Tiyatro ve siyaset…
“Devletin düdüğünü çalarız, dedim. Çünkü devletten para alıyoruz. Buradan ekmek yiyorsak başka türlüsü mümkün değil. Türkiye’de hangi iktidar gelirse gelsin, sağcı ya da solcu, bu böyledir çünkü bizde demokrasi geleceği yoktur ve sanatta özgürlük, özerklik dediğimiz kavramlar yerleşmemiştir. Bunlar bizim için ütopyadır. Oyunu kaldırırlar, kaldıramazlarsa başka bir bahane bulup tiyatroyu kapatırlar. AST’ın başına gelmiştir bu zamanında. Tuvaleti pis diye belediye tarafından kapatılmıştır 15 gün AST. Bunları hep yaşadık. O düdüğü çalmak zorundayız.
Devlet sahneden kendisine hakaret edilmesine izin vermez. Eleştirmek başka şey, hakaret etmek başka şey. Biz hep ‘fincancı katırlarını ürkütmeden, zülfüyara dokunmadan’ bir şeyler anlatmaya çalıştık, eğlenceli ile faydalıyı bir arada sunmaya çalıştık.”
“Özgürce sözünü söylemek isteyen özel tiyatrolarda, alternatif sahnelerde söyleyebilir. Ama onlar da devletten para alıp bu işi yapmaya başladıkları zaman iş değişir, sesi kısılmak mecburiyetinde kalır o zaman.”
“Siyasilerin bize yaptığı hakareti de asla kabul etmiyorum. Mecliste ya da başka yerlerde birbirine bardak fırlatan, küfür savuran, tekmeleyenlerin ‘ burayı tiyatroya çevirdin, artizlik, soytarılık yapma,’ sözlerine çok kızıyorum. Biz hiç bir zaman kimseye bardak fırlatmadık, küfür de etmedik. Bilmiyorlar ki soytarılık mühim iştir. Moskova’da soytarılık okuluna diyelim dört bin kişi müracaat ediyor, dört kişi alınıyor. Ayrıca tiyatrocular yoğurduğu çiğ köfteyi iyice olmuş mu diye tiyatronun tavanına atmadı hiç bir zaman. Önüne koyulan dört cümlelik bir yemin metnini dahi doğru telaffuz ederek okuyamayan biri benim mesleğime hakaret edemez.. Ezcümle, mesleğimin küçümsenmesi, mesleğime hakaret edilmesi ağrıma gidiyor çok…”
Şöhret, sabun köpüğü değildir…
“Şöhret sabun köpüğü gibidir. Mesleğin zirvesine emin adımlarla çıkacaksın ki, orada sağlam kalasın; çünkü izleyici bir kartala benzer. Seni alır, en yukarılara taşır ama sonra bir bırakırsa unutulur gidersin.”
“Seyirciyi koklamak, salondaki koltuğun gıcırtısını duymak, başka bir şey. Mesela seyirci oyunu, sessizce, tepki vermeden izlerse ben o oyunu oynanmamış kabul ederim.”
“Oyun yazarı yok yeterince… Çok ciddi bir istihdam sorunu var ayrıca. Yüzlerce genç oyuncu açıkta. Bunca tiyatro okulundan, özel kurslardan çıkmış istihdam bekleyen genç var. Ev kiralarını ödeyemiyor bu çocuklar. Salon yok, kadro yok, para yok, pul yok. Heves kaçıyor zamanla, geriye kalas kalıyor ister istemez. Belki on yıl kadar tiyatro okullarına öğrenci alınmamalı, çünkü ne oluyor, mezuniyet sonrası iş bulamıyor… Bulursa kadrosu çıkmıyor ya da bodrum katlarında, alternatif alanlarda birkaç kişinin karşısında oynamaya çalışıyor. Kadro açılmalı belediye ve devlet tiyatrolarında genç oyuncular için…”
“Evet, çok ödülüm var. Onur ödülleri, başarı ödülleri filan. Muhsin Ertuğrul ve İsmail Dümbüllü adına verilen ödüllere kavuştum. İkisi de benim hocamdı, söylememe gerek yok.”
“Buğulu bir pencere camına ‘sahnede öleyim’ yazardım.”
Zihni Göktay, hayatın renkleri, hayatın gerçekleriyle kucakladı izleyicisini. Kabuklaşmış eskilerin üstünden sıyrılarak söyledi sözünü. Her yaşar kıldığı kimliğe gerçeklik, inandırıcılık kattı. Yüreğinin sesini kaybetmedi. Sahne ışığıyla doğmuştu çünkü. Tepeden tırnağa tiyatrocuydu. Daha ne olsun?”,
Pınar Çekirge – Yavuz Pak, Zihni Göktay Anlatıyor: “İşte Benim Serencamım”, Kaynakça: (*) Dormen, Haldun:” İkinci Perde “, Oğlak Yayınları, İstanbul, 2001, https://tiyatrodergisi.com.tr/zihni-goktay-anlatiyor-iste-benim-serencamim/
Halit Kıvanç
Halit Kıvanç, “Yararlı Bir Sultan” başlığı ile Pertevniyal’den, okulundan bahsetmiş kısaca, özlü. “Pertevniyal Valide Sultan’a yürekten sevgiyle bağlandım” diyor. Yazısını aktardıktan sonra da Pertevniyal Valide Sultan kimdir, onu hatırlayalım isterim. Çok güzel bir makale yazılmış. O dönemi de yansıtıyor tabii.
“Yararlı Bir Sultan”
“Padişahları, sultanları, şehzadeleri tarih dersinde okurduk da… Ne yalan söyleyeyim, çoğunun o zenginlikle topluma bıraktıkları camileri, çeşmeleri, türbeleri, kaleleri yeterli bulmazdım. Sanki başka şeyler de yapamazlar mıydı? Hele hele okur-yazarı az ülkemizin okula olan gereksinmesinin büyüklüğü düşününce… İşte bu bakımdan ilkokulu bitirip de ortaokula gidince… “Pertevniyal Valide Sultan”a yürekten sevgiyle bağlandım. Çünkü onca padişah, onca sultan, onca şehzade, bir yandan savaş yapan, bir yandan da ahiretleri için cami yaptırırlarken, Pertevniyal Valide Sultan, her şeyden önce okumanın değerini düşünmüş ve bir “okul” yaptırmıştı. Birçok Osmanlı büyüğünün yaptırdığı eserler sonra da “okul” olarak kullanılmıştır. Kullanılıyor da. Fakat doğrudan doğruya “okul” olarak yaptırılan bina sayısını ben şahsen çok görmedim. İşte Pertevniyal Sultan’ın yaptırdığı okulda sayısız çocuk okudu, okuyor ve okuyacak da…
Pertevniyal Lisesi, gerçekten örnek bir kültür merkeziydi. Bu arada Alman hocamız Dr. Kristinus’tan öğrendiğimiz Almanca ile, Alman Lisesi’nden, Avusturya Lisesi’nden mezun olanlarla beraber girdiğimiz sınavlarda pekala başarılı olmuştuk. Üniversitede yabancı dil sınavında bu sonucu elde edenlerden biri olduğum için rahatça konuşuyorum.
Şimdi çoklarının dudak büktüğü bir “devlet okulu”ndan öğrendiklerimle üniversitede aksaksız okuyacak, hayatta da Pertevniyal’de öğrendiğim Almanca ile Alman gazetelerine muhabirlik, Alman radyosunda, Alman televizyonunda sunuculuk yapacaktım.”
Pertevniyal Valide Sultan
“Bu makalede II. Mahmud’un eşi ve Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın hayatı, kişiliği, valide sultan olarak göstermiş olduğu performans ve umumun yararına yapmış olduğu hayır eserleri, orijinal kaynaklara istinaden incelenecektir. Tezimizin temelini, 16. yüzyılın son çeyreği ve 17. yüzyılın ilk yarısında biraz dönemin şartlarının da tesiriyle yönetimde etkin olan valide sultanlar gibi, Pertevniyal’in de valide sultanlığının ilk gününden itibaren devlet işlerine müdahaleyi ve oğlunun iktidarını son sınırlarına kadar kullanmayı tercih eder bir görüntü çizdiği, özellikle Mehmed Emin Âli Paşa’nın 1871’deki vefatından sonra kendi yönetim anlayışıyla yaşama biçimini hayata geçirmek üzere daha müsait bir ortam bulduğu ve oğlu üzerindeki büyük nüfuzunu bazen topluma yararlı işler için bazen de siyaseten devlet açısından olumsuz neticeler verebilecek tarzda kullandığı hususları oluşturmaktadır. II. Mahmud’un ikinci ikbali olan Pertevniyal’in 1810 tarihinde doğduğu tahmin ediliyor. Aslının nereden geldiği hususu tartışmalıdır; her ne kadar Kürt1 veya Roman asıllı olduğu iddia edilirse de Çerkes olma ihtimali daha ağırdır.2
9 Şubat 1830 tarihinde Şehzade Abdülaziz Efendi’yi doğurması üzerine Beşinci Kadınefendiliğe yükselir.3 Cariyelikten gelen diğer saray kadınlarının pek çoğu gibi hayatının erken dönemleri ve saraya nasıl intikal ettiği konularında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. 25 Haziran 1861’de Sultan Abdülmecid’in vefatı üzerine Şehzade Abdülaziz’i geleneğe uygun olarak Topkapı Sarayı’nda tahta oturtmak amacıyla Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’ne gelen Sadrazam Kıbrıslı Mehmed Paşa, Serasker Rıza Paşa ve Kaptan-ı Derya Mehmed Ali Paşa’ya, hapse götürdükleri zannıyla oğlunu vermek istemedi; söz konusu ricalin ısrarı üzerine gitmesine rıza gösterdiyse de durumdan emin olmak için arkaları sıra Topkapı Sarayı’na gittiği bilinmektedir.4
Esasında Sultan Abdülmecid’in son dönemlerinde oğlu Murad Efendi’yi Abdülaziz’in yerine veliaht yapma çabaları, 1859 yılında ortaya çıkartılan Kuleli Olayı’nın da etkisiyle Şehzade Abdülaziz’i daha sıkı bir gözetim altında tutma siyaseti ve de en önemlisi Sultan Abdülmecid’in ölümü üzerine tahta çıkacak yeni padişahın cülûs ve biat töreni için gönderilen davetiyelerde cülûs edecek padişahın isim yerinin boş bırakılmış olması, Pertevniyal’in endişelerinin hiç de yersiz olmadığını gösteriyor. Öte yandan veraset değişikliği söylentilerinden endişelenen ve bir suikaste kurban gitmekten korkan Abdülaziz’in annesinin hazırladığı yiyecek ve içeceklerin dışındakileri yiyip içmediği ve mümkün mertebe dışarıya çıkmadığı rivayetleri kamuoyunda ciddi bir biçimde gündem oluşturur. Bu durum, Murad ile Abdülaziz arasında bir seçim yapmak hususunda devlet adamlarının kafalarının da hayli karışık olduğunu ve aralarında ciddi görüş ayrılıklarının bulunduğunu ortaya koyuyor. Özellikle dönemin güçlü figürlerinden birisi olan Serasker Rıza Paşa’nın Murad taraftarı olduğu biliniyor.5
Neticede oğlunun tahta geçtiğini görerek rahat bir nefes alan Pertevniyal, bu taht değişikliğiyle birlikte 5.000 lira maaşla “valide sultan” veya daha yaygın bir isimlendirmeyle “mehd-i ulyâ-yı saltanat” unvanına sahip olur. Bilindiği gibi, padişahlar tahta geçtikten sonra güven duydukları dürüst devlet adamlarından birisini annelerine kethüda olarak tayin ederlerdi. Valide sultan gibi hem padişah hareminin bütün sorumluluğu üzerinde olan hem yeri geldikçe padişahın gücünü ve iktidarını kullanan güçlü bir figürün dışarıyla olan bütün irtibatı ve satın almaların neredeyse tamamı kethüda vasıtasıyla yapıldığı için bu göreve atanacak kişinin son derece güvenilir olması gerekirdi. Sultan Abdülaziz, bu geleneğe uygun olarak müsteşarlık görevi üzerinde kalmak kaydıyla Tersane Müsteşarı Giritli Mazlum Bey’i valide kethüdası olarak belirler.6
Aradan bir sene bile geçmeden kethüdalıkla birlikte Hazine-i Hassa nazırlığına ve ardından da paşalığa terfi ettirilmesinde muhtemelen yeni görevinin, yani valide sultana yakın olmasının katkısı büyük olur. Kısa bir süre sonra yerine uzun yıllar bu görevi yürütecek olan Fatma Sultan’ın kethüdası Tahirpaşazade Hüseyin Hasib Bey getirilir.7
Valide sultan, görevini aksatmaksızın sürdürdüğü halde 1869 senesi başlarından itibaren sağlığı giderek bozulan Hüseyin Bey’den vazgeçmek yerine üzerindeki sorumlulukların bir kısmını sarrafı Mısırlıoğlu Bogos’un üstlenmesine karar verir;8 ancak Pertevniyal’in bu tasarrufundan dolayı hayli kırılıp üzüldüğü anlaşılan Hüseyin Bey, hasta yatağında bile görevini eksiksiz yerine getirmeye çalıştığını ve iş yükünün Bogos Bey’e aktarılmasına gerek olmadığını belirtirse de9 bir süre sonra vefat etmesi üzerine yerine Ferid Bey getirilir.10 Zamanla paşalığa kadar yükselen Ferid Bey’in yaklaşık beş sene sonra ölümüyle bu göreve 9 Mart 1875 tarihinde Şûra-yı Devlet üyeliğiyle birlikte Hâlet Paşa atanır.11 Yine kethüdalık gibi gayet emin kişilere teslim edilmesi gereken bir görev de valide sarraflığıydı; zira, sarrafı, kethüdayla işbirliği içerisinde valide sultan adına bütün satın alımlarla harcamaları gerçekleştirir; kethüdanın getirdiği nakitlerin kayıtlarını tutar; mukataa, çiftlik ve kira gibi gelir kalemlerinin sözleşmelerini yapar; belli bir faiz karşılığında valide sultanın nakit ihtiyacını karşılar; özetle para ve harcamalarla ilgili her türlü işini görürdü. Bu önemli görev, sırasıyla Mısırlıoğlu Bedros (1861),12 onun vefatı üzerine Meskûkât Müdürü Düzoğlu Mihran (1 Kasım 1862),13 Mısırlıoğlu Bedros’un kardeşi Mısırlıoğlu Bogos,14 tekrar Düzoğlu Mihran;15 yeniden Mısırlıoğlu Bogos16 ve Bogos Bey’in vefatı üzerine de oğlu Onnik Bey tarafından üstlenilir.17
Hayatı ve yaptıkları genel bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda Pertevniyal Valide Sultan’ın karakterinin üç baskın yönünün ön plana çıktığı görülür: devlet işlerine müdahale, müsriflik ve hayırseverlik. Bu makalede tarihî verilerin ışığında söz konusu karakter özellikleri merkeze alınarak valide sultanın bir portresinin çıkarılmasına gayret edilecektir. Müdahil: Oğlunu yönlendirmeyi, iktidarını kullanmayı ve devlet işlerine müdahale etmeyi seven bir karakteri olduğu anlaşılan Pertevniyal, bu özelliğinin ilk işaretlerini oğlu daha tahta geçer geçmez vermeye başlar. Nitekim devlet işlerine müdahaleleri, daha sonra Sultan Abdülaziz’in mabeyn başkâtibi olan Âtıf Bey’in hatıralarına, “hususiyle Mazlum Paşa’nın ‘mehd-i ulyâ-yı saltanat efendimiz şöyle böyle ferman buyurdular’ yolunda Bâbıâli’ye tezkirelerinin ardı arası kesilmemesi” şeklinde veciz ve hiçbir biçimde tevil kabul etmez ifadelerle yansır.18
Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa’nın 2 Ocak 1863’te istifa etmesinin ardından Sultan Abdülaziz’in sadarete getirmek istediği Yusuf Kâmil Paşa’nın görev almaktan kaçınması üzerine, kethüdası Hüseyin Hasib Bey’i birkaç kere konağına göndererek görevi kabul etmesi için ısrarcı olduğu ve Yusuf Kâmil Paşa’ya “oğlumda istidad ve gayret vardır. Yeni cülus etdi, ümurı devlete layikıyle vâkıf değildir. Kendine tevdi ederim. Halleri malûm olan vükelânın ellerine bırakmasun, devlet ve milletin menafiine hizmet edebilecek cihetlere sevketsun” şeklinde telkinlerde bulunduğu iddia edilir.19
İbnülemin’in aktardığı bu ifadeler, Pertevniyal’in o dönemin bürokratlarının en azından bir kısmına güvenmediğini, oğlunu onların muhtemel kötülüklerinden korumaya çalıştığını ve devlet işleri ile bürokrasi konusunda kendine göre bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. Sultan Abdülaziz’in üzerindeki büyük nüfuzundan ve muhtemelen devlet işlerine müdahalelerinin kamuoyu nezdindeki bilinirliğinden dolayı20 kendisine cihandaki bütün insanların anası anlamına gelen “ümmü’l-cihan” da denirdi. Valide sultanlığının ilk dönemlerinde saray haremi mütevazi bir çizgiye çekildiyse de bunun uzun sürmeyip eski ihtişama geri dönüldüğü; hatta, haremdeki cariye sayısının 900’e, yani, o güne kadarki en yüksek seviyeye ulaştığı ve o sırada başlayan Çerkes göçlerinin cariye yönünden haremi beslediği iddia edilir.21 Ayrıca, saray kadınlarının Avrupaî giyim-kuşam, moda ve lüks harcamaları yüzünden israf ve borçlanmalar da artar. Pertevniyal, sadece haremin değil, devlet işlerinin seyrine de müdahale etmekten geri durmazdı.22
Suriye valiliğine atanan Ahmed Cevdet Paşa’nın teşekkür ve veda için gittiği sarayda ayrıca kendisini valide sultana uğramak zorunda hissetmesi ve ona siyasi durum ile ülkenin gidişatı hakkında rapor vermesi, bu etkinin ve müdahalenin boyutlarını gösterir.23 Öte yandan Mütercim Rüşdi Paşa’nın eski damadı olup izinsiz olarak Avrupa’ya giden Hüseyin Vasfi Paşa’nın 22 Şubat 1869’da tutuklanması, Sultan Abdülaziz’e bir suikast düzenleyeceğine dair Pertevniyal’in almış olduğu bir istihbarat üzerine vukubulur.24 Süveyş Kanalı’nın açılışına katılmak amacıyla çıktığı gezi sırasında 13-19 Ekim 1869 tarihleri arasında İstanbul’a da uğrayıp bir hafta kalan Fransa İmparatoriçesi Eugenie, şehre geldiği 13 Ekim Çarşamba günü ikametine tahsis edilen Beylerbeyi Sarayı önünde Sultan Abdülaziz’in vapurda yaptığı karşılama merasiminin ardından bir süre dinlendikten sonra Dolmabahçe Sarayı’na giderek valide sultanı ziyaret eder; ardından selâmlığa geçip şerefine verilen ziyafete katılır. Ertesi sabah Beylerbeyi Sarayı’nda imparatoriçeye iade-i ziyarette bulunarak ağır şaldan yapılmış bir gecelik hediye eden Pertevniyal ile imparatoriçe arasındaki görüşmelerde tercümanlık görevini Şûra-yı Devlet Üyesi Düzoğlu Mihran Bey’in eşi üstlenir; bu arada valide sultanın hem Beylerbeyi Sarayı’na giderken ve hem de dönerken donanma gemilerinden yapılan top atışlarıyla selâmlandığını da ifade etmek gerekir.25 Pertevniyal’in devlet işlerine müdahalesi, ifade edildiği üzere, Sultan Abdülaziz’in saltanatının başından beri süregelen bir vâkıa idi; ancak bu süreç, 1871’de Âli Paşa’nın ölümü ve sadarete Mahmud Nedim Paşa’nın getirilmesi üzerine öncesiyle kıyas kabul etmez derecede hızlanır. Padişah ile annesinin arzu ve isteklerini hem yerine getirecek hem de körükleyecek bir siyaseti benimseyen Mahmud Nedim Paşa’nın, Âli Paşa’nın ekibini ve bürokratları tensikat gerekçesiyle görevlerinden ve dolayısıyla İstanbul’dan uzaklaştırıp merkez ve taşra bürokrasisini âdeta hallaç pamuğu gibi atması, Mahmud Nedim’i himaye eden padişah ile valide sultanı söz konusu ricalin düşmanlık oklarının hedefine oturtur. Öte yandan Mahmud Nedim Paşa’nın oluşturduğu bu kaos ortamında işlerin saray ve özellikle de büyük ölçüde valide sultan aracılığıyla görülüyor olması, ricalin, iltimas ve rüşvetle makam sahibi olmak gibi anormal yollara sapmaları sonucunu doğurur.26 Mahmud Nedim Paşa, 1871’deki ilk sadareti esnasında Köçekoğlu Agop vasıtasıyla Avrupa’dan 10 milyon liralık bir dış borç almış; ancak daha sonra halefi Sadrazam Midhat Paşa’nın yaptırdığı soruşturma neticesinde bu borçlanmadan 100.000 liralık bir kısmın kayıp olduğu ortaya çıkmıştı. Belgeler incelendiğinde bu kadar önemli bir meblağın padişahın iradesiyle değil, Mahmud Nedim’in vermiş olduğu bir senede dayanılarak alındığının anlaşılması ve hükümet tarafından sorgulanıp parayı aldığını kabul eden Mahmud Nedim Paşa’nın valide sultanı devreye sokarak parayı padişaha takdim ettiğini belirtmesi üzerine, Sultan Abdülaziz, Paşa’nın 100.000 liralık zimmetini affeder, ayrıca aleyhindeki durumun biraz yatışması için onu Kastamonu valiliğiyle İstanbul’dan uzaklaştırır. Aradan iki ay bile geçmeden valide sultanın himmetiyle yeniden döndüğü İstanbul’da rahat durmayan Mahmud Nedim Paşa, vükelânın ortak kararıyla bu sefer Trabzon’a sürülürse de valide sultanın sahiplenmesi sayesinde çok kısa bir süre sonra tekrar İstanbul’un yolunu tutar.27
9 Ağustos 1872 tarihinde Gelibolu mutasarrıflığına atanan ve biraz ayak sürümesinden dolayı ancak 26 Eylül’de görevine başlayabilen şair Namık Kemal’in üç ay gibi kısa bir süre devam eden mutasarrıflık görevinden alınmasının, kuduz bulaşmış başıboş köpekleri Gelibolu’nun üst tarafında bulunan Galata Burnu ile karşı kıyıdaki Lapseki’ye göndermesini kendisine yapılmış bir hakaret olarak değerlendiren Cezayir-i Bahr-i Sefid Valisi Kayserili Ahmed Paşa’nın durumu valide sultana aktarması sonucunda olduğu iddia edilir.28 Şüphesiz bu kadar basit bir sebeple izah edilemeyecek olan bu meselenin çok daha karmaşık nedenleri olabilir; ancak kamuoyunda böyle bir valide sultan algısının olduğunu göstermesi açısından da câlib-i dikkat bir örnektir. Yine 1872 Ekiminde 6. Daire-i Belediyye Müdürlüğüne atanan ve Sultan Abdülaziz’e mensubiyeti olan Muhtar Bey’in valide sultanın koruması ve şefaati sayesinde bu göreve getirildiği iddiaları vardır.29 Öte yandan bu dönemde mutad hiyerarşik yükselme ölçütlerinin dışında kuraldışı saiklerle yükselmek ve unvan almak isteyenlerin başta valide sultan olmak üzere mabeyn görevlilerine ciddi miktarda hediye ve paralar dağıtmayı göze almaları gerektiği, bizzat bu hediye ve paralardan hissemend olan dönemin Mâbeyn Başkâtibi Âtıf Bey tarafından ifade edilir.30
Bu sağlıksız ilişkiler, Cevdet Paşa örneği üzerinden ve onun farklı bir bağlamda naklettiği satır aralarından da takip edilebilir. Nitekim bir keresinde Halep’ten getirttiği mensucatı ve bir diğerinde ise torunu Yusuf İzzeddin Efendi’ye hediye etmek üzere bir at aradığını duyduğu zaman kendi ahırından seçtiği güzel bir tayı Pertevniyal’e verdiği, valide sultanın da bu hediyelere karşılık ona bir yüzükle birlikte bir murassa mahfaza gönderdiği görülüyor.31 Cevdet Paşa’nın, 18 gün gibi kısa bir süre görev yaptığı Maraş valiliğinden tekrar İstanbul’a çağrılması vesilesiyle valideye bir teşekkür mektubu göndermesi ve bir süre sonra da padişahın doğum gününü kutlamak için yine ona hitaben bir tebrikname kaleme alması, bu bağlamda anlamlıdır; zira normalde her iki hadisede de muhatabın Pertevniyal olmaması icab eder. Ancak onun gücünü ve oğlu üzerindeki etkinliğini bildiği için işi garantiye almayı tercih eden Paşa’nın girişimlerinin neticesini verdiği ve Evkaf-ı Hümayun Nezareti’ne atandığı görülüyor. Daha sonra sadarete getirilen Şirvanizade Rüşdi Paşa’nın kendisini Evkaf Nezareti’nden Maarif-i Umumiyye Nezareti’ne kaydırması üzerine Cevdet Paşa’nın yaptığı “halbuki ben o fikirde bulunsam anın [Şirvanizade’nin] aleyhinde Valide Sultan vâsıtasıyla yâhud diğer bazı vesâit ile bazı ilkaata yol bulabilirdim” şeklindeki32 ilginç yorumu da, Pertevniyal nezdindeki kredisinin yüksekliğini ve onun devlet işlerine müdahale konusundaki yakın ilgisini açıkça ortaya koyar. Mustafa Fazıl Paşa örneğinde olduğu gibi, bu müdahaleleri bazen yurtdışına kadar da uzanabiliyordu.
Bilindiği gibi, Mısır Valisi İsmail Paşa, Pertevniyal’e ve Sultan Abdülaziz’e verdiği pahalı hediyeler karşılığında padişahın 28 Mayıs 1866 tarihli iradesiyle Mısır’da veraset sistemini değiştirerek kendi çocuklarına intikal ettirmeyi başardı. Hakkı gasbedilen ve bu esnada İsmail Paşa’nın baskısıyla İstanbul’da da gözden düşürülüp Paris’e gitmek zorunda bırakılan Mustafa Fazıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e bir açık mektup yazarak Paris’teki Yeni Osmanlı muhalefetine maddi yardımlarda bulunması üzerine valide sultanın bir mektup gönderdiği Mustafa Fazıl Paşa’dan ülkeye dönmesini istemesi ve döndüğü takdirde İstanbul’da içten bir kabul göreceğini bildirmesi; ayrıca, Paşa’nın da, 1867’de Avrupa seyahatine çıkan Sultan Abdülaziz’i bağlılığını sunmak üzere Fransa’da bekleyeceğine dair valide sultana bir mektup gönderdiğini iddia eden haberlerin Avrupa basınında çıkması, bu bağlamda anlamlıdır.33 Sultan Abdülaziz’in çıkmış olduğu 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyahatleri esnasında refakatinde bulunan ricalin seyahatin gidişatı ve padişahın durumu hakkında merkez bürokrasisinin yanında oğlu için endişelenen Pertevniyal’i de sürekli bilgilendirmek durumunda kalmaları, konumuz açısından önemlidir. Nitekim padişah ile maiyetinin sağ salim İskenderiye limanına ulaştıkları haberi Fuad Paşa tarafından bir telgrafla valide sultanın endişelerinin giderilmesi kaydıyla vakit geçirilmeksizin Bâbıâli’ye iletilir. Keza, Fuad Paşa, Paris seyahati esnasında da padişahın sıhhati hakkında İstanbul’u ve daha doğru bir ifadeyle valide sultanı sürekli bilgilendirmeyi ihmal etmez.34 Valide sultanın devlet işlerine müdahaleleri Sultan Abdülaziz’in iktidarının sonuna kadar artarak devam eder. Nitekim Mahmud Nedim Paşa’nın 26 Ağustos 1875 tarihinde ikinci kez sadarete getirilmesinde, başka bazı etkenlerin yanında Pertevniyal’in de etkili olduğu açıktır.
Bu görevlendirmede, Hersek isyanını kısa sürede çözeceğini dile getirmesinin yanında, Sultan Abdülaziz’in ifadesiyle “bu zât [Mahmud Nedim] ma’zuliyeti âvanında aralık aralık bazı vesatet-i nisâ ile mehd-i ulyâ taraflarına umur-i maliyyeye ve Hirsch Meselesine çare bulacağını şifahen ve tahriren beyan” etmesi, yani Mahmud Nedim Paşa’nın görevde bulunmadığı dönemde kadınlar aracılığıyla Pertevniyal’e ulaşarak mali sorunların ve o sırada devleti uğraştıran Rumeli Demiryolu ve Baron Hirsch meselesinin üstesinden gelebileceğini sözlü ve yazılı olarak iletmesi de etkili olur.35 Mahmud Nedim Paşa, bir başka seferinde yine valide sultana ulaşarak Sultan Abdülaziz’e bir suikast planlandığını belirtmesinin ve Pertevniyal’in de bunu oğluna iletmesinin ardından padişah, başta veliaht Murad Efendi olmak üzere şehzadelerin hemen yazlıklarından saraya dönmelerini ve gündüzleri dışarı çıkmaları durumunda da takip edilmelerini emreder.36 Oğlunun iktidarının son anlarında ülkede bazı şeylerin iyi gitmediğini farkeden Pertevniyal, Mayıs 1876’da Hamdi Paşa’yı Midhat Paşa’ya göndererek özelde İstanbul’da ve genelde de bütün ülkede başgösteren problemlerin çözümü konusundaki görüşlerini bildirmesini rica eder. Midhat Paşa, müslümanlarla gayrimüslimlerin eşitliğine dayanan bir yasal düzenlemenin gereğine işaret ederse de bu girişimden bir sonuç çıkmaz.
Paşa, mayısın sonlarına doğru işlerin daha da kötüye gitmesi üzerine bu sefer Dârüssaade Ağası Cevher Ağa aracılığıyla kendisine başvuran Pertevniyal’e, ülke sorunları ve çözümleriyle ilgili görüşlerini bir muhtıra şeklinde iletir.37
Bu sırada medrese talebelerinin yapmış olduğu gösterilerin devam etmesiyle telâşa kapılıp iktidarı kaybedeceğini anlayan Mahmud Nedim Paşa’nın da öncelikle durumu uzun uzadıya valide sultana arzedip olayların yatışabilmesi için Midhat Paşa’nın İstanbul’dan uzaklaştırılmasını ondan istemesi,38 Pertevniyal’in siyasi olaylara ve siyasete ne derecelerde müdahil olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu özelliği İstanbul halkı ve devlet memurları tarafından da biliniyor olmalı ki devletten yapılmasını istedikleri hususları yazdıkları dilekçelerini, padişahın yanında Pertevniyal’e de sundukları görülüyor. Oysa normalde bunların Cuma Selâmlığı’nda veya yaptığı geziler esnasında padişaha verilmesi öteden beri yapılagelen bir uygulama olmasına rağmen, halkın ve memurların bir bölümünün arzuhallerini valide sultana sunmayı tercih ettikleri anlaşılıyor. Esasında dilekçelerin valide sultana sunulması hususu, sadece Pertevniyal’e mahsus bir keyfiyet olmayıp önceki dönemlerde de buna benzer uygulamalara rastlanır. Nitekim ulemanın bir bölümünün Ekim 1599’da III. Mehmed’in annesi Safiye Valide Sultan’ın arabasının önüne çıkarak para karşılığı iş yaptığını iddia ettikleri Anadolu Kadıaskeri Muhyiddin Efendi’nin görevden alınıp yerine Âhizade Abdülhalim Efendi’nin atanmasını istemeleri ve validenin desteğiyle bu girişimlerinde başarıya ulaşmaları,39 bu tutumun dikkat çekici bir örneğidir. Yine Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Valide Sultan’a da pek çok dilekçenin sunulduğu ve cevap verilmesi için dilekçelerin Bâbıâli’ye ve ilgililere yönlendirildiği bilinmektedir.40 Halkın ve memurların böyle bir yola başvurmaları, muhtemelen onların valide sultanı algılama biçimlerinden ve onu kendilerine daha yakın hissetmelerinden kaynaklanır. “Ümmü’l-cihan” isimlendirmesi bu konuda açıklayıcı olabilir. Padişahın yüksek otoritesine nisbeten daha anaç, yumuşak, kapsayıcı ve sevecen bir otoriteyi temsil eden valide sultanın ihsan, inayet ve merhametinin ve dileklerinin onun katında kabul edilme ihtimalinin daha yüksek olacağı yaklaşımının memur ve halkın bu davranış biçiminde önemli bir rol oynadığı düşünülebilir. Pertevniyal’e verilen dilekçelerde, evi olmadığı için kendisine bir evin veya bedelinin ihsanı, şehit çocuklarına maaş tahsisi, iş veya memuriyet talebi, yakınlarını hapisten kurtarma isteği ve devletten olan alacaklarının tahsili gibi talepler dillendirilir. Gönderilen dilekçeler, adamları tarafından değerlendirilip üzerlerine mütalaaları yazıldıktan sonra valideye sunulur; o da bu notlara uygun olarak çözüm bulunabilmesi için ilgili birimlere havale ederdi.
Sayıları bazen bine ulaşan ve büyük bir çoğunluğu valideden atiyye ve ihsan isteyen fakirlere ait olan dilekçelere doğal olarak her zaman olumlu cevap verilemiyordu.41 Öte yandan verdiği emirlerin peşini bırakmayıp takip ettiği anlaşılan42 valide sultana mensup olmanın ikbal için yeterli olduğunun da43 ifade edilmesi gerekir.
Müsrif: Pertevniyal, esasen tabiat olarak müsrif bir insan olmakla beraber o dönem saray kadınlarının her biri için israf âdeta olağan bir vâkıa idi. Bunun yanında Sadrazam Âli Paşa’nın ölümünden sonra iş başına geçen devlet adamları da, Mahmud Nedim Paşa’nın başlattığı kötü geleneği ve maliye son derece ağır bir vaziyette olduğu halde borçlanarak elde ettikleri paraları iyice israfa alışmış olan padişaha ve annesine aktararak iktidarlarını sürdürmeyi tercih ederler.44 Hazine-i Hassa bu dönemde borca batmış olduğu için valide sultanın, sarrafı Mısırlıoğlu Bogos vasıtasıyla yaptığı harcamaların faturası Maliye Hazinesi’ne yüklenir. Bu hesapsız harcama biçimi, doğal olarak valide sultan adına yaptığı harcamaların üzerine yüksek oranlarda faiz bindiren sarrafının da işine gelir; üstelik devlet adamlarının haberi olmadan ve valide sultanın sarrafına verdiği bir pusulaya istinaden. Nitekim böyle bir pusulaya dayanılarak Mısırlıoğlu’na hazineden sadece faiz olarak bir kalemde 6.383 lira gibi büyük bir meblağ ödendiği görülüyor.45 Bu dönemde maliyenin içinde bulunduğu kötü vaziyetten dolayı memur maaşları uzun süre ödenemediği gibi piyasada da ciddi bir sıkıntı yaşanmaktaydı. Mali buhran her ne kadar valide sultanı da etkilerse de46 o, en kötü ihtimalle sarrafına borçlanarak harcamalarını sürdürmenin bir yolunu bulur. Nitekim hazinenin sıkışık durumundan dolayı ödenemeyen maaşlarının karşılığı olarak sarrafının Pertevniyal’e verdiği paralar, senelik %12 faiz ve %0,5 komisyon gibi fahiş şartlarda bir borç sözleşmesine dönüştürülür.47
Meselâ bir keresinde Paris’ten getirttiği 14 gümüş şamdanın bedelinin 2.587 lira gibi Pertevniyal’in aylık maaşının yaklaşık yarısına ulaşmış olması,48 beğendiği beş parça mücevher için sarrafının 637 lira ödemesi49 veya İstanbul’da ve taşrada Sultan Abdülaziz’e sunulmaya lâyık bulamadığı iki çift beygiri 696 altın liraya Londra’dan sipariş etmesi, yaşanan israfın boyutları hakkında bir fikir verebilir. Sarrafıyla olan mali ilişkilerinin muhasebesine dair kayıtlar incelendiğinde Pertevniyal’in her yıl gelirlerinin üzerinde bir harcama yaptığı görülür.50 Hazine-i Hassa ve Maliye Hazinesi’nin içinde bulunduğu sıkıntıların bile frenleyemediği Pertevniyal, sarrafı vasıtasıyla bulduğu paraları cömertçe harcamayı sürdürür; savurganlığı özellikle Hıdiv ailesine mensup Mısırlı kadınlarla ilişkileri bağlamında ortaya çıkar. Mısırlı kadınların İstanbul’a her geliş ve gidişlerinde taraflar arasında oldukça pahalı hediyeler teati edilir. Nitekim 1865’te Fer’iyye Sarayı’nda misafir edilen Mısır Valisi İsmail Paşa’yla ailesi burada çok zengin ikram ve ziyafetlerle ağırlanmalarının yanında dönüşlerinde padişahla annesinin onlara verdiği hediyelerin tutarının 100.000 liraya ulaşması da,51 sarayın yaptığı ölçüsüz harcamaların fahiş bir örneğidir. Zira tek kalemde yapılan bu masraf bile 60.000 lira tutan valide sultanın yıllık maaşının neredeyse iki katı mesabesindeydi. Diğer bir İstanbul ziyaretinde, artık Hıdiv unvanını almış olan İsmail Paşa’nın annesiyle eşlerine yine çok pahalı mücevherler ve broşlar hediye eden Pertevniyal,52 cülûs yıldönümü şenlikleri için İstanbul’a gelen ve denizin üzerinde ve satın almış olduğu Emirgân’daki Hüsrev Paşa yalısının bahçesinde bir milyon kandil yakıp şehrâyin yaptığı iddia edilen Hıdiv İsmail Paşa’yla maiyetini yine pahalı hediyelerle taltif eder.53 Pertevniyal’in, oğlunun cülûs yıldönümü şenliklerinde kullanılmak üzere 1874’te Almanya’nın Krupp Silâh Fabrikası’ndan 30 top ısmarlaması da bu bağlamda değerlendirilmesi gereken bir husustur.54
Hayırsever: Pertevniyal Valide Sultan’ın karakterinin üçüncü ve hayli baskın bir yönünü de hayırseverlik oluşturur. O, pek çok vakıf kurmuş ve zor durumda kalmış insanlara yardımlarda bulunmuş bir hayırseverdi. Bu husus bir sadaret arzına, “mehd-i ulyâ-yı saltanat devletlü ismetlü sultan-ı aliyyetü’ş-şân efendimiz hazretlerinin daima efkâr-ı mahsüs-nisâr-ı ismetpenâhileri umûr-i hayriyye ve menâfi-i umumiyyeye masruf ve ma’tuf ” olduğu cümleleriyle yansır.55 Ancak bu noktada şunu da belirtmemiz gerekir ki üzerinde büyük bir nüfuza sahip olduğu oğlu Sultan Abdülaziz’e her arzusunu yaptırtma imkânına sahip olduğu için istediği arazi ve emlâki kendi vakıfları adına tahsis ettirebiliyordu. Nitekim yapmayı düşündüğü vakıflarına gelir olmak üzere sur dışında Fasıl Tarlaları denilen arazilerle sur içindeki bazı dükkânların kendisine tahsisini istemesi üzerine 300 lira karşılığında bu arzusu hemen yerine getirilir.56
Ardından sırasıyla Üsküdar Paşalimanı’nda mevcut anbarların arka tarafındaki boş arsa ve bekçi odaları;57 İstanbul Bahçekapı’da Şehremaneti’nin önündeki arsalar;58 Tırhala kazasında, Karlı ve Voyvoda; Yenişehir kazasında, Biçri; Alasonya kazasında, Graçova ve Pınarbaşı; Persepe kazasında, Kirman ve Florina kazasında, Koska çiftlikleri ile Bursa’da namazgâh ipek fabrikası; 59 Galata’da Kule Kapısı civarındaki bazı araziler;60 Kadırga Limanı’nda harbende (katır) ahırları arsası61 ve Galata Köprüsü’nün yakınında eski anbarların olduğu yerler62 vakıflarına gelir olmak üzere değişik tarihlerde Pertevniyal Valide Sultan’a tahsis edilir. Yine Terkos kazasında Balyan Burnu isimli yerde de çiftliği ve birçok hayvanı vardı.63 Sultan Abdülaziz, ayrıca, Medine’de Harem-i Şerif ’in hemen yanıbaşında bulunan Dârüzziyafe denilen yerdeki 14 arsayı bazı vakıf eserler inşa etmesi amacıyla annesine tahsis eder.64 Galata Köprüsü’nün önündeki arsa üzerinde, bir tarafı denize ve diğer tarafı ise yola bakan bir bina inşa ettiren valide sultan, toplam yedi dükkân bulunan ve 3.964 liraya malolan bu binayı65 farklı şahıs ve firmalara kiralayarak vakıflarına gelir sağlar, ayrıca Paşalimanı’ndaki arsalar üzerinde yine aynı amaçla beş Avrupalı tüccarla imzalanan 15 yıllık bir sözleşmeye66 istinaden inşa ettirilen ve buhar gücüyle çalışan 12 taşlı ve beş katlı büyük değirmen 10.399 liraya malolur. Pertevniyal, ayrıca anbarların civarında bulunan cami ve tekke ile önündeki yalıyı da onartmıştı.67 Valide sultana sağlanan ayrıcalıklar bunlarla da sınırlı değildi, mahkemelere intikal etmeyen bazı araziler üzerindeki idarî anlaşmazlıklar ve ihtilâflar da her zaman onun lehinde neticelenirdi.68
Meselâ yukarıda valide sultana tahsis edildiği belirtilen Voyvoda Çiftliği’yle Londra Sefiri Kostaki Musurus Bey’in çiftliği arasında kalan emlâk-i hümayuna ait bir arazi üzerinde iki taraf arasında anlaşmazlık çıkar ve taraflar bu arazinin kendilerine verilip karşı tarafa başka bir yerden bir arazi ayrılmasını talep eder. Pertevniyal’in müdahalesi neticesinde söz konusu arazinin valide sultan çiftliğine ve emlâk-i hümayuna ait o kadar büyüklükteki başka bir arazinin de Kostaki Bey’in çiftliğine ilâve edilerek sorun çözümlenir.69 Ayrıca valide sultanın vakıflarına yönelik olarak istediği vergi ve diğer bazı muafiyetler, benzerlerine emsal olmamak üzere “sûret-i istisnaiyyede” tutulup hemen yerine getirilirdi.70
Mâmafih, Pertevniyal’in hayır işlerine olan merakı oğlunun tahta geçmesiyle başlayan bir süreç olmadığını ifade etmek gerekir. Vakıflarını ve özellikle de para vakıflarını çok önceleri, kadınefendi olduğu dönemde kurmaya başladığı görülüyor. Tespit edebildiğimiz ilk vakfiyesi eşi II. Mahmud dönemine ait olup 14 Şubat 1838 (19 Zilkade 1253) tarihini taşır. Bu vakıf Eyüp Camii’nde mevlid okutulmasına ve halka vaaz verilmesine dairdi.71 Sultan Abdülmecid döneminde de yeni gelirler ilave edip vakıflarını güçlendirmeyi sürdürür. Meselâ 1 Aralık 1852 (18 Safer 1269) tarihinde vakfettiği 15.000 kuruşun senelik %15 faizle işletilerek elde edilecek kârıyla her yıl Fatih Camii’nde mevlid okutulması, hizmet eden görevlilere vakfın gelirlerinden para verilmesi ve Fatih Sultan Mehmed türbesine büyük bir kuburlu çalar saat hediye edilmesi, 29 Ağustos 1854 (5 Zilhicce 1270) tarihinde vakfettiği 23.000 kuruş, çeşitli kitaplar ve Kur’an-ı Kerimler ile vakfını güçlendirmesi ve ardından 26 Aralık 1855 (16 Rebiülâhir 1272) tarihinde 15.000 kuruş daha vakfetmesi, hem vakfını desteklemeye hem de hayır işlerine yeni alanlar açmaya yönelikti.72 Vakfiyesine yaptırdığı bir ek ile Kâbe’de her gün bir cüz Kur’an okunarak her ay bir hatim indirilmesini ve kendisi ile oğlu Abdülaziz’e dualar edilmesini şart koşan Pertevniyal, bu iş için görevlendirdiği Hanefi imamı Acemizâde Şeyh Hasan Efendi’ye bir de matbu Kur’an göndermişti.73
Aşağıda verilecek olan vakıflarının listesinden de anlaşılacağı üzere, Pertevniyal’in hayır işleri doğal olarak valideliği döneminde yoğunlaşır ve hacim olarak da öncesiyle kıyas kabul etmez derecede büyür. İktidarını kaybettikten ve iktidar, güç ve zenginliğin gelip geçici olduğunu acı bir şekilde idrak ettikten sonra da elindeki mal varlığıyla vakıf kurmayı sürdürdüğü, ancak muhtemelen yaşadıklarının da etkisiyle vakıflarının hizmet önceliğinin farklılaştığı görülür. Nitekim 2 Nisan 1877 tarihli vakfiyesi, Mekke’de Harem-i Şerif’te, Kudüs’te Mescid-i Aksa’da ve Filistin’de Habrun kasabasında bulunan Hz. İbrahim’in makamında (Halilü’rrahman), Şam’da Emeviye Camii’yle Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin türbesinde her gün Kur’an okunup İslâm büyükleri, eşi II. Mahmud, oğlu Sultan Abdülaziz ve kendisi için dualar edilmesine dairdi. Bu vakfiyede öncekilerde yer almayan bir vurgu vardır: Kur’an okunması hizmetinin kesinlikle terk edilmemesi.74 Bu yazının esas amacı valide sultanın kurmuş olduğu vakıfların ayrıntılarını ortaya koymak değil vakıf, hayır ve bireysel yardım faaliyetlerinin sınırlarını belirleyip bunların ortaya çıkarılmasını sağlayan esas motivasyonu, yani Pertevniyal’in karakterinin üçüncü yönünü oluşturan hayırseverlik özelliğini incelemek olduğu için burada valide sultanlığından önce başlamış olan vakıf kurma süreciyle bireysel yardım faaliyetlerinin bir muhasebesi yapılmaya çalışılacaktır.