Çok da uzatmamak lazım sözü, anlamını yitirmeden özü ifade ediyorken henüz dilin… Tadında bırakmak lazım oturduğun sofrada yemeye doyamadığın en güzel yemeği… Uzadıkça yolculuk sılayla aranda mesafeler uzamıştır sen farkına varmadan. Unutur gönül gözden uzak olanı gönülden de uzaklaşınca…
Uzun oturmamak lazım en kıymetli misafir tahtındayken henüz, uzatmamak lazım küskünlüğü, kırgınlığı kırılan kalp ancak yakınlaştıkça tamir olur, varlığınla onarabilirsin açtığın dil yarasını, söz belasını…
Uzun zaman geçti üzerinden savunmasına sığınırız hemencecik; her kötü anıyı, tanıyamadığımız, unuttuğumuz belleğimizde derinlere gömdüğümüz insanı ansızın hafızamızda, karşımızda canlanınca bir anda… Daha dün gibi diye başlarken söze gözlerimizin gülüşünde parıldayan ışık bakmaya doyamadığımız bir küçüğün büyüdüğünü ifade etme isteğimizde…
Uzun uzun anlatırız hazmedemediğimizde henüz bir acıyı, henüz sindiremediğimizden enine boyuna her ayrıntısını uzun cümlelere taşırız da hem kendimizi hem dinleyeni ikna edinceye dek…
Uzun yoldan gelir en sevdiklerimiz, bekledikçe hasreti büyür gönüllerde, uzun uzadıya bitmeyen kış gecelerinde birikir yaza dair umutlarımız…
Sevdiklerimizin sonsuzluk mekanı mezarından bahsederken upuzun uzanıp yatıyordu musallada diye başlar bir uzun mezar kaldı ondan geriye diye taşar gözyaşımıza karışan nihai kavuşulmazlığın tasviri dilimizde…
Uzun siyah saçları vardır her genç erkeğin ilk sevdiğinin, uzun selvi gibi boyu vardır her genç kızın ilk aşkının aklına geldikçe içini sızlatan…
Uzun kalmayacağım diye girdiğimiz her kapıdan gitmek istemeyişimizin, kalsana beklentisini duymak yatar oysa…
Yılın en uzun gecesi karanlık saatlerin azaldığı , aydınlık günlerin başlangıcına müjdedir her yirmi bir Aralık gecesinde….
Uzun lafın kısası…
“Sevmek” ne uzun kelime… Diye söze başlayan CEMAL SÜREYA ile
Hayat kısa kuşlar uçuyor… diyerek tamamlayalım…