Zeki Alasya – Metin Akpınar’ın tiyatrosu, Devekuşu Kabare’de; Bahriye anneannem, annem, babam, kardeşim ve komşularımız en şık kıyafetlerle, yuvarlak masalara oturup, servis edilen içeceklerini yudumlarken temsillerini seyretmek… Gerçekten tadı damaklarda kalan en güzel tiyatro geceleri anılarındandı ve Haydar Bey’in ruhu şad oluyordu. Anneannem hep eşini anarak seyrederdi. Özellikle de Nurhan Damcıoğlu’nu. Altan Erbulak’ın “Uy Balon Dünya”sı, öncesinde veya sonrasında Beyoğlu’na çıkınca anneannemin vazgeçilmezi; “pudra şekerli su muhallebisi” ile şakalaşmalarımız. Abdullah Efendi ve Lâle İşkembecisi dönüşümleri ile “Canım çekti!” muhabbetleri.
“Tatlı Kaçık” ve “Çılgın Amanda” ile Nisa Serezli… Annem ve anneannem, kendi dönemlerine göre aykırı bir kıyafeti beğendiğimde “Çılgın Amanda” derlerdi hemen gülerek. Tiyatro bir zekâ işi… Nisa Serezli gibi usta oyuncuların hayat hikâyeleri incelendiğinde ne denli bilgili, bilge olduğunu anlamak zor değil. Metin Serezli’nin oyunlarını da pek beğenerek izlerdim. Soyadının da bizim Balkan köklerimizden geldiğini bilerek… Şan Tiyatrosu’nda “Hisseli Hârikalar Kumpanyası”. Perran Kutman, Müjdat Gezen’li gülmelerimiz, Adile Naşit, Şener Şen, Ferhan Şensoy… Saymakla bitmez! Haydar ve Bedri dedem yaşasalardı, hoşlarına giderdi, belki de. Nevzat Hanım da pek severdi gülen insanı.” Rengigül e-kitabımdan
Metin Akpınar
“2 Kasım 1941’de Mustafa ve Nadide Akpınar çiftinin çocuğu olarak İstanbul, Aksaray’da dünyaya gelen Metin Akpınar, Pertevniyal Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Henüz lisedeyken 1957’de Yeşil Sahne’de amatör tiyatro hayatına başlayan sanatçı, 1962’de tiyatro çalışmalarına devam ettiği Milli Türk Talebe Birliği’nde, aynı zamanda “Tiyatro Kolu” ve “Her Yer Tiyatro’dur” kampanyasında yönetici olarak görev yaptı. İleride hayatının ayrılmaz bir parçası olacak olan Zeki Alasya (1943–2015) ile de, burada tanıştı. 1964’te Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” adlı oyunla profesyonel oyunculuğa başlayan sanatçı, 1965’te yine aynı tiyatronun sahnelediği Hababam Sınıfı’nda rol aldı. Zeki Alasya ile birlikte 1966’da Genar Tiyatrosu’nun, ardından 1967’de, ülkemizin ilk kabare tiyatrosu olan Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer aldı. Kurucusu, ortağı ve oyuncusu olduğu Devekuşu Kabare’nin kapandığı tarih olan 1992’ye dek yöneticiliğini üstlendi.
1998’de Devlet Sanatçısı unvanıyla onurlandıran sanatçı; 2008 İsmail Dümbüllü Ödülleri “Yaşam Boyu Onur Ödülü”, 2010 Altın Portakal Film Festivali “Yaşam Boyu Onur Ödülü” ve 2011 Uluslararası İstanbul Film Festivali “Onur Ödülü”ne layık görüldü. Haliç ve Okan üniversiteleri konservatuarlarında “Tiyatroda Kabare Tarihi” dersleri vermekte olan Metin Akpınar; Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı, Tanıtım Kurulu Başkanı ve Danışma Kurulu Üyesi ve aynı zamanda Pertevniyal Eğitim Vakfı Onursal Başkanı’dır.
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Vatan Kurtaran Şaban, Bu Şehr-i İstanbul ki, Generallerin 5 Çayı, Astronot Niyazi, Ha Bu Diyar, Gergedan, Dün Bugün, Haneler, Yalan Dünya, Biz Bize Benzeriz, Reklamlar, İnsanlığın Lüzumu Yok, Beyoğlu Beyoğlu, Yasaklar, Aşk Olsun, Geceler, Deliler ve Şuna Bana Dokunduk gibi oyunlarda oynayan Metin Akpınar’ın rol aldığı sinema filmleri arasında Tatlı Dillim (1972), Köyden İndim Şehre (1974), Salak Milyoner (1974), Beş Milyoncuk Borç Verir Misin (1975), Nerden Çıktı Bu Velet (1975), Hasip ile Nasip (1976), Nereye Bakıyor Bu Adamlar (1976), Petrol Kralları (1978), Davetsiz Misafir (1983), Patron Duymasın (1985), Güle Güle (1999),Propaganda (1999), Abuzer Kadayıf (2000), Rus Gelin (2002), Eğreti Gelin (Misafir Oyuncu, 2004), Döngel Kârhanesi (2005), Kısık Ateşte 15 Dakika (2006), Eve Giden Yol 1914 (2006) ve Amerikalılar Karadeniz’de 2 (2006) adlı filmler sayılabilir. Sanatçının rol aldığı TV projeleri ise şunlardır: Güler misin Ağlar mısın? (1988), Biz Bize Benzeriz (1992), Zeki-Metince (1992), Hastane (1993-1996), Baykuşların Saltanatı (2000), Çat Kapı(2005), Papatyam (2009-2011) ve Aşkın Halleri (Oh Olsun, 2012)” https://tiyatro.iksv.org/tr/onur-odulleri/metin-akpinar
Zihni Göktay
“Dionysos’un Çocukları” röportaj serimizde Zihni Göktay ile konuştuk. ”Lüküs Hayat”, “Kuşlar”, “Kanlı Nigar”, “Cibali Karakolu”, “Hisse-i Şayia”, “Çalıkuşu”, “Sarıpınar 1914”, “Pembe Konağın Gelinleri”, “Dingildek İlişkiler”, “Bu Ölü Kalkacak”, “Yaşama Sevinci” , “Kral’ın Kısrağı”, “Figaro’nun Düğünü”, “Misafir”, “Babanın Gorilleri”, “Gümüş Düdük”, “On İki Öfkeli Adam”, “Merhaba Anneciğim”, “Bizans Düştü”, “Dananın Kuyruğu”, “Satıcının Ölümü”, “Mutemet Ali Rıza Bey’in Yaşanmamış Hayat Hikayesi”, “Devlet Baba”, “Çulsuzlar”, “Üç Kurşunluk Operet”, “Ayak Bacak Fabrikası”, “Yılanların Öcü”, “Ceza Kanunu”, Pertevnihal Lisesi yıllarından “Şair Evlenmesi” ve daha nicelerini…Kısaca, rol aldığı bütün o oyunlardan, Eminönü Halkevi Tiyatro Kolu’ndan, Ankara Meydan Sahnesi yıllarından, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu’dan, hayattan konuştuk. Ve tabii, İstanbul Radyosu’nda ‘Radyo Tiyatro Şubesi’nde görev yaptığı dönemden… “Zaman Mekân Makinesi”den, tuluattan da. Bir aktör olarak, geleneksel tiyatromuza dair hazinelerden hep yararlandı Zihni Göktay. Ortaoyununun epik unsurlarını göz ardı etmedi hiç. Deposu zengin bir tuluatçı oldu her zaman. İsmail Dümbüllü, Muammer Karaca, Nejat Uygur, Gazanfer Özcan‘ın ardından bu dalın en önemli temsilcisi oldu. Tıpkı Ferhan Şensoy gibi.
“Allah vergisidir tuluat. Zeka ürünüdür. Hatırlıyorum, ‘Lüküs Hayat’ı oynuyoruz. Sahnede tek başımayım. Seyircide bir hareketlenme fark ettim. Acaba bir şey mi var diye arkamı döndüm, perdenin kenarında gözleri ışıktan kamaşmış bir kedi durmakta. Rolümü çalan kediye doğru yürüdüm. ‘Birader hoş geldin, safalar getirdin de, yanlış yerdesin burada ‘Lüküs Hayat’ oynanıyor, sen Broadway’e uzan ‘Cats’ orada sahneleniyor’ dedim…”
Babasının dükkanında kuşandığı peştamal…Annesi elbette ve kesinlikle oyuncu olmasına karşıydı. Doktor, mühendis, diş hekimi, biyolog, haydi bilemedin eczacı olmalıydı oğulu ya da dayı mesleği otomobil yedek parçacısı… Aktörlük mü, asla! Hayır, mümkün değil. Babası İbrahim Göktay gençlik yıllarında, Dobruca’da amatör tiyatro oyunculuğu yapmıştı, klasik gitar çalardı, Zihni Göktay’ı elinden tutup çocuk tiyatrosuna götürmüştü. Tiyatroyla böylece, Dârülbedâyi’de tanışmıştı Zihni Göktay. Tevfik İnce komşularıydı. Ve bir gün okul çıkışı babasının terzi dükkanına uğradığında, Tevfik İnce ve İsmail Dümbüllü ile tanıştı. Çok heyecanlanmıştı.
“Gülhane Parkı’ında, Şark Kıraathanesi’nde, bahçe sinemalarında geleneksel oyunlar izlerdim arada. İsmail Dümbüllü’yü tanıyordum. Derhal elini öptüm. Babam ‘Bizim mahdum tiyatroya pek hevesli’ dedi o esnada. Sırtımı sıvazladı İsmail Dümbüllü: ‘İnşallah, Cenab- Hak, benim gördüğüm umurlara eriştirsin seni de’ dedi.”
Aslında o gün, o güzel dilekler eşliğinde peştamal kuşandığının farkında bile değildi Zihni Göktay.
Zaten babasının aldığı Karagöz takımıyla küçük yaşta geleneksel tiyatroya ilk adımını atmış, hatta bir defasında yanan mumun tülbentten yaptığı perdeyi aniden tutuşturmasıyla, evde yangın bile çıkartmıştı Zihni Göktay. Neticede babası, tiyatrocu olma kararına fazla direnmedi, hatta “Yeter ki başarılı ol” diye destek bile verdi ve bu konuda eşini de ikna etmeyi başardı.
“Aç kalıp, sürünmesin…” Ama dedesinin bu sözleri yara içinde çevrilen bıçak oldu Zihni Göktay için :
“Dedem namaza gitmeden babamın dükkanına uğrar, kahvesini içerdi. Beni gördü. Yüzü asıldı. Babama dönüp ‘İbrahim, duydum ki, bu herif saçma sapan işlerle ( tiyatroyu kastediyordu ) uğraşıyormuş. O’na pantolon dikmeyi öğret de, ilerde aç kalıp, sürünmesin’ dedi. Bu laf çok ağrıma gitti.”
Oysa Zihni Göktay kararını vermişti. Tiyatrocu olacaktı. Gün gelecek, neredeyse ismi İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ile özdeşleşecekti. Kendi ifadesiyle, ‘işini, eşini, aşını‘ hep çok sevdi. Tiyatro perisi de, sahneye ihanet etmemiş, izleyicisini veli nimeti kabul etmiş, sanatla vaftiz edilmiş bu safkan aktörü, hep korudu, gözetti. Vasfi Rıza Zobu, Muhsin Ertuğrul, Hamit Akımlı, Mazlum Kiper, Gencay Gürün, Erol Keskin, Aliye Uzunatağan, Şükrü Türen, Nurullah Tuncer, Kenan Işık, Orhan Alkaya, Ayşenil Şanlıoğlu, Erhan Yazıcıoğlu, Hilmi Zafer Şahin, Süha Uygur, Mehmet Ergen, Ayşegül İşsever‘e kadar İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın tüm genel sanat yönetmenleriyle çalıştı. Kim bilir kaç sezon hiç reposuz oynadı. Konservatuar eğitimi almadı Zihni Göktay. Eminönü Halk Evi’nin açtığı kurslara katıldı. Ergin Orbey’in oyunlaştırdığı, Cüneyt Türel ve Levent Dönmez‘in yönettiği, dekorunu ressam Balaban‘ın yaptığı “Yılanların Öcü” ile kader ağlarını örmeye başlamıştı aslında. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt ile beraber Eminönü Halkevi’nde izlediği Zihni Göktay‘ı, Gülriz Sururi & Engin Cezzar Tiyatrosu’nda sergilenecek “Teneke” oyunu için düşünmüştü. Arzuhalci karakteri için biçilmiş kaftandı bu genç oyuncu. Doğruca Gülriz Sururi ile görüşmesi için öneride bulundu. Ama dedik ya, kader örgü işlemine çoktan başlamıştı. Yolda karşılaştığı Erdinç Üstün bir anda, on yıl sürecek bir serüvenin, Ankara’nın ilk özel tiyatrosu Meydan Sahnesi’nin kapısını açtı Zihni Göktay’a. Elhamra Tiyatrosu’na gideceğine, turne için Ses Tiyatrosu’nda bulunan Ankara Meydan Sahnesi topluluğuna doğru yürüdü. Hem dedesinin yüreğine işleyen sözleri, hem tek başına ayakta kalma isteği, hem de evde bir boğazın eksilmesi… Evet, Ankara’ya gitme kararını aldı.
“Teoman Özer’in asker kaçağı olarak götürülmesinin ardından Çetin Köroğlu ‘Eşeğin Gölgesi’nde Şaban rolünü bana verdi. ‘Teksti koltuğunun altına al, git ve çalış’ dedi. İlk başrolümdü.”
Sonrası O’Henry öykülerinden esen bir rüzgar gibiydi…Ankara’da, soğuk, zehir zemheri bir hava. Elinde Haldun Taner‘in yazdığı “Eşeğin Gölgesi” oyununun teksti, rolünü ezberleyecekti Zihni Göktay. Yeterli parası olmadığı için otelde kalamamış, çaresiz Ankara Garı’na sığınmıştı. Ancak gece yarısı garın kapıları kapanınca peronda, hava gazı lambalarının aydınlığında, gün ışıyana kadar üşüyüp titreyerek, hem rolüne çalıştı hem ağladı. Sabah Sıhhiye’de o küçük kahvede, tiyatronun açılmasını bekledi. Rolü bir gecede çıkartmıştı. Güçlü bir ezber yeteneği vardı zaten. “Hafız Zihni“ lakabı boşuna verilmemişti O’na. “Eşeğin Gölgesi”nin galasına gelenler arasında Mevhibe – İsmet İnönü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şinasi Nahid Berker, Orhan Birgit, Rahşan- Bülent Ecevit, Hıncal Uluç gibi isimler de vardı. Bu oyunla bir anda dikkatleri üzerinde toplamayı başardı. İzleyiciden tam not aldı. Bu arada Yalın Tolga, Asuman Korad, Baykal Saran‘ın davetleriyle Ankara Radyosu’nda arkası yarınlarda, radyo tiyatrolarında görev aldı.
“Mediha ve Çetin Köroğlu beni bağırlarına bastılar, onların manevi oğulları oldum, kiramı ödeyemediğimde bana evlerini açtılar. Meydan Sahnesi’nin idari işlerine de bakıyordum, aksesuar sorumlusuydum aynı zamanda. Asla valizli aktör olmadım. Tuncer Kurtiz ve Tuncer Necmioğlu beni daha yüksek maaşla Halk Tiyatrosu’na çağırdılar kabul etmedim… Ahde vefaya saygısızlık edemezdim.”
On yıl sürdü Ankara Meydan Sahnesi yılları… Tiyatro kapanınca İstanbul’a döndü. Kısa bir süre Lütfü Kopan ile sünnet düğünlerinde, gazinolarda show programları yaptı.
“Köşebaşında limon satacak halim yoktu. Derhal Şehir Tiyatrosu’na başvurdum. O zaman Genel Sanat Yönetmeni Vasfi Rıza Zobu idi. Yevmiyeli figüran oyuncu olarak göreve başladım. İlk oyunum ‘Bizans Düştü’ydü. Çok geçmeden belediye seçimleri yapıldı. Ahmet İsvan Belediye Başkanı olunca Muhsin Ertuğrul’a Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni görevini yeniden verdi. Ve Vasfi Bey’i Valikonağı caddesi 127 numaralı eve bırakan makam otomobili, doğruca Dragos’a gidip Muhsin Ertuğrul’u alıp tiyatroya getirdi. Muhsin Bey’in çocukları, yani Ayla-Beklan Algan, Ali Taygun, Başar Sabuncu, Tunç Yalman, Taner Barlas, Zihni Küçümen’de tekrar Şehir Tiyatrosu’na döndüler.”
On beş kişilik kadroya yapılan ek…
“Muhsin Bey, beni ‘Mutemet Ali Rıza Bey’in yaşanmış Hayat Hikayesi’ adlı oyunda izlemiş meğer. Çok beğenmiş. Senelerdir kadro bekleyen on beş kişinin yanına on altıncı olarak ismimi ekledi…”
Ah, şu bürokrasi…Yevmiyesi derhal kesilmiş ama kadrosu gelmediği için maaş ödemesi de yapılamamıştı.
“Zor günlerdi. Neyse ki, Erdoğan Gemicioğlu bana, Bilge Zobu ise Sezai Altekin’e borç vererek bize destek oldular… Bu güzel dostluklar nasıl unutulabilir ki?”
Annesini kaybettiği gün, sahnedeydi Zihni Göktay. Her ne olursa olsun, perde kapanmazdı. Sanatçının kaderiydi bu.
“Annem öldüğü gün ‘Lüküs Hayat’, annemi toprağa verdiğimiz gün de ‘Resimli Osmanlı Tarihi’nde sahneye çıktım. Muhsin Ertuğrul şöyle demişti, ‘O kutunun içinde olmadığı sürece oyuncu görevini bırakmaz.’ O terbiyeden geldik biz… Siyatik oldum oynadım, sesim kısıldı, ilacımı içtim, iğnemi oldum, tuz yaladım yine sahneye çıktım… Gün oldu bir haftada üç ayrı oyunda rol aldım. Yorulmadım. Yakınmadım.”
Tiyatro ekmek parasını verir ama, köfte parasını vermez.
“Frapan, lüks, üst düzey bir hayatım hiç olmadı. On yedi kere ev, bark taşıdım. Hep derim, tiyatro ekmek parasını verir her zaman ama, köfte parası vermez. Ben şan, şöhret için değil köfte temin edebilmek için filmlerde, dizilerde, reklamlarda oynadım, dublaj yaptım. Mecburdum.”
Hiç rol aldığı oyun yasaklanmış mıydı? Ankara Meydan Sahnesi’nde “Eşeğin Gölgesi” oyunu sansürün hışmına uğramış ve yasaklanmıştı. Şehir Tiyatrosu’ndayken de “Bu Ölü Kalkacak” için dava açıldı, oyun kalkmadı ama dava uzun yıllar devam etti. Hatta, Muhsin Ertuğrul bu davadan mezarda beraat edecekti…Yavuz da ben de yine senelere, daha doğrusu kronolojiye aldırmadan, salkım saçak bir söyleşiye dümen kırıyoruz. Ankara Meydan Sahnesi’nden sonra hiç özel tiyatro çalışması yapmış mıydı?
“Funda Postacı, Sezai Aydın, Ali Erdoğan ile kısa süreli bir çalışmamız olmuştu. ‘Dingildek İlişkiler’ adlı kabare türü bir oyundu.”
Köfte parası çıkmayınca, ver elini Yeşilçam…
“Bir gün Kemal Sunal, tiyatroda ne uzar, ne kısalırsın, gel sinema filminde oyna, dedi. Arzu Film’e götürdü beni. Kartal Tibet’in ilk kez yönetmen koltuğunda oturduğu ‘Tosun Paşa’ ile beyazperdeye merhaba dedim. Bu filmden acı bir hatıram da vardır. Kemerburgaz’da çöl sahnelerinin çekimi esnasında Akil Öztuna bindiği deveden düştü. Hastaneye kaldırıldı ve çok geçmeden de iç kanama yüzünden hayatını kaybetti…”
Oğlu kendisinden on yaş büyük olunca…
“Efendim, ‘Bizimkiler’de, malumunuz, rol gereği Halit Akçatepe’nin (Nazif) babası Muvaffak karakterini canlandırıyordum. Röportajlarda filan da, benden on yaş kadar büyük olduğu için ‘Halit Ağabey’ diye bahsederdim kendisinden. Umur Bugay, arada aman böyle söyleme, illüzyonu bozarsın derdi.”
Hazım Körmükçü, Muammer Karaca’dan Zihni Göktay’a…Seneler önce izlediği “Lüküs Hayat” ve “Cibali Karakolu”nda, çok beğendiği Rıza ve Cafer rollerini, bir gün oynamak hayalini gerçekleştirdi. Hem de sezondan sezona geçen büyük bir başarı, dinmeyen alkışlarla…Ve Lüküs Hayat serüveni…
“Bir gün Radyoevinden çıkmış, tiyatroya doğru giderken Suna Pekuysal ile karşılaştım. Burada bir parantez açayım. Suna Abla rol arkadaşım, sırdaşım, desteğim, çocuklarımın cici annesi olmuştur hep. Mert, dobra bir insandı. Sözünü esirgemezdi. Evet, Suna Abla ayaküstü Gencay Gürün’ün kendisiyle ‘Lüküs Hayat’ projesi için konuştuğunu anlattı. ‘Lüküs Hayat’ı duyunca zınk diye durdum. Bu benim en büyük hayalimdi. Ve hayatımda ilk defa yanıma Sezai Altekin’i de aldım, yönetim kurulu toplantısının yapıldığı salonun kapısını çalıp içeriye girerek, bu projede Rıza karakterine talip olduğumu belirttim. Ve eğer bu rolü oynamadan bir emr-i Hak olursa gözümün açık gideceğini de sözlerime ekledim. 1984 yılının Kasım’ında rol dağıtım tablosu açıklandı: ‘Rıza / Zihni Göktay’. Dünyalar benim olmuştu o an.”
“Bir kaç gün sonra radyoda Cemal Reşit Rey ile karşılaştık. Beni tebrik etti. Ve o zamanın siyasal ortamını dikkate alarak, ‘Lüküs Hayat’ şarkısının sözlerini gerçekte Nazım Hikmet’in yazdığını, ‘sende kalsın’ diyerek bana açıkladı. Meğer Ekrem Reşit o ara ‘Onuncu Yıl Marşı’ nedeniyle çok meşgul olduğunu, operetin şarkı sözlerini vaktiyle tamamlayamayacağını Muhsin Ertuğrul’a söylemiş. O da Nazım Hikmet’ten yardım istemiş. Nazım Hikmet’in tek şartı afişlerde, program dergilerinde isminin geçmemesiymiş. Malum, başında binbir sıkıntı varmış o günlerde. Para da talep etmemiş. Ama emeğe saygısı sonsuz olan Muhsin Ertuğrul cebinden 75 TL’lik telif tutarını kendisine zorla ödemiş.”
“6 Mart 1985 akşamı iki buçuk saat ile başladığım ‘Lüküs Hayat’ı, bayatlatmadan, kısık ateşte altını yakmamaya çalışarak, üç buçuk saate çıkarttım.”
Bu konuda Haldun Dormen‘e kulak verelim: “Lüküs Hayat, oynadığı uzun yıllarda, oyun süresi iki saat kırk beş dakikadan, üç buçuk saate kadar uzadı. Rıza’yı oynayan Zihni’nin oyuna olağanüstü (!) katkıları (!) oyunu bu kadar uzatmıştı. Sahnedeki sevimliliği ve karizması tartışılmaz olan, yetenekli Zihni Göktay’ın kusuru da buydu işte. Oynadığı oyunlara güncel bir takım espriler eklemeden rahat edemiyordu. Seyirci de katıla katıla gülüyordu ama öte yanda otuzlu yıllarda geçen ve bahçedeki kül tablasına kadar otuzlu yılları yansıtmasına dikkat edilen bir oyuna ‘Susurluk Davası’yla espriler katmak yönetmenin yorumundan, oyunun havasına kadar her şeyi altüst ediyordu.” (*)
Söz yine Zihni Göktay’da:
“Ben oyunda, tuluat yaparken sosyal çarpıklıklara değiniyordum. Bu durum seyircinin alkışlarıyla karşılanıyordu her defasında. Hiç unutmam, Açıkhava Tiyatrosu’ndayız. Oyun bitti. Haldun Dormen’i sahneye davet ettim ve konuşması için yaka mikrofonumu kendisine uzattım. Konuşmasına şöyle başladı: ‘Bu gece iki ayrı ‘Lüküs Hayat’ izlediniz. Biri benim yönettiğim, diğeri Zihni Göktay’ın oynadığı. ’Durur muyum, seyirciye döndüm: ‘Ben kısık ateşte altını yakmadan bunca yıl oynadım. Haldun Ağabey, tekste tek harfe dokunmadı üç defa tiyatro batırdı’ dedim. Altı ay konuşmadı benimle. Sonra barıştık.”
“Lüküs Hayat’ın galasına Bedia Muvahhid, Vasfi Rıza Zobu, Cemal Reşit Rey, Semiha Berksoy da gelmişti. Sahnede herkes heyecan içinde. İster istemez, domino etkisinden olacak, ben de heyecanlandım. Elim, ayağım titredi. Düşünün vaktiyle bu oyunda oynayanlar karşımızdaydı. Sadece benim oynadığım Rıza’ya can veren Hazım Körmükçü ve Şevkiye May gibi bir kaç isim hayatta değil o kadar. Oyun alkışlarla bitti. Ustalarımızı derhal sahneye davet ettik. Semiha Berksoy, zengin dul, elmaslı Atifet rolünü yaşar kılan Alev Gürzap’a dönüp, ‘Ben senden daha iyi oynadıydım bu karakteri, hem ‘Özsoy Operası’ benim için yazılmıştı, ben coloratura sopranoyum, demesin mi?“
Oyunlar, diziler, filmler…“Kanlı Nigar”ın Kahveci Abdi’si, “Lüküs Hayat”ın Rıza’sı, “Cibali Karakolu“nun Cafer Sabbah’ı, “Hisse-i Şaiya”nın Tahir’i, “Pembe Konak”ın Alaaddin’i, “Çalıkuşu”nun Bursa Maarif Müdürü, “Eşeğin Gölgesi”nin Şaban’ı, “Ceza Kanunu”nun dava vekili Sabahattin’iydi Zihni Göktay… İlk filmi “Tosun Paşa”nın Tellioğlu Ruhi’si, “Hababam Sınıfı”nın Üç buçuk lakaplı Yusuf Hocası, “Üşütük” filminin İsmet’i, “Kuruntu Ailesi”nin Arnavut Bayram Efendisi, “Avrupa Yakası”nın Altınmakas Cihat’I, “Bizimkiler”in Muvaffak’ı, “Seyahatname”nin Bekir’i, “Cennet Mahallesi”nin Ethem’i, “Zaman Mekân Makinesi”nin unutulmaz Şükrü’sü, sonra Servet Ağabey başta olmak üzere, ne çok karaktere tiyatro, sinema, televizyon dizisi ve reklam filmlerinde hayat verdi…İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ile adı özdeşleşmişti, demiştik ya… Beş sezon “Kuşlar” , beş sezon “Cibali Karakolu”, altı sezon “Resimli Osmanlı Tarihi”, altı sezon “Pembe Konağın Gelinleri”, dört sezon “Hisse-i Şayia” ve tam yirmi sekiz sezon “Lüküs Hayat”ta rol aldı Zihni Göktay. Kuşağının en özgün aktörlerinden biri oldu. Çok sevildi. İlk antresiyle salon alkıştan, hani nasıl derler, adeta yıkılırdı…
Tiyatro bir mekteb-i edeptir…
“Tiyatro bir mekteb-i edeptir, bana göre. Salt komiklik yeri değildir. Mutlaka bir öğretisi, bir iletisi olmalıdır. Eğlenceli ile faydalıyı bir arada sunacaksın. Oyuna anlamlı bir şey katacaksa yeni bulduğun bir espriyi yapacaksın…Şöyle izah edeyim, toplulukları güldürmek kolaydır ama anlamlı bir şekilde, düşündürerek güldürmek zordur. Bizim seyircimizde cömerttir, her şeye güler. Ayakta da alkışlar… Beğenmese de yapar bunu. Alkışını esirgemez.”
“Bir defasında neden televizyon dizilerinde rol olmadığım sorulmuştu. ‘Tiyatrocularla oynamak istiyorum; türkücüyle mankenle değil…’ diye yanıt verdim. Ben miyim bunu söyleyen! Bir ay sonra ‘Cennet Mahallesi’ dizisinden teklif geldi, kabul ettim. Karşımda türkücü Alişan ile manken Çağla Şikel… Meğer büyük konuşmuşum. Sonra ikisine de ‘Evladım böyle bir kelam ettim, duyarsanız kırılmayın, üzülmeyin’ dedim. Zaten Alişan, beyefendi çocuk, konservatuar mezunu Çağla akademilidir..”
“İstedim ki anlamlandırılarak, düşünerek gülünsün esprilerime. Yeri geldi, söyleyeyim. Yoksa karnım şişiyor. Günümüzde bir kesim tuluata yani doğaçlamaya küçümseyerek bakıyor ama, Shakespeare ve Molière de doğaçlama yapıyordu. Bunu bilmiyorlar işte! Dahası kurmaca tuluat olmaz, o an aklında gelenle yapılır. Bir de tuluatı çok dikkatli yapacaksınız. Ağzından çıkan yanlış bir laf herhangi bir yere dokunabilir, karışındaki oyuncuyu zora sokabilir. Bıçak sırtı bir iştir, dikkat, özen gerektirir…”
Tiyatronun altın yılları…
“Bana göre Türkiye tiyatro tarihinin altın yılları 1960-1971 yılları arasında yaşanmıştır. 1961 anayasası ile birlikte hem siyasal yaşamda hem de sanat alanında özgür bir ortam oluştu ve bu ortamda tiyatro nitelik olarak büyük bir sıçrama yaptı.1971 muhtırasından sonra ne kamu tiyatroları ne özel tiyatrolar kendini toparlayabildi.”
“Bu ülkede tiyatro salonları rant için kapatılıp pasaja, iş hanına, saunaya, kebapçıya, gece kulübüne dönüştürüldü. Son yıllarda Türkiye’nin sınırları içinde Antik Yunan ve Roma dönemine ait antik tiyatrolar ortaya çıkarılıyor son yıllarda. Arkeolojik kazılarla gün yüzüne çıkan antik tiyatroların koltuk kapasitesine bugünkü tiyatrolarımızın koltuk sayılarına ulaşırsa, ben bir yıllık emekli maaşımı Tema Vakfı’na bağışlarım! Bu sayıya ulaşamadıkça tiyatromuz gelişmiş sayılamaz.”