaya çalıştığını gördüm bu çözümlemede. Oyuncu Özlem olarak nelerin altını çizmem gerektiğini ve nasıl oynamam gerektiğini kafamda oluşturdum.
Bir anne olarak Neriman, dünyasını ailesi, kocası ve evlatlarının üstüne kurmuş bir kadın. Onların hep en iyisine layık olduğunu düşünmüş ve evlatlarını kimselere uygun bulamamış.
Neriman yaptığı şeylerde geleneksel aile yapısına örf ve adetlere ters düşmemeye dikkat ederken, insani zaaflarının, başına açtığı dertlerde (yaptığının en doğrusu olduğuna inandığından) kendi doğrusuyla iyi adına verdiği kararların bazen çok kötü sonuçlar getirdiğini, onun da yanlışlar yapabildiğini göstermek istedim.
Ayrıca o dönemde aileler beraber otururlarmış, saygı çizgisi ve paylaşımlar çekemezlikler nelermiş biraz da büyüklerimizden dinledim. Bu günde yaşanan yıl ve imkânlar farklı olsa da gelin-kaynana sorunları aşılmış değil, bu bir gerçek. Neriman karakteri böyle bir çalışmayla ortaya çıktı.
Erkek evlat annesi Özlem, Neriman’ın yerinde olsaydı…
Usta tiyatro oyuncusu Özlem Güveli ile yaptığım röportaj öylesine keyifli aktı ki, bir baktık ki, yazı dizisi halini alıvermiş. 70’lerin İstanbul’unu ve aile yaşantısını anlatan İncir Ağacı dizisinin Neriman’ı Belgin’i gelini olarak görmek istemiyor. Pekiyi bir erkek evlat annesi olan Özlem, aynı durumda kalsa ne yapardı? Benim bir gazeteci olarak çok merak ettiğim bu soru için Özlem Hanım en çok zorlandığı soru olduğunu aktardı.
İncir Ağacı dizisindeki Neriman karakterini seyirciler çok sevdikleri kadar kızıyorlar da, sizce bunun sebebi nedir? Siz hangi taraftasınız?
Ben bir insanın tamamen iyi, tamamen kötü olduğuna asla inanmıyorum. Neriman karakterini oynarken, sürekli kızan, bağıran, agresif bir kadın gibi asla olmaması gerektiğini düşündüm. Bazen kızgın, bazen güler yüzle yaptığı davranışlar olmasına, çocuklarının ve ailesinin iyiliği için olduğuna, inanarak yaptığına, bundan dolayı ortaya çıkan, bazen durum komikleri ve Neriman’ın tatlı şuursuzluklarının ön plana çıkması gerektiğini düşünüp, hayatın içinden bir karakter olmasına önem verdim. Seyircinin bunlar hala var, benim kaynanam da böyle deyip, hem gülüp, hem kızmasını istedim. Ve böyle yorumlayıp oynadım.
Neriman’da bunu gördükleri için seyirciler beni seviyorlar. Gerçek hayatta benim kaynanam da böyle, sizi çok seviyoruz ama Neriman’a kızıyoruz, ama Neriman yine de çok iyi falan diye sohbetlerimiz oluyor, bela olarak görenler de var tabi. Ben de o zaman diyorum ki, ne güzel bunları size hissettirebiliyorsam… Ben rolümü doğru ve iyi oynuyorum demek ki. Neriman gerçek hayatta, seyircilerin içlerinden biri çünkü oynarken ben bunu yakalamaya çalıştım.
Ben hangi taraftayım, doğrunun tarafındayım. O dönemde ve bugün kaynanaların yaptığı yanlışlarla seyirciyi yüzleştirme tarafındayım. Ben Neriman tamamen doğru diye oynamıyorum. Çünkü onun da zaafları var, yanlışları var, ama iyi ama kötü insan yanlarını da, iyilik ve ailesi adına yaptığını seyircilere göstermeye çalışıyorum. Zaten sanatçıların misyonu, objektif olmak, yanlışı, olması gerekeni, tarafsız yorumlayıp, seyirciyle yüzleştirmektir, buna inanıyorum.
Neriman Belgin’i gelini olarak görmek istemiyor. Sizin yetişme çağındaki oğlunuz onaylamayacağınız bir gelin adayı getirse nasıl davranırsınız? Neriman karakterine bu konuyla ilgili öneride bulunsanız neler söylerdiniz?
Varsayımsal konuşmamak lazım doğrusu, her halükarda, aslında karışmamak gerek. Çok aykırı olmadıkça, kendimin ön yargıları nedeniyle değil, oğlumun çok ezildiği bir ilişkide sorun haliyle bu yansıdığı zaman, oğlumu alıp, emin misin, durum böyle görünüyor dışarıdan diye konuşurum. Tabi ki diyorum ya, varsayımsal konuşmamak lazım, diyelim ki, karşındaki insanın iyi olduğu, oğlumun da benim de çok sevdiğim biri de olabilir, ama ailesi çok uyum sağlayamayacağımız biri olursa, bu da sorun olabilir ki günümüzde bunlar yaşanıyor. O dengeyi korumak lazım. Boşuna eskiler dememişler, kendilerine uygun, anlaştıkları ailelerin, insanların, çocuklarını hep evlenmek için istemişler. Çünkü insanlar sadece kendileri evlenmiyorlar, aileyle de evlenmiş oluyorlar. Ama burada klasik eski dönemdeki evin iç içe, aile kurallarından bahsetmiyorum. Ben daha saygı, sevgi içinde bir arada, iki ailenin yemeklerinin yeneceği bir sırada olunduğu, sevgi dolu ortamların olmasından bahsediyorum.
Herkes kendi kafasına uygun biri ile evlatları eşleşsin, ailelerin iyi anlaştığı biriyle olsun ister çocuklarının. Bu sadece bir dilek…
Önemli olan bence, birbirlerine olan saygılarında, sevgilerinde iletişimlerinde problem olmadıkça, benim kendi beğenip, beğenmemem hiç önemli değil. Ya da ön yargılarımın hiç önemi yok. Onların mutlu olup, anlaşmaları, hayatlarına devam etmeleri önemli olandır. Ben sanırım böyle bir kaynana olurdum. Şu an oğlum küçük bilemiyorum. Neriman’a şunu derdim, bu kadar çok çocuklarına karışma, kimseleri beğenmiyorsun ama bir de sen kendine bak, kayınvalide olarak sana böyle yapılsa hoşuna gider mi? Onlar daha genç, bırak birbirlerini tanısınlar derdim.
Günlük dizi yoğunluğunu aşmak…
Özlem Güveli ile yaptığım röportajın bu bölümünde usta oyuncudan günlük dizi yoğunluğunu ruhsal ve fiziksel olarak nasıl aştığını, neler yaptığını öğrendim. Ve bir kez daha gördüm ki, başarı asla tesadüf değil. Bizim koltuklarımıza kurulup, rahatça izlediğimiz yapımların arkasında tam bir profesyonel disiplin yatıyor.
Günlük dizi çekmek hayatı sete taşımak anlamına geliyor mu? Çekimlerin yorgunluğunu atmak ve bir sonraki çekime enerjik girebilmek için neler yapıyorsunuz?
Günlük dizi çekmek haftalık dizi çekmek gibi değil. Haftalık dizide ayda dört bölüm çekilirken, biz ayda 20 bölüm çekiyoruz. 20 stok çekilmiş bölüm mutlaka elde hazır oluyor. Günde bir bölüm çekiyoruz. Bu tabii ki çok efor gerektiren ve yorucu bir tempo.
Kendi adıma şöyle diyebilirim; Özel hayatımı, işlerin çok aksamadan gidebileceği, bir sisteme sokmaya çalışıyorum. Zamanla yarışılan bir tempo var, iki bazen bir gün repomuz var, tatil günü yani, bu yüzden (evin işlerini, alışverişi, yemeği, oğlumun derslerini, oğluma zaman ayırmayı, oynadığım İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunumu, ya da bir yerde vereceğim semineri veya bir sosyal sorumluluk projesini v.b. gibi… ) işler aksamadan nasıl olur adına kendimce, sistem oluşturmaya çalışıyorum.
Ailede olabilecek hastalık ya da elimizde olamayan zorunlu durumlar dışında hayatı sete taşımamaya çalışıyorum. Günlük dizi çektiğimiz için, çok fazla ara vererek çalışma vaktimiz olmuyor. Her gün setteyim, eve geldiğimde duş almak, beni çok dinlendiriyor. Su sanki o günün tüm kötü enerjisini, yorgunluğu alan ve beni dirilten bir güç. Geç saatte dönersem hafif bir meyveli yoğurt yiyorum, sonra ertesi günün uzun uzun ezberlerini yapıyorum, önce sahneleri çıkarıp, renkli kâğıtlarla işaretliyorum, senaryoları önceden okuduğum için, kendi repliklerimi çizip, ezberliyorum.
Yemeklerin guletinsiz ve sağlıklı olmasına, bağışıklık sistemini güçlendirici ama kalorisi düşük olmasına dikkat ediyorum. Sabah mutlaka vitamin ve probiyotik içiyorum, evden yemeğimi hazırlayıp götürüyorum. Set 7.30 hareketse, ben bir saat önce kalkıyorum. Sigara hiç kullanmadığım için zaten bir sıfır öndeyim. Çekimlerde enerjik olmak için tiyatronun ve setin disiplin istediği bilinciyle hareket ediyorum.
Tiyatro mu? Dizi mi?
Özlem Güveli, röportajımın dördüncü bölümünde tiyatro ve dizi oyunculuğunu karşılaştırdı. Tiyatro seyircilerinin artık dizilerde gördükleri oyuncuları daha çok tercih ettiklerini söylediğinde ben bunu şaşırtıcı buldum. Çünkü benim için tam tersi geçerlidir. Yani tiyatroda izlediğim, oyunculuğunu çok beğendiğim sanatçıların oynadığı dizileri merak ederim. Zaman geçiyor, eğilimler farklılaşıyor.
İncir Ağacı dizisi devam edecek mi?
Koronavirüs COVID-19 salgını nedeniyle dizinin çekimlerine ara verildi. Ne zaman başlanması planlanıyor? Dizi daha kaç bölüm devam edecek?
Öncelikle tüm dünyanın ve ülkemizin bir an önce sağlıklı günlere kavuşmamızı diliyorum. Neredeyse iki aydır evlere bizi kapatan bir virüsle karşı karşıyayız. Bence eskiye dönüşümüz yeni bir sistemle olacak. Her sektörde neredeyse hayat durmuş vaziyette. Bir tek yiyecek-gıda alışverişleri devam ediyor. Tabii ki bu dizi ve sanat tiyatro sektörünü de çok etkiledi, şu an tüm etkinlikler sanatsal faaliyetler durdurulmuş vaziyette, zaten böyle olması gerekiyordu. Önce sağlığımız önemli çünkü bu virüs için evde kalmamız gerekiyordu, evdeyiz.
Bizim dizimizin de bayram sonrası başlayacağını düşünüyorlar. Yapımcılarımız ve kurum toplantı halindeler.121. bölüme kadar yayınlandı dizimiz, biz 130 bölüme kadar çekmiştik, elimizde 10 bölüm stok dizimiz var, 160 bölümde sezon finali verecektik sanıyorum bayram sonrası bu 160 bölümü tamamlayıp sezon finali yapacağız.
Tiyatro mu? Dizi mi?
İkisi de diyeceğim. Çünkü ikisinin de oynama keyfi çok farklı ve güzel. Uzun bir süre sette olup, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda da 2019 Kasım ayında 44. İsmet Küntay tiyatro Özel ödülünü aldığım Fatima‘nın Erkekleri oyununu oynamaya başladığım zaman, tiyatroyu ne kadar özlediğimi ve tadının ne kadar setten farklı olduğunu hissediyorum. Canlı, seyirciyle birebir, alkışlarla, başka bir heyecan… Bir hafta veya iki hafta oyun oynama sürecinde de seti özlediğimi fark ediyorum.
Teknolojinin geliştiği bu dönemde maalesef seyircinin algısı da değişmeye başladı. Ekranlarda gördükleri kişilerin oyunlarını gidip izlemek istiyorlar. Tiyatro yönetmenleri bile artık daha popüler insanlarla tiyatro yapmak istiyorlar, ekranlarda tanınan tiyatro sanatçılarıyla, özellikle özel tiyatrolarda… Bence bu çok üzücü bir durum tiyatro adına…
Genç oyunculara neler önerirsiniz?
Genç meslektaşlarıma öncelikle, sabırlı olmalarını öneriyorum. Maalesef hocalık yanımla gözlediğim bir şey; hemen başrol almak, hemen olmak istiyorlar. Hatta kendilerinin olduklarını sanıyorlar. Öğrenmek, okumak, bu işin eğitimini alıp, mutfağını, zorluğunu çekmeye hiç tahammülleri yok. Bir tek okul bitirmekle de bu iş olmuyor. Rahmetli Müşfik Kenter hocamız tiyatronun ilk 40 yılı çok zor sonra her şey daha kolaylaşır derdi. Bu bizim kulağımıza küpe oldu. Oysa şimdi ki gençlerin çok çabuk havaya girdiklerini görüyorum. Bu meslekte “OLDUM “dediğin zaman bitersin her daim öğrenmek bizim işimiz.
Ve tabii birbirimize saygı, insana saygı, işini yapana saygı çok önemli… Hiç kimse, kimseden daha üstün değil, oradaki kostüm hazırlayan da, sette çalışanlara da herkese saygı içinde olmamız gerekmekte. Gençlerimizde biraz bunlar eksik maalesef. Bu yeni giren tiyatrodaki genç meslektaşlarımız ya da setteki genç arkadaşlarımızda gördüğüm davranış biçimi. Oysa sanatçı olmak için Önce İnsan olmak gerektiğini rahmetli Müşfik Kenter bizim beynimize kazımıştı.
Kısaca gençlere tavsiyem oldum demeden, sürekli öğrenmeye çalışmaları, okumaları, dünyada sanatın her dalını takip etmeleri ve saygılı olmalarıdır. Büyüye, küçüğe herkese çalışan, set arkasına, sahne arkasına, seyirciye herkese.
Pandemi sonrası tiyatronun geleceği
Yazı dizimizin 5. bölümünde Özlem Güveli ile Koronavirüs günlerinde neler yaptığını, tiyatronun bu salgınla birlikte geleceğini, alınması gereken önlemleri, önerilerini konuştuk.
Evde kal sloganıyla mümkün olduğu kadar evlerde hayatlarımızı geçiriyoruz. Sizin bu süreçte günleriniz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?
25 Ağustos’tan beri çok yoğun bir şekilde sette olduğumuz için evde kaldığım süre bana çok iyi geldi. Ertelediğim bir sürü işi yapma fırsatı buldum. Oğluma vakit ayırdım, ,kütüphanemi tekrar arşivliyorum, oyun Cd’lerini düzene koydum, şimdi onları ‘harddiscke yükleyeceğim…
Senaryo okuyorum, metin çözümlemelerine başladım. Ne nasıl eklenirse daha anlamlı olur diye notlarımı alıyorum, yönetmeni aynı zamanda senaristi filmin, konuşup tartışıyoruz. Benim oynayacağım karakter ve geneli hakkında görüntülü sohbet, ya da telefonlarla bu konuşmalar…
Bazı canlı yayınlar yapıyorum özellikle başlarda daha bilgilendirmek, daha evde kalmanın önemi adına yaptım. Canlı panellere, sanat sohbetlerine davet ediliyorum. Kitap okuyorum, bol film ve tiyatro izliyorum, bu dönem için tüm dünya linklerini açtı, özellikle, Schau Bühne ve Berliner Ensemble ‘nin oyunlarını kaçırmıyorum. Festival filmleri izliyorum. Tabi ki tüm Erkeklerin bile mutfağa yemek yapmaya sardıkları bu dönemde, ben de bağışıklık sistemini güçlendirici, belli tarifleri yapıp videolar çekiyorum, bunları Instagram’da yayınlıyorum. Hijyeni atlamıyoruz, ev işleri ve temizliğimi titizlikle kendim yapıyorum. Dip-bucak ciddi ciddi ev temizliği yapıyorum, obsesif eğilimlerim vardı, şimdi arttı. Ben evi seven bir insanım, beni dışarı çıkmamak çok yıpratmadı. Kitaplar senaryo çalışması, filmler, izlediğim tiyatrolar, zaman yetmiyor bile bazen. Vakitsizlikten arayamadığım arkadaşlarımla, aile ve kuzenlerle görüntülü ya da konferans görüşmek çok iyi geliyor. 65 yaş üstü tanıdıklarımın, istek ve ihtiyaçları var mı? Yok mu? Arayıp soruyorum, sanal marketten temin edip adreslerine yolluyorum. Online tiyatro dersleri yapıyorum. Gerçekten gerekmedikçe dışarı çıkmıyorum.
Sizce Koronavirüs günlerinden sonra tiyatrolar nasıl devam edecek? Ne gibi önlemler alınmalı, nasıl düzenlemeler yapılmalı?
Hiçbir şey eski dönemin aynısı olmayacak, yeni halimizle eskiye dönüş olacak. Bu yeni halde mesafeli yaşam biçimi, mesafeli duruşlar, kontrollü duruşlarla olacak. Tiyatroda, sanatta mesafeli yeni bir dönem başlayacak.
Özel tiyatrolar bu dönem devlet tarafından destekli olmak zorunda. Çünkü onların salon kira dertleri var, güvenceleri olmayan iş olunca var. İş olmayınca para kazanamayan bu sanatçı arkadaşlarımız yaşamlarını sürdürebilmek zorundalar. Devlet buna bir çare bulmak zorunda, bu durum için bir imza kampanyası başladı. Bu arada da Şehir tiyatroları ve Devlet Tiyatroları da Yeni sistem için çalışmalar yapmalılar. Devlet Tiyatrosu amacı para kaygısı, ticari kaygı, olmadan, dekor ve kostümlerin gerekirse dönemine uygun yapılarak, yerli yabancı her türlü oyunların sergilenip, halkın kültürüne ve olağan üstü durumlarda moraline destek olmak ve hizmet etmek için kurulan kuruluşlardır. Tüzüğümüzün ilk maddesi budur.
Bu yüzden salonlarımızın mevcut seyirci kapasitesinin yarısına indirilerek, yan tarafta iki koltuk boş bırakıp, ön kısımda, bir sıra tamamen boş bırakıp, yeni oturma şeması belirleyerek faaliyetlerini sürdürmeliler. İnsanların sanattan kopmamaları ve kapalı tiyatro salonlarına güvenle girebilmeleri için bir an önce bu oturma şemasını belirleyip, bunun tanıtımlarını yapmalılar. Seyircilere güvenli olduğu göstererek, gelebileceklerine ikna olmaları için bu şart, bunu sinema salonları da yapmak zorundalar.
Böylece insanlar sanattan, tiyatrodan, operadan, bir senfoni klasik müzik konserlerinden ya da sinemadan tamamen izole olup kopmamış olurlar. Ama bu faaliyetler az kadrolu eserlerle başlanmalı önce, tiyatroda iki kişilik üç beş kişilik oyunlara yer verilmeli. Mini konserler olmalı, mini opera eserleri, amaç insanların sanattan kopmayıp, morallerini yüksek tutmak hayat biraz olsun normalmiş gibi algılanmasını sağlamaktır. Süreç içinde de bir yıl boyunca bu böyle sürerse yavaş yavaş normale dönüş başlayacaktır. En azından bu virüsün aşısının bir yıl içinde bulunacağına inanıyorum. Yeni eskiye dönüş döneminde bence sanatsal faaliyetler böyle idare edilmeli.
Yeni normal ne olacak?
Yazı dizimizin bu 6. ve son bölümünde Özlem Güveli ile koronavirüs günlerinden sonrasını, yeni normali konuştuk. Şimdi yıllarını “insanı, insana, insanca anlatma” sanatına vermiş bir sanatçının uzak görüşlülüğüne kulak verelim.
Koronavirüs geçtikten sonra yeni normal ne olacak, alışkanlıklar nasıl etkilenecek?
Eskisi gibi sıcak temaslar halinde bulunmayacak, sarılıp öpüşmeyecek, çok sık görüşmeyecek, temizlik ve hijyene çok sık dikkat edilecek. Aslında normalde olması gereken ama unutulan bu temizlik ve hijyen konusunun böyle devam etmesi güzel. Online market alış verişleri artacak, gidilmeden bu işin olduğunu gördük sonuçta.
Kendimizi yetiştirmeyi, zamanı kullanmayı öğrenecek ve hobilerimiz için zaman ayırmayı belki de yaratıcılıklarımızı arttırmayı öğreneceğiz. Eğitim biraz sıkıntılı evet online eğitimler, üniversitedeki bilinçli, daha kendini bilen gençlik için, doğru fakat lise ve ortaokul ilkokul için konsantre olabilmeleri, sabah kalkıp disipline olup okula gitme alışkanlığının olması ve bire bir göz teması içinde ders yapması, bence daha doğru.
Çocukların ve gençlerin paylaşarak, birbirlerini yeri gelince koruyarak aralarındaki arkadaşlık bağları ve sosyalleşmeleri için okula gitmeleri şart.
Özel eğitimdeki servis paraları, kıyafetler, yemek paralarının ne kadar gereksiz verildiğini anladık. İler ki 20 yıl içinde uzaktan eğitime yaygın olarak geçileceğine inanıyorum.
Bu virüsle tüm dünya ”sağlığın ne kadar önemli olduğunu “ anladık. İki ay boyunca evlerimize kapandık bunu bize kimse yaptıramazdı normalde.
Bu hastalıkla herkes ne kadar eşit konuma geldi. Telefonlardan kafalarımızı kaldıramadığımız masada yemek yerken bile ailece sohbet edemediğimiz, iletişimimizin kopuk olduğu yaşam biçiminin, ne kadar bizi bazı aile bağlarından, arkadaşlık bağlarından, sıcaklıklardan kopardığını gördük. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu unutmamamız gerektiğini anladık.
Gerçek dostlarımızı atlamamız gerektiğini, haberleşmemiz gerektiğini, işlerin çok da önemli olmadığını, insanlığın, sağlığın daha önemli olduğunu anladık sanırım. Kendi adıma sevdiğim insanları zamansızlıktan ertelemeyip, arayıp görüşmeyi hayatımın birinci planına aldım.
Zaten benim resmi sayfamda başlığımda koyduğum, çok uzun vadeli planlar yapmamayı, egolardan aranıp, an’ı yaşamayı daha da önemseyip, uygulamayı sürdüreceğim. İnsan olmanın ve geride insanlığa artılar bırakmanın önemine, dikkat etmeliyiz yaşama amacı olarak… O zaman toplumca bir yerlere gelebiliriz kanımca.