Hepimizin sanırım dünya ve düzenle başa çıkma yolu, yöntemi var.
Gözünüzü kapatıp dünyanın uzuvlarından gelen hengâme kesildiğinde insanın zihninde ne kalır?
Bu sorunun cevabı beni hep edebiyat koridorlarına götürmüş o demirden ağır kapının önünde bırakmıştır. Binlerce yazarın saygıyla girdiği o dünya aslında insanın kendisiyle başa çıkma isteğidir.
Öykü ve öykücülük minimal bir edebiyat dünyasında gerçek yaşam karşısında bir savaşma arzusu olarak onunla başa çıkma yöntemidir. Bu yöntemin de bazı handikapları mevcut tabi.
Kısa öykü yazarıysanız karakterleriniz size karşı isyan edebilir.
Uzun öyküler ise bazen kendi dokusunu bozabilir.
Öyküsü ömrünce olan bizler öykü yazımında, paragraf aralarında neden kendimizi arama hatasına düşeriz sık sık? Bu büyülü sorunun cevabı sanırım bu sözde gizli:
“Neden böyle üzgün görünüyorsun?”
“Çünkü sen bana kelimelerle konuşuyorsun ama ben sana hislerimle bakıyorum.” ( Pierre Le Fou, 1965
Kelime ile his arasındaki tensel temas en yoğun öykü ve öykülemede kullanılıyor. Bu yüzden de bu güzide kesişimde insan kelimelerle konuşan bir öykünün gölgesinde hislerinin yansımasının izlerini sürüyor.
Öykü olmasaydı bu yansımalar dünyası kendini bu kadar var edebilir miydi bilmiyorum.
O yüzden hep var olsun öykü ve öyküleme!