Hep böyle değil midir? Güzel olanı yakıştırdıklarımız sadece bizim olan, bizden olan, sevdiklerimiz değil midir? İyi olanın, iyiliklerini bildiğimiz, öncesinde hep iyiliklerine aşina olduğumuz, tereddütsüz kaygısızca güven duyduğumuz, layık olanın hak edene atfettiğimizde bulmaz mıyız huzuru… Araştırmadan, detaylarına bakmadan, emin bildiğimizi iyi, hoş, hak saymaz mıyız yaşamın içinde?
‘’YİNE GEL, YİNE GEL! KİM OLURSAN OL, YİNE GEL!
Kâfir, mecûsî, putperest olsan da yine gel!
Bu bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel …’Müellifinin kim olduğuna dair kesin bir bilgi mevcut olmamakla birlikte “Mevlânâ’ya Atfedilen “Yine Gel…” dizelerinin “Baba Efdal” diye bilinen “Efdalüddin-i Kâşânî” Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’a da atfedildiği bu rubâînin Ebû Said’in fikirlerine ve üslûbuna daha uygun düşse de, kaynaklar itibariyle Baba Efdal’e ait oluşunu görmezden gelişimiz de hep bundandır. Pek çoğumuzun hayat felsefesi, insana bakışımızı simgeleyen ve hoşgörüyü genişletme kılavuzumuz olan rubai asırlar öncesinden günümüze kadar Mevlana Rubaisi olarak inanıla gelmiştir.
‘’Ne olursan ol sen de gel ‘’demekten yoruldu insanlık şimdilerde…
Ne olursan, kim olursan gel dedikçe her yeni yıkımda sarsılıyor viraneye dönüyor güven tahtımız, samimiyet sarayımızın doluyor tüm odaları seçemediğimiz kimselerle… yer yok diyoruz belki de en güzeliyle gelecek ihtiyacımız olan kimselere açacakken boş odaları…
Kırmışsın yıkmışsın sana olan güveni, vermeden almaya çalışmış hep aklın sevmeden sevilmeyi istemişsin özlemeden kavuşmayı, emeği vermeden, bağı kurmadan hep bana gelsin, bana versin, benim olsun demişsin sen de olanı çoğaltsın, olamayanı da oldurmaya çalışan olsun istemişsin yanında…
SEN GELME demek yerine sessizce kabulle, gelişine karşı koyamamaktan değil midir yaşanan telafisi mümkün olmayan musibet sonrasında içim hiç ısınmamıştı diye serzenişimiz…
Sen gelme diyebilmektedir ,oysa toplumsal caydırıcılıktan önce bireysel karşı koyuştaki duruşun ,yola getirişin cezalandırıcı tavrın gücü ..Gelmeyiversin pişman edecekse iyiniyetli suistimal edecekse ,kırıp döküp ardına bakmadan çekip gidecekse,verilen emeği hiç edecekse layık olmayan hak etmeyen her kim varsa…
Darda olana açmamışsa elini, gönlümü, var’ını paylaşmamışsa, okşamamışsa bir çocuğun şefkatle saçını, kendinden başkasını layık görmemişse her makama, buyur etmemişse sofrasına, yetinmemişse buradan ötesi senin olsun diyerek ardından gelene, sırada bekleyene…
Ön yargılarıyla hüküm kurmuş, tanımadan, anlamadan, dinlemeden aşılmaz, girilmez mesafeler koymuşsa muhatabıyla arasına…
Ben diye çıkmışsa yüklenip gücünü, hırsıyla örülü zırhını her meydana, bakmamışsa önüne, ardına, kaymamışsa ne gözü, ne gönlü kendinden gayrısına, gelmeyiversin… Sen diye ayırmış, öteki saymış, bize hiç varamamışsa ne fikrinin, ne sözünün ne bedeninin yolculuğu gelmeyiversin…
Daha bir seçici artık insanlık, daha bir özenli kabul ediyor gönül tahtına sığdırabileceği kadar az ve öz insanı… Vadeli olmasın istiyor konukluğu misafirinin ömrüyle baki olsun diliyor… Yorsun, kırsın, üzsün sonra da çekip gitsin istemiyor kimbilir. Haksız da değil tercihinde.
Her kim ve ne olursa değil; hoş gelen gelsin, ömürlük olsun ve de hoşça kalsın mümkünse dilerim ömre her yeni gelenimiz…